Yabancı (1)

Kendini hiç bu kadar mutsuz hissetmemişti daha önce. Ayaklarının onu nereye götürdüğünü bilmeden yürüyordu yol boyunca. Nereye gittiğini de hiç düşünmedi, sorgulamadı... Başı dönüyordu. Bir elinde yarısı içilmiş bir şişe şarap vardı, diğer elindeyse kırmızı ayakkabıları. Bu ayakkabıları ne çok severdi. Onunla birlikte bu yabancı şehrin sokaklarında dolaşırlarken küçük bir dükkânda bulmuştu onu. Çok beğenmişti. Dükkânın önünden ayrılamamıştı bir türlü. O... Gülümsemişti hınzırca kızı dükkânın kapısına doğru çekerken. Almıştı o ayakkabıyı. Ondan kalan tek hatıraydı elinde. Yürüyordu kız. Yol onu götürüyordu. Ayakları acımaya başlamıştı. Taşlar batıyordu ayaklarına. Etrafındakileri algılamakta zorlanıyordu. İnsanlar ona garip garip bakıyorlardı. Bir grup genç ona laf atıyorlardı ama o ne dediklerini anlayamıyordu bile. Sadece etrafına boş boş bakmakla yetiniyordu. Birini arıyor gibiydi. Elinde kırmızı ayakkabıları... Ruju dağılmıştı. Şarap içti bir yudum daha. Dudaklarının arasından boynuna doğru süzüldü bir kısmı. Kırmızı...

Bir sokağa girmişti. Karşılıklı barlar vardı sokakta. Neon tabelalarının ışıkları altında bambaşka birer dünya gibi görünüyordu hepsi. Albenisi bol. Sokağın ortasında durup etrafına bakmaya başladı kız. Başı dönüyordu. Durdu yolun ortasında. Dönmeye başladı. Dünya dönüyordu. Hissedebiliyordu dünyanın döndüğünü, yer çekimini bile hissedebiliyordu şu an. Döndükçe etrafındaki nesneler de hareketlenmeye başladı. Döndükçe döndü, döndükçe döndü. Başı dönmeye başladı. Midesi de bulanıyordu. Gözleri bulanıklaştı. Yağmur dökülmeye başladı başından aşağı. Sanki biri durmuş da hortumla üzerine su fışkırtıyor gibiydi. Durdu. Etrafına bakmaya başladı. İnsanlar kaçışıyorlardı. Demek ki delinin birinin su fışkırttığı falan yoktu. Gayet de yağmur yağıyordu. Yeniden dönmeye başladı yağmurun altında. Gülümsüyordu. Yeni doğmuş bir bebek gibi hissediyordu kendini. Ama kirli... O gittiğinden beri kirlenmiş gibiydi. Ruhu kirletilmiş gibi...

Ellerini gökyüzüne doğru kaldırdı. Hem dönüyor hem de avcuna dolan yağmur sularını yüzüne çarpıyordu. Arınmıyordu ruhu, arınmıyordu bedeni. Bu lanet olası kirler çıkmıyordu bedeninden.
Yorulmuştu. Bütün o yaşadıkları yormuştu zayıf bedenini. Durdu birden. Başını iki eli arasına aldı, sıkmaya başladı. Beynindeki durmuyordu bir türlü. Durmak nedir bilmiyordu hiç. Döndükçe dönüyordu. Çığlık atıyordu adeta içinde. Çıldırmış gibiydi Elen. Başını sıkıştırmaya devam ediyordu elleri arasında. Çıldırmış gibi başını iki yana sallıyordu bir yandan da.

Bir ara başını çevirdi. İzlendiğini hissetmişti. Bir adam onu seyrediyordu yolun karşı tarafında. Sırılsıklam olmuştu o da. Yağmur... Aynı yağmur onun da üzerine yapıyordu. Bir kez daha inandı yağmurun gerçek olduğuna. Zaten etrafta elinde hortumu olan bir adam da yoktu. Kimse de kalmamıştı sokakta. Bir o bir de kendisini seyreden adam.

Adamın üzerinde bir ceket vardı. Altında da ince bir gömlek. Islanmadık bir yeri kalmamıştı onun da. Ama hayatından memnum görünüyordu nedense. Dudağının kenarındaki çarpık gülümseme de neyin nesiydi? Başka şartlarda olsaydı gayet de cezp edici bir adam ve gülüştü ama... Neyse önce kafasını toparlamalıydı Elen.

- Sen nereye bakıyorsun öyle? Diye çıkıştı adama.

?Başka derdin yoktur zaten.'' Diye homurdandı içinden Elen.

- Git işine be adam! Diye bağırdı ona.

- Ama yağmur yağıyor. Dedi adam.

- E n'apalım. Aynı yağmur senin üzerine de yağıyor.

- Çok ıslanmışsın.

- Sana ne be adam! Gitsene işine.

Adam gittikçe yaklaşıyordu Elen'e. Elen, çakılıp kalmıştı olduğu yere. Gitmek istiyor gidemiyordu. Adamı uzaklaştırmak istiyor, onu da yapamıyordu.

Adam geldi. Tam karşısında durdu. Çok yakınındaydı. Nefesini hissedebiliyordu. Güzel bir şeyler kokuyordu ağzı. Yeni yemek yemiş olmalıydı. ?'Hımmm... Çok acıkmışım.'' Diye mırıldandı kendi kendine. Dünden beri yemek koymamıştı ağzına.

Şimdi daha da yakınındaydı adam. Elen'in saçlarına dokunuyordu. Yüzüne yapışmış saçlarını geriye doğru attı. Büyülenmiş gibi bakıyordu kıza.

- Çok güzelsin. Dedi. ?Ne işin var senin böyle pis bir yerde. Oysa daha küçücüksün.

- Ben... Ben kayboldum. Dedi Elen.

Adam yanağını okşamaya devam ediyordu Elen'in. Elen'in hoşuna gitmeye başlamıştı bu. Sabahtan beri hissettiği tek sıcaklık buydu. Öyle üşümüştü ki... Saatlerdir yürüyordu. Çok da yorgundu.
Adamın elleri boynunda dolaşıyordu şimdi Elen'in. Sonra tekrar yukarı yanağına doğru çıktı. Yavaş yavaş dudaklarına dokunmaya başladı. Sonra eğildi. Öptü kızı dudaklarından.

?Hımmm... Tadı çok güzel.'' Dedi içinden.

- Adın ne senin? diye sordu adam.

- Elen. Dedi kız. Sesi fısıltı gibi çıkmıştı.

- Elennn... Ben Jamie.

- Jamie.

Jamie tekrar öptü Elen'i dudaklarından.

- Çok üşümüşsün. Ama dudakların sıcak hala. Dedi.

Gülümsedi Elen.

Barlar Sokağı'nın orta yerinde öpüşmeye başladılar. Kız kendini bıraktı tamamen adama... Adam daha önceki hayatında bu kızı tanıdığından hatta sevdiğinden emindi adeta. Yemin bile edebilirdi bunun için. Yoksa nasıl açıklayabilirdi ki beş dakika önce adını bildiği bu kıza karşı hissettiği yoğun duyguyu?

Elen, sarhoştu. Gülmeye başladı birden. Gözlerinden yaşlar boşanıyordu. Ama o kahkahalarla gülüyordu.

- Elen... Sen, sen sarhoşsun!

- Üşüyorum.

- Gel. Gidelim...

24 Eylül 2009 5-6 dakika 21 öyküsü var.
Beğenenler (2)
Yorumlar (2)
  • 14 yıl önce

    Sanki tüm anılarımız, güzellik ve çirkinliklerimiz, anlamsızlıklarımız, herşey ama herşeyimiz ' Barlar sokağında' kaldı... Güzel bir paylaşımdı Elif... Esin seninle olsun canım.

  • 14 yıl önce

    Teşekkür ederim Hande. Barlar Sokağı iyi geldi bana. Şimdi oradan çıkacağım.

    Desteğin çok önemli benim için. 😊