Yağmur'un Çınar'ı
{Gene şiirkolikte yayımlanan "Çınar'ın Yağmur'u" isimli hikayemin konu itibariyle aynı olan olaylarının bu kez Çınar'ın ağzından anlatımıdır. Umarım keyifle okursunuz. }
'Şemsiyeni al yanına. Gene yağmur yağıyor.' Diyor annem. Vestiyere bakıp almadan dışarı çıkıyorum. Seviyorum Yağmur'u. Ne olmuş azıcık ıslansam. Yol boyu insanlar Yağmur'dan kaçışırken yüzümde aptal bir gülümseme peyda oluyor. 'Ben Çınar'ım. Yağmursuz olamam.' Diye bağırasım geliyor. Sanki Süpermen'im. Her pazartesi olduğu gibi okula geç kalmama telaşıyla biniyorum otobüse. Ben okul için telaşlıyım, herkes de başka şeyler için. Bu hayatta aslında kimse kuru kalabalık değil. Herkesin bir yaşama sebebi var. Mesela şu ilerde oturan orta yaşlı kadın; yüzünden anlaşılıyor ne kadar da yorgun ve bezgin! Hayat ona pek de adil davranmamış sanki. Ya da pencere yanında oturan küçük kız çocuğu; kim bilir hayat ona neler hazırladı?
Okul'a geliyorum kapıda Ahmet karşılıyor. Haftalardır peşinde koştuğu kızı sonunda ikna etmiş. Sanki bu ilk kez oluyor, bin bir hevesle anlatıyor bana, hepte aynı heyecanla. Oysaki bu kaçıncı sevgili Ahmet'in sonundan korkuyorum bir an. Hep bir hevesle başlayıp, bağlanma korkusu yüzünden yarı yolda bırakıyor sevdiklerini. Yağmur hala devam ediyor. Ataya saygı, müdür eşliğinde İstiklal marşı ve her zaman ki curcunayla okula giriyoruz. Bu arada kendimi tanıtmadım. Ben Çınar! 17 yaşımdayım. Lise son sınıfa gidiyorum. Ve senelerdir bu okuldayım. Bu dönem başına kadar olan sıkıcı, kasvetli okul hayatımda şimdilerde bir kıpırtı var. Ama ben Ahmet kadar girişken değilim.
Sınıfa geçiyoruz, İlk ders matematik. Öğretmen bu sene öğrendiklerimizin üniversite sınavında muhakkak çıkacağını üstüne bastıra bastıra söylüyor. Tabi ben de can kulağıyla dinliyorum. Hayattan çok büyük beklentilerim yok aslında ama ilerde istediğim her hangi bir şeye ulaşabilmek için şimdi inek gibi çalışmam gerektiğinin farkındayım. Ders arası Ahmet'ten kurtulup çaktırmadan bir alt kata iniyorum. Sebebi malum. Hoşlandığım kız bir alt katımızda. Sınıfının kapısının önünden geçiyorum usulca, ellerim ceplerimde. Kimseye çaktırmadan. Maalesef göremiyorum. Zil çalmadan bir tur daha atıyorum gerisin geri. Ben sınıfın kapısında beklerken o lavabonun olduğu taraftan arkadaşıyla geliyor, kol kola. O beni fark etmiyor ama, kalbim onu fark edeli baya zaman oldu ben biliyorum. Küçük bir kalp çarpıntısıyla, bu gün de onun görmenin mutluluğu yerleşiyor içime. Gene o tatlı gülüşünü de son bakışta gözlerime yerleştirip görevi tamamlamanın coşkusuyla kendi katıma çıkıyorum.
Ahmet ' Okul çıkışı bir yere kaybolma. Seninle bir yere gideceğiz.' Diyor. 'Nereye diyorum?' 'Ne çok soru soruyorsun. Kaybolma işte bir yere.' Diyor 'Peki.' Diyorum. Son iki dersin boş olduğunu öğrenmekse ekmeğimize yağ sürüyor deyim yerindeyse. Beraberce çıkıp okulun yanında ki kafeye geliyoruz. Karnımız zil çalıyor. Ahmet yüzünde pis bir sırıtışla 'Kızlar gelmeden birer hamburger yiyelim. Ben çok açım oğlum. Şimdi onların yanında aç kurt gibi saldırmayalım hamburgerlere.' Diyor ben de aynı şekilde onay veriyorum. Bir yandan açlığımızı bastırıp bir yandan kolalarımızı içerken tekrar söylüyorum Ahmet'e. 'Bak ben fazla durmam. Sıkılıyorum böyle ortamlardan. 'Ahmet ise her zaman ki bilindik tavrıyla 'Tamam, tamam anladık. Sanki seni yiyecekler.' Deyip gülüyor. Kolalarımızdan son yudumları alırken kafenin kapısı açılıyor içeriye iki kız giriyor. Gözlerime inanamıyorum. Okulun ilk gününden beri göz hapsine aldığım Yağmur burada. Acaba Ahmet'in sevdiği kız bu mu diye düşünecek oluyorum. Geriliyorum biraz. Ama birkaç dakika sonra o gerginlikten eser dahi kalmıyor. Pelin, Ahmet'in yanına oturuyor usulca Yağmur'da boşta kalan sandalyeye. İlk anların şokunu atlatıyorum ama ne bileyim her zamankinden daha garip bir sakinlik çöküyor üzerime, hep mi böyleydim yoksa sebep olan bu kahverengi gözler mi bilemiyorum.
Ahmet ve Pelin yarı tutuk, yarı heyecanlı şekilde sohbetlerine devam ederken ben de Yağmur'u izliyorum çaktırmadan. Ve zaman öylece akıp gidiyor. Onların yanından ayrıldıktan sonra Ahmet'le otobüs durağına gidiyoruz. 'Nasıl buldun Yağmur'u?' diyor cevap vermiyorum. Oldum olası hislerimi başkalarına anlatmaktan hoşlanmam zaten, ama bu sefer daha farklı, tuhaf bir korumacı taraf beliriyor kalbimde. Hafta sonu sinemaya gitmek için sözleştiğimizi hatırlatıyor Ahmet. 'Sakın gemlemezlik etme. Şimdi Yağmur'da gelecek kıza ayıp olmasın.' Diyor. Bilse ki ben ondan önce koşup gideceğim. Sadece gülümsüyorum gene cevap vermeden.
Eve geldiğimde annemin gün arkadaşları karşılıyor beni kapıda. Anlaşılan bugün ki dedikodular bir hayli çokmuş. Erkenden ayrılamamışlar birbirlerinden. Annem kapıda beni görünce 'Benim akıllı oğlum gelmiş.' Diye havasını atarken ben de içeri geçiyorum. Odama girip elimde ki ders kitaplarımı yatağımın üstüne bırakıyorum. Kız kardeşim geliyor yanıma dün birlikte yaptığımız ödevi için öğretmenin 'Aferin kızım.' Dediğini yüzünde eşsiz bir mutlulukla anlatıyor bana. Kardeşim odadan çıkar çıkmaz ise kapıyı sıkıca kapatıp kitaplığımın yanına gidiyorum. Sakladığım yerden en kalın kitabımı çıkarıp yirmi üçüncü sayfasına geliyorum. İçinde ki fotoğrafı elime alıp yatağıma oturuyorum, sırtım yanda ki pencerenin kenarına değiyor. 'Kim demiş? Teknoloji icat olalı mertlik bozuldu?' diye söylenip Yağmur'un fotoğrafına biraz daha dikkatli bakıyorum. Uzaktan olmasına rağmen gene de net bir fotoğraf. Okulda telefonla fotoğraf çekme konusunda biraz daha çalışsam iyi bir yerlere gelebileceğimi düşünüyorum. Yüzümde ki tatlı tebessümün yerini sapıkça bir sırıtış alıyor.
Tekrar fotoğrafa yoğunlaşıyorum. Zihnimle bir aydır uzaktan uzağa yaşadığım duyguların bu gün ki buluşmaya zemin hazırladığını düşünüyorum. Daha da konsantre olsam neler çıkacak ama annem çağırıyor içeriden. 'Yemek hazır.' Beraberce yemeğe oturup kardeşimin yaptığı şaklabanlıklar sayesinde eğlenceli bir yemek yiyoruz. Tekrar odama çekildiğimde ise yapılacak dersler beni bekliyor. Hafta sonu geldiğinde Ahmet'le buluşup sinemanın önüne gidiyoruz. Biletleri alıp kızları beklemeye başlıyoruz. Kızlar geliyor içeri giriyoruz. Her zamankinden daha kibar bir Çınar çıkıyor içimden Nedeni ise; Yağmur. Neredeyse filmi izlerken ki kahkahalarımı bile kontrol edeceğim ama Yağmur'un doğallığına kendimi kaptırıp ben de salıyorum içimde ki sevinci. Dışarı çıktığımızda Ahmet 'Hemen gitmeyelim eve. Bir şeyler atıştıralım diyor.' Hepimiz 'Olur.' Dedikten sonra kafenin yolunu tutuyoruz. Sohbet kendiliğinden gelişiyor.
Dışarıda yağan yağmura rağmen içeride sıcacık bir ortam var. Karnımızı doyurduktan sonra Ahmet yan masanın üstünde ki tavlayı alıp geliyor. 'Hadi bir el oynayalım. Kızlar siz de tarafınızı belirleyin. Şimdi bu karşınızda gördüğünüz Çınar ağacını nasıl devireceğim.' Diyor. İçimden 'Sen istediğin kadar uğraş ben Yağmur'um yanımdayken sana yenilmem.' Diye geçiriyorum. Ama dıştan söylemeye cesaret edemiyorum tabiî ki. Biz oyuna dalıp gitmişken Yağmur'un pencereden dışarı bakışı dikkatimi çekiyor. O zaman anlıyorum yağmuru sevdiğini. Tuhaf bir iç çekiş yakalıyorum, özlem dolu sanki. Nedenini anlayamasam da bir sevgiliye ya da özlediği birine dair olmasın bu iç çekiş diyorum içten içe. Sonra birden bize dönüyor Yağmur. 'Ben atabilir miyim zarları.' Diyor. Öyle de kritik bir yerdeyiz ki. Yenilmek üzereyim. 4-3. Ama Yağmur eline zarları alıyor ve o andan sonra şansım dönüyor. Yağmur'a pizza sözü veriyorum. Büyük boy olsun diyor. 'Nasıl yiyecek ki?' diye düşünüyorum bir an. Az önce ki hamburgeri bile bitirememişken. Ama o gülümsüyor. 'Yerim ben merak etme.' Diyor. Ahmet ise koltuğunun altına tutuşturduğum tavlayı aşağıda hesabı öderken bırakabiliyor ancak.
Gene ayrılıyor yollarımız. Ama Salı günü buluşmak üzere sözleşiyoruz. Eve gelince kız kardeşim karşılıyor beni kapıda. 'Abi bak. Test oldu okulda. Birinci oldum.' Elinde test kâğıdı, kucağıma çıkıyor afacan. Beraberce içeri geçiyoruz. Annem gene güler yüzle sofra kurmaya erken başlamış bu sefer 'Misafirlerimiz gelecek diyor.' Yaşıtlarımın aksine şanslıyım. Ailemi seviyorum. Sevildiğimi hissediyorum.
Salı günü okul çıkışında Ahmet'le beraber kafeye doğru gideceğimiz sırada Yasin amca geliyor. Dedesi rahatsızlanmış apar topar gidiyorlar. Daha önce yakınlarımdan hiçbirini kaybetmediğim geliyor aklıma. Ahmet'in o anki telaşı beni de telaşlandırıyor. Kafeye doğru giden yol boyunca bunu düşünüyorum. Ailemden ya da yakın çevremden kimsenin ölümüne şahitlik etmedim. 'Nasıl bir acıdır ki bu?' diyorum içten ve devam ediyorum 'Allah'ım beni bununla sınama.' Bazen biliriz ya olmayacağını ama gene de dilemekten alamayız kendimizi. Benim ki de o hesap işte. Oysa her ölüm erken ölümdür derdi biri ne de doğruymuş bu söz. O an daha iyi anlıyorum. Garip bir hüzün çöküyor içime yaşamadan ölüm acısını yaşamış gibi hissediyorum. Neden böyle olduğumu ben bile tanımlayamıyorum.
Kızlar geliyor. Pelin Ahmet'in neden gelmediğini öğrenince ilk anki bozuk suratının yerini telaşlı bir ifade alıyor. Yağmur ve ben sakinleştirmeye çalışsak da aklı Ahmet'te biliyorum. Sessiz sedasız pizzalarımızı yiyoruz. Yağmur ise gene yarım bırakıyor aldığı ilk dilimi. Oysa en büyük boy isteyen kendisi. Bu gün daha da mı solgun görünüyor yüzü nedir? Sormak da istemiyorum. Malum yeni yeni yakınlaşırken belki de yanlış anlayabilir sözlerimi. Pelin erken ayrılıyor yanımızdan Yağmur ve ben de onun ardından fazla durmuyoruz. Otobüs durağına giden kısa yolda ellerim ceplerimde, gözlerim Yağmur'un kumral saçlarında. Kokusu burnuma geliyor sanki. 'Oğlum yavaş. Bu kadar da kaptırma kendini. Tamam, kaptırman ama hemen değil. Ya o seni..' diyor ve gerisini getirmiyorum içimden. Korkuyorum. Hislerimi ona paldır küldür açıp rezil olmaktan. Serde erkeklik var ve mazide bir aylık platonik bir aşk. Çekiniyorum işte anlayın.
Durağa geldiğimiz de ortalarda kimsecikler yok. Laf Ahmet'e geliyor bilinçsizce o zaman anlıyorum ki Yağmur sıradan bir kız değil. Ölümden bile korkmuyor. O bir şeyler söylüyor ben az cevap verip, çokça onu seyredip kalan sınırlı vakti değerlendiriyorum. Sonra otobüs geliyor ve herkes kendi yoluna gidiyor. Bir hafta kadar sonra Ahmet'lerin evinin önünde Pelin ve Yağmur'un gelmesini bekliyorum. Elim de telefon iki dakikaya bir arıyorum. Anlamıyorum ki duraktan gelip alsam ne olurdu? Neyse çok geç kalmadan beliriyorlar sokağın başından. Yağmur'un yüzünde tatlı ama yarım yamalak ölü evine yakışır bir gülümseme. Selamlaşıp içeriye giriyoruz. Pelin, Ahmet'i görünce beti benzi atıyor. Yağmur ise farklı, bambaşka bir insan gibi; bakışlarından çıkarmaya çalıştığım her anlam balon gibi patlıyor. Çok üzüntülü bir ifade ya da, korkmuş bir hal yok. Ama gene de tuhaf. Sebebini bilemesem de, bu ölüme; sanki orada ki herkesten daha çok anlamlar yüklemiş gibi bakıyor insanlara.
Pelin; biraz daha Ahmet'in yanında kalmak isteyince Yağmur 'Eve geç kalmayım. Çıksam iyi olur. Otobüse anca yetişirim.' Diyor. Bende peşinden çıkıyorum. Durağa kadar eşlik etmek için. Ve gene aynı sohbet açılıyor. Ölümün tuhaflığından bahsediyor ilk önce bense ölümün aslında hayatımız da hep olduğunu, ama bizim onu görmezden geldiğimizi söylüyorum tıpkı otobüsü beklerken lafa dalıp geldiği anı fark etmediğimiz gibi. 'Eninde sonunda gelecek yani.' Diyorum. O gün tekrar Ahmet'in yanına dönüp akşama doğru da eve geliyorum. Annem nereden geldiğimi bildiği için durgunluğumun nedenini sormuyor. Ben de konuşacak halde değilim zaten odama çekiliyorum. Laptopumu elime alıp biraz şarkı dinleyip kafa dağıtmak en güzeli diye düşünüyorum. Kulaklıklarım kulağımda. Kimseyi rahatsız etmemek lazım değil mi?
Bir müddet sonra dinlediğim müzikte sarmıyor beni. Düşünmeye başlıyorum. Yağmur'a karşı hislerimden eminim ama ya O? Aklımda sadece bu soru var. 'Acaba şimdi ne yapıyordur?' diye söyleniyorum. Büyük ihtimal uyuyordur belki ama ben onu düşünüyorum. Sanki dokunsam kırılacakmış gibi incecik bedenini, o solgun yüzüne rağmen daima gülen gözbebeklerini, dudağının sağ kısmında ki küçük belli belirsiz gamzesini, sesini... Sonra hislerimin aslında daha derinlerde bir yerlerde olduğunu anlıyorum. Ve birden Ahmet geliyor aklıma; Sevdiği insanı kaybeden Ahmet. Annem geliyor aklıma, babam, kardeşim ve bir de Yağmur. Onların yokluğunda bir hayatın benim için nasıl olacağını düşünüyorum. Bir ağırlık çöküyor içime yataktan kalkıp mutfağa geçiyorum. O an bir kez daha anlıyorum. Hayat beklenilmeyecek kadar kısa.
Ertesi sabah dün gece verdiğim kararın mutluluğu ama güvensizliği ile yola çıkıyorum. Ben yola çıkar çıkmaz ilk damla dökülüyor asfalt yola, Yağmur'da benimle birlikte işte. Okulun önüne geldiğimde duvarına yaslanıp kapısında beklemeye başlıyorum. Bir yandan da korku var hocalardan biri yakalasa. Ama yağmura güveniyorum. Herkes içeri kaçışırken hocalar neden dışarıda olsun ki?
Ve beklenen an geliyor Yağmur okula doğru koşarken önüne çıkıyorum. Ben teklifimi ediyorum önce 'Yapamam.' Diyor o an içimde ki korku daha da büyüyor. Ama yılmak yok. Biraz daha ısrar edince annesini arayıp izin alıyor. Şaşırıyorum. Kadın hiç kızmıyor, izin veriyor. Ben anneme desem bunu diyorum. Sonra en iyisinin söylememek olduğunu kendimce onaylayıp Yağmur'un geleceğini anladıktan sonra boynunda ki çantasını alıp onun şaşkın bakışları altında içine kitaplarımı yerleştiriyorum. Ve en büyük adımı atıp elimi uzatıyorum. Bu kez bakışları sertleşiyor. Ama şimdi de ben umursamıyorum. Yağan yağmura aldırmadan kendi Yağmur'umun elinden tutup koşmaya başlıyorum. Nereye gideceğimizi bilmeden, ikinci yağmurun planlarımı altüst etmesine izin vermiyorum.
Nefes nefese bir halde parktan içeri girip sırılsıklam bedenlerimizi şadırvanlardan birinin altına atıyoruz. Yan yana oturuyoruz. Park bomboş, bu yağmurda dışarıda birilerinin olması zor tabiî ki. Biliyorum daha fazla uzatmamalıyım konuyu. Dün gece boyunca düşündüğüm her şeyi söylemek için bundan daha iyi bir zaman bulamam. Az önce çektiğimin elimi bu kez diğerini de destek yaparak Yağmur'un ellerine uzatıyorum. Hani diyor ya şarkı da 'Hiç kimsenin Yağmur'un bile, böyle güzel elleri yoktu.' ya onlar yağmur görmemiş Ya da ben bir rüyadayım. Öyle güzel elleri var ki Yağmur'umun; İpek gibi yumuşacık ve narin. İki elini birden sıkıca tutup 'Sana bir şey sormak istiyorum.' Diyorum. Önce şaşırıyor. Ama ben devam ediyorum. Yağmurla çınarın hikâyesini anlatıyorum ona. Çınarın yaşamak için ihtiyaç duyduğu tek şey olan yağmurun hikâyesini. Ve sonra dökülüyor dudaklarımdan o sözler. 'Sevgilim olur musun?' diyorum. Biraz bekliyor. Ömrümün en uzun bekleyişi bu oluyor. 'Sevgilin olamam.' Dediği an da ise sanki üzerimden bir kamyon geçmiş gibi aniden yere düştüğümü hissediyorum. Sonra ellerime uzanıyor yeniden. Parka döndüğüm yüzümü avuçlarının arasına alıp kendisine çeviriyor. Cebinden mendil çıkarıp yüzümü siliyor, yağmur damlarlı mendille birlikte kaybolup giderken suretimden; söylediği sözlerle tekrardan can buluyor kalbim sanki.
'Sevgilin olamam ama sevdiğin olurum. Ve seni de çok severim.' Diyor. O an için ayrıntılara takılacak kadar güçlü hissetmiyorum kendimi o nedenle sorgulamıyorum sözlerini. Parkta ne kadar oturuyoruz bilmem ama hava kararmaya yaklaşırken bizde ayaklanıyoruz Okulun ilerisinde ki durağa doğru. Akşam kızıllığı şehre çökerken içimde tuhaf bir mutluluk var. Sebebi belli ama neden bu kadar garip geliyor bilemiyorum. Ellerini uzatıyor ellerime 'Üşüyorum.' Diyor. O an için mutluluğum tarifsiz. Benden çekinmiyor. Demek ki onun da hisleri var bana karşı. Ben de sevdiğim kız daha fazla üşümesin diye sarılıyorum ona yavaşça ve alnına küçük bir öpücük konduruyorum. Dudaklarımın ona değdiği ilk an oluyor bu. Kimseler yok ortalıkta.
Bir akşam kızıllığı, bir otobüs durağı, bir o, bir ben, bir de Allah şahit oluyor kalbimize dolan ilk aşkın mutluluk veren kıpırtılarına. O gece sabaha kadar onu düşünüyorum. Ertesi gün olsun da okula gideyim diye ilk kez bu kadar can çekiştiğimin farkındayım. Ama o sabah ateşler içinde uyanınca annemden yediğim vetoyla evde PTT (pijama, terlik, televizyon...) formatında iki gün geçirmek zorunda kalıyorum. Telefon açıyorum ona ama telefonu hep kapalı. Acaba bir şey mi yaptım? Yanlış bir şey mi söyledim farkında olmadan diye korkuyorum. En son Ahmet'ten öğreniyorum onun da hastalandığını. 'Oğlum ne yaptınız siz o gün?' diyor muzurca bir ifadeyle. Hiç ses çıkarmıyorum. Sinsice gülmeye devam ediyor. Ders notlarını vermeye geldiğinde.
İki gün sonra tekrar okula gittiğimde ise onu görmenin umuduyla kendi sınıfımdan önce onun sınıfının önüne gidiyorum. Kalbim ağzımdan çıkacak nerdeyse. Kolay değil o günden sonra ilk kez göreceğim. Yağmur'a bakınırken Pelin ve Ahmet çıkıyor sınıftan. 'Erkencisiniz.' Diyorum sırıtarak. Gözüm hala sınıfın içinde Yağmur'u arıyorum. Ahmet koluma giriyor. 'Gelsene biraz. Seninle konuşalım.' Diyor. 'Yağmur nerede?' diyorum telaşla. 'Gel söyleyeceğim.' Diyor sakin bir sesle. O an Pelin'in gözlerini fark ediyorum. Ağlamaktan kan çanağı olmuş.
Ben Çınar, Yağmur'un Çınarı!
O an öğreniyorum asla öğrenmeyi istemeyeceğim tek gerçeği. Bir ömür yalan söylenilse kaldırabileceğim, bana bu kadar ağır gelen gerçeği. Ayakta durmakta zorluk çekiyorum. Yığılıyorum olduğum yere. Nasıl kabul edilir ki böyle bir şey hem de daha 17 yaşında biri için. Hakkında felsefi konuşmalar yaptığım o dört harflik 'ÖLÜM' bu kadar ağır mı gerçekten. Üstelikte daha yaşamadan.
Yağmur'ların evinin önüne Ahmet ve Pelin'le geldik. Tek başıma onu görürsem biliyordum bu erkek halimle ağlamaktan başka bir şey yapmayacağımı. Aşağıdan zile basıp dördüncü katta ki eve doğru merdivenlerden yavaş yavaş yukarı çıktık. Kaç kez geri dönmek istedim tahmin bile edemezsiniz. Korkuyordum. Hem de çok korkuyordum. Almıyordu aklım. 17 yaşında ki düşüncelerim, okuduğum gelişim kitapları, süslü cümlelerim, kurduğum hayallerim. Hepsi boştu. Ne diyecektim karşısına çıkıp? Ben onun sevdiği değil miydim? Hem de çok çok seveceği, sonsuza dek seveceği... Şimdi nasıl olur da onun karşısına hüzünlü gözlerle bakmak için çıkıyor olabilirdim? Nasıl olurda bu gidişe bir son veremeyeceğimi bile bile onun evine gidebilirdim? Hangi yüzle, hangi güçle? Utançtan nasıl bakacaktım ki yüzüne?
En sonunda zillerine bastığımızda kaçacak hiçbir yer kalmamıştı. Kınamayın ne olur beni. Yaşamadan anlayamazsınız bu hissi. Çaresizlik üzerimden bir elbise gibi akıp giderken, sevdiğimin avuçlarımın arasından ansızın göçüp gideceğini bilirken, nasıl bu mahcup, umutsuz ve biçare halimle onunla yüzleşebilirdim ki? Onun odasına geldiğimizde yüzünde ki ışığı fark ettim önce. Daha önce hiç görmediğim kadar güzeldi aslında. 'Nasıl?' dedim kendi kendime. Nasıl bu kadar hayat dolu görünebilir ki?
Yağmur ve ben pek lafa karışmasak da gözlerimiz sanki birbirine bir sürü şey söyler gibiydi. Biliyordum. O lanet dudaklarımdan tek bir kelime çıksa konuşamaz ve saatlerce ağlardım. Sustum! Öyle derin sustum ki, çığlıklarım sanki odada ki herkesi rahatsız ediyordu. Ve gitme zamanı geldiğinde arkama bile bakmadan oturduğum yerden kalktım. Dışarı çıktım. Tam ayakkabılarımı giyeceğim anda açık olan odasının kapısından Yağmur'la bir kez daha göz göze geldik. İşte o an ayağımda ki ayakkabıyı bile nereye savurduğumu bilmeden Yağmur'un odasına daldım.
Yatağında şaşkın gözlerle bana bakan Yağmur'un yanına gelip eğildim. Işıl ışıl parlayan yüzünü ellerimin arasına alıp küçük bir buse kondurdum dudaklarına. 'Seni çok özledim. Çabuk iyileş.' Dedim güç bela. Öyle zor çıktı ki bu beş kelime ağzımdan bir tane fazladan söylemeye mecalim kalmamıştı. Sonra ayağa kalktım ve kapı ağzına gelip son bir kez ona baktım. Artık kirpiğimle yanağım arasına sıkışmış gözyaşı çıkmak için benden izin istemiyordu. Ona göstermek istemediğim için kaçar gibi çıkıp gittim.
Ben Çınar, Yağmur'un Çınar'ı. Yaşamak için ona ihtiyacı olan ağaç. Şimdi o yok bu dünya da. Sadece ben varım. Ama ne gittiğine inanıyor yüreğim, ne de onla yaşadığım anlara. Sanki bir rüya gördüm. Her şey o kadar büyülüydü ki. Kalbimin üstünde ki ağırlık tek gerçek olan, biliyorum sonsuza dek kalmayacak ta. Her yağmur yağışında inceden inceden sızlayacak.
Sözün bittiği yerde, onu son kez gördüğüm yer de, her yağmur ıslatışında bu caddeleri, belki de o bana bir selam yollamış olacak. Umarım uzun sürmez kavuşmamız.
Ben Çınar, Yağmur'un Çınar'ı onsuz hep dallarım kırık kalacak.
SON
Gene şiirkolikte yayımlanan "Çınar'ın Yağmur'u" isimli hikayemin bu kez Çınar'ın ağzından anlatımıdır. Umarım keyifle okursunuz.
Çoğu zaman uzun ve sürükleyici öyküler, hayatın içinden bir dolu yaşanmışlıklar, öyküde kendine has bir çizgi yakalanmış. Kutlamalı Aslıhan hanımı yürekten...👍