Yağmurun Getirdiği Haber

Ne zaman ışıltılı bir bahar sabahı yağmurun uğultusu ile uyansa yatağından, baskı ile buradayım dercesine geçmiş zamanın derin izleri, o bahar gününü hatırlatır hep ona, korkunun ağır bir zırh gibi kara elbisesi geçer üzerine. Korkmak insana özgü en doğal davranışlardan biridir elbet, ama geçmişin yaşanmışlıkları çöküp göğsüne, kalın elleri ile sıkıyorsa boğazını, korku dayanılmaz bir hal alır. Keder de cabasıdır dizlerinde, yüreğinde. Kapalı bir pencere açılır geçmiş günlere bu rüzgarda.


...

Köyün etrafı, tıpkı eski türkülerde söylendiği gibi dört dağ ile çevriliydi. Sabah ezanında dağların gözle seçilebilir aydınlığa erişmesi ile birlikte, kısa boylu ağaçların üzerine buğulu bir duman inerdi. Sis, ta ki güneş doğudaki tepeyi aşıp, köy içinde sarı sarı otları kurutuna dek kalır, sonra silinir giderdi.

Sabahları, büyülü güzelliği ile bu dağ köyünde uyanmak hem mutlu, hemde hüzünlü ediyordu çocuk yüreğini. Hiç arkadaşı yoktu, hepsi aileleri ile birlikte yavaş yavaş, başkaca bilmediği, daha büyük köylere, şehirlere gitmişlerdi. Tek dostu ağılda henüz iki aylık olan, adını bile koyamadığı kuzusuydu.

Arkadaşını, en yakın dostunu, yavuklusunu sevdiği gibi bir zamanlar, seviyordu onu. Kuzusunun masum yüzü, ona çiçek salgınında, daha beşikte ölen kardeşini hatırlatıyordu. Yeni doğmuş insan yavrusundaki masumiyeti, bu kuzunun, bu zararsız ve dünyalar tatlısı suretinde buluyordu. Doğanın en akıllısı insan ve yeri geldiğinde onun yerine tanrıya kurban edilen bu canlısı, bu dağ köyünde zamanın en derin yalnızlığına inat, sımsıkı bir dostluk kurmuşlardı. Onu seyrediyor, küçük yaşına rağmen, onu kucaklayabileceği gücü, ona olan sevgisinde buluyordu. İleride kendisinin nasıl bir yaşam süreceği belirsizliğinden uzak, günler geçiyordu.

Kışları eziyet, zorluk ve binbir güçlükle geçen günler, baharı coşan dereler ile, türküler ile karşılıyordu. Erken gelen kış gibi, geç gelen bahar da şaşılacak olay değildi burada.
Bahardı, nisandı. Köylerin çoğu insansız, insanlar ise umutsuz ve ışıksızdı.
Doğadaki hayvanlar insansızlıktan ve doğanın bu yalnızlığından faydalanıp, kendilerine daha büyük yaşam alanları bulmuşlardı, ancak açlık ve kıtlık içinde devinip duruyorlardı. Aç kalmanın bazen canlıları daha da cesur yaptığından mütevellit, köy içine kadar inen domuzlar, ayılar ve bazende kurt sürüleri oluyordu. Bazı geceler, gözü kör karanlık içinde tüfeklerin alevi ile vahşi hayvan gözlerinin aydınlığı çakışıyor, dağlara doğru sesler yankılanıyordu. Kıt kanaat geçim kaynakları ile hayatlarını idame etmekle uğraşan köylüler, az sayıdaki hayvanlarını kurda kuşa kaptırmak istemiyorlardı.

Geceler içinde bir gece, döşeğinde küçük yorgun gözlerini dinlendirirken, köyün içinden çıldırasıya kurt ulumaları duyuldu. Ardından da üç beş el tüfek sesi. İçini derin bir korku kapladı. Güvende olduğu halde, bu korku üzerinden düşen yorganı tekrar sırtına çekebilecek cesareti bile bırakmadı onda. Uyuyamadı da.

Sabah olduğunda, yağmur toprak damdaki çamuru yıkıyordu. Fırtınanın şiddetinde, doğanın akıl almaz gücünün saklı olduğu gibi, yüreğine keskin bir ağrı çökertecek haberde gizliydi. Daha yüzünü bile yumadan anasından duydu ilk, acı acı bir derin nefes çekti sadece, ağlamadı da, sustu. Kurtlar o gece köyün sayısız küçük baş hayvanını parçalamıştı, içlerinde kuzusu da vardı. O artık yoktu. Koyunun kurt ile kardeşce yaşayabileceği bir dünyayı ümid edebilecek ışık, bilincinde daha canlanamadan söndü gitti.
Ne diyordu Thiago De Mello İNSAN YASASI şiirinde;

"...
MADDE VI
Bu yasaya göre
gerçekleşecektir peygamberin düşü:
kurt, kuzuyla otlayacaktır
ne tat alırlarsa yediklerinden
aynı tadı alacaklardır yine.
..."

Bu balçığa bulanmış çaresizlik içinde, yasalar işlemiyordu, bulutlar bu köyün üzerinde ne de çok eylenmişti bu bahar.


...

Pencerenin öte yüzünde, demir, çelik ve insan yükü ile tüm ağırlığı sarsarak rayları, yağmurun içinden hızla bir tren geçti. Gün gözlerini açarak, karanlığını iyicene soyundu.
Şimdi bir nisan sabahında kederli olmak, yalnızlığın kara bulutlu, fırtınalı bir gece sonrası ansızın ömrüne kuru bir yaprak gibi düşmesini anımsamaktı....

02 Nisan 2010 4-5 dakika 1 öyküsü var.
Beğenenler (8)
Yorumlar (4)
  • 14 yıl önce

    Nesnelerin bizde bir anısı vardır. Bir yatağın bir gömleğin bir çakının.. Öykü kahramanını da bir bahar sabahında geçmişin acı anılarına götürmesinin nedeni böyle bir havada yaşadığı ve içine işlemiş bir korkudur. Yazarın altını çizmek istediği ise'Koyunun kurt ile kardeşce yaşayabileceği bir dünyayı ümid edebilecek ışık, bilincinde daha canlanamadan söndü gitti.' cümlesind toplayabiliriz. Öyküler bir iletişim amaçlı yazılardır. Bunu iyi anlatabilmesi ise öykücünün iyi dil ve üsluba sahip olmasına bağlıdır.. Bu yönüyle de başarılı bir öyküydü. Günün yazısı seçilmesini hak edecek bir şair ve yazar Resul Bey.Nice başarılı yazılarda buluşmak dileğiyle tebrikler.

  • 14 yıl önce

    Yürekten Kutlarim Resul Tebrikler güzel bir Öykü okudum 👍👍👍👍👍👍👍

  • 14 yıl önce

    Öykünün boyutuna göre, giriş uzun sayılabilir. Gelişmeyi belirten "tek dostu, ağılda, henüz iki aylık olan, adını bile koyamadığı kuzusuydu" tümcesinden itibaren, öykünün sonunda kuzunun öleceğini tahmin ediyor okur. Sonuç beklendiği gibi gerçekleştiğine göre, baştayken belli edilmiştir. Alıntı şiir, adeta öykü bittikten sonra eklenmiştir. Konuyla bağlantısını açıklayıcı satırlar makale havası estirmiştir. (Bu arada ı?şık Veysel de akla gelmiyor değil.)

    Şiirde ve yorumda çok başarılı olan yazar, bu alandaki bilgi birikiminin ve deneyiminin izlerini öyküsünde silememiştir. Ancak, yöntemi ne olursa olsun, amacının gerçekleştiği ve hedefine ulaştığı kesindir.

    İçtenlikle kutluyorum.

  • 14 yıl önce

    Doga

    yasam

    hayat

    insan

    toplami

    iste

    ...

    bu kisa öyküde sakli-

    kutlarim

    yazarini yürekten