Yanılgı

Gözlerini üç kere kapatıp açıyor. Yanında çalar saati, yanından hiç ayırmadığı denizyıldızı, cep telefonu, bitirmek üzere olduğu kitabı var. Güneşi görmek ister gibi yatağından hızla kalkıp, pencereye doğru adeta koşuyor. Pencerede kendisini görüyor. Gökyüzü grilikle donanmış gibi. 'Ama ben renkleri böyle bilmezdim ki, insanın içinde sevgi olunca, dolup taşınca, her yer maviye dönerdi' diyor.
Annesi elinde kahve fincanıyla odasına girdiğinde, genç kadın küçük çocuklar gibi şarkılar mırıldanıyor.

'Haydi kızım, bak sana kahve getirdim. Yemek yemedin, bari bunu iç, kendine gelirsin.'
'Laylalaylalaylay... Aaa anne, haydi parka gidelim!'
'Kızım, yavrum...'

Annesi çaresizlik içerisinde kızına bakıyorken, genç kadın şen bir kahkaha atıyor.

'Kemal de gelir. Gelecek değil mi?'
'Kızım, siz...'
'Hep birlikte parka gideriz.'

Kemal, Filiz'in çocukluk aşkı; liseye geldiklerinde ailelerinden gizli evlenip, şehrin bir ucuna taşındılar. Evlilikleri yirmi sene sürdü, Kemal sonunda iş yerinde tanıştığı bir kadınla ilişki yaşamaya başlayınca, Filiz de onları yakalayınca, bu travmaya dayanamayıp, bir süre tedavi gördü. Yaşadıklarının ağırlığında ezilmeye devam ediyor.

'Filiz...'
'Haydi anne, hemen üstünü değiş. Kemal gelecek, parka gideceğiz.'
'Kemal yok Filiz.'
'Neden?'

Başını tavan'a kaldırıp, avizeye bakıp, yerinde zıplayarak kahkahalar atmaya devam ediyor.

'Kemal gelecek, kemal gelecek...'
'Gelmeyecek, anla artık bunu. Boşandınız. O başka bir kadınla evlendi ve bir kızları var.'

Annesi gerçekleri yüzüne birdenbire vurunca, yatağının başucuna, yere oturup, başını yatağına gömüp, ağlıyor.

'Yalan söylüyorsun. Sözleştik biz, parka gideceğiz.'

Annesi yere çömelip, Filiz'in başını okşarken, Filiz çocukluğundan kalma bir şarkıyı mırıldanıyor.

'Bir minicik kız çocuğu bak, duruyor orada hâlâ, anlatamam gördüklerimi, o neşeli çocuğa...'

Gözlerinden yaşlar akıp, sessizliğe gömülürken, birdenbire uzakta, en uzakta gökkuşağının çıktığını görüyor.

'Gökkuşağı! Gökkuşağı! Kemal'le Gökkuşağı'nı seyredeceğiz.'

Koşarak merdivenlerden inip, terlikleri ve pijamalarıyla sokakta kahkahalar atıp, şarkılar söylemeye devam ediyor. Annesi peşinden koşsa da nafile...
Karşıdan gelen arabayı fark etmeyip, hayatının son anlarına doğru koştuğunu bilmeden, öylece koşuyor.


Birini hayatından çok sevmenin, kendisinden çok sevip güvenmenin, geçmişte bir yerlerde sıkışıp kalmanın bedelini herkes öder. Bu bir arabanın altında kalmadan, insanın kendi içinde, kendi yüreğinde yaşadıklarının altında, ağırlığında kalmak da olabilir. Nice Kemal'lere, nice Filiz'lere, nice saadetten uzak mutsuzluklara sarılıyor, sığınıyor, kendi içimizde başka âlemler yaratıp, mutsuzluğumuzun bedelini yine kendimize ödetiyoruz.
Bir anne var şimdi. Kızını kollarında, tam yamacında kaybeden ve çığlıkları kendisini duymaya bile yetmeyen bir anne. Yaşama sevincinin de, hüznünün de yalnızca kızından ibaret olduğu, her şeyini kaybeden bir anne... Kemal, eşi ve çocuğuyla mutluluğun zirvesinde yaşadığı önceki hayatı, çocukluk aşkını, eşini unutmuşken, kızını kanlar içinde görüp, nefessiz kalırcasına ağlayan bir anne var.
Ne yaşarsak yaşayalım, Kemal'ler, Can'lar, Ümit'ler, Sevgi'ler değil; merhameti hayatında her şeyden yalnızca evladına üstün gelen annelerimiz var.
'Bir minicik kız çocuğu bak, duruyor orada hâlâ. Anlatamam gördüklerimi, o neşeli çocuğa...'
Gökkuşağı'na süzülüyor Filiz, elinden tutan ise çocukluğu, o neşeli kız çocuğu oluyor.
Güvenmenin bir hayata mal olacağını kim bilebilirdi ki? Ama bu da bir seçim değil miydi ki?
Güvenmek, mastar eki almış olan bir yanılgılar bütünü. Şimdi biri mutlulukta, diğeri çocukluğuyla birlikte gökkuşağı'nda...
Bir anne'nin gözü yaşlı, başka kimin, ne umurunda?

05 Temmuz 2013 3-4 dakika 77 öyküsü var.
Yorumlar