Yazdan Kalma Bir Gündü

Klasik bir giriş olacağını bende biliyorum ama gerçekten de yazdan kalma bir gündü. Yapacak bir işim, yetişmek zorunda olduğum bir yer yoktu. O günü kendime ayırmaya karar verdim.

Yıllarca mesai saatlerine bağlı olarak çalıştıktan sonra, emekliliğimin ilk zamanlarında bu belirli bir zamanda belirli bir yerde olmak berbat duygusunu atamamıştım içimden. Mesai saatlerine denk gelen zamanlarda dışarıda dolaşırken içimde bir huzursuzluk duyuyor, an'ın tadını çıkaramıyordum bir türlü. Bu mesaiden kaytarmış memur duygusunu atabilmem için üç beş ay geçmesi gerekti.

Kızılay'da birkaç kitapçıya uğradım önce. Yeni çıkan kitaplara göz attım, dergileri karıştırdım. Sonraki durağım hem aldığım dergiye göz atmak hem de bir bardak bira içmek için Sakarya Caddesi'nde bir birahane oldu.

Biramın gelmesini beklerken gözüm yan taraftaki kahvehanenin bahçesine takıldı. Yirmi yedi sene önce o binanın ikinci katındaki bir reklam ajansında çalışmıştım. Ankara'nın tanınmış mafya babalarından birine ait olan bu kahvehanede o zamanlarda at yarışı oynatılırdı.

Bahçede biralarını, çaylarını içip, masalarına serdikleri kupon ve bültenlerle haşır neşir kalabalığa kaydı gözlerim. Birçoğunu yirmi yedi sene öncesinden hatırlıyordum. Yaşlanmışlardı doğal olarak fakat genel havalarında hiçbir değişiklik yoktu. Yüzlerde yine birkaç günlük sakal, sigaradan sararmış bıyık ve parmaklar, gözlerde hırs mı, umut mu, umutsuzluk mu olduğunu bir türlü anlayamadığım o garip ifade, üstlerinde yine bakımsız, buruşuk kıyafetler. Hatta bir tanesi hala yirmi yedi sene önceki ceketini giyiyormuş gibi geldi bana.

Ajanstaki abilerimizden biri de at yarışlarına meraklı olduğundan ara sıra şahit olurdum aralarındaki konuşmalara. Yok filanca yarış için jokeylerden birinden tüyo gelmiş de, yok favori atı yatırıp bir eşeği (yarış kazanamayan at) getireceklermiş de... Neler neler... Adama sorsan "Senin dedenin babası kimdi, neciydi?" diye cevap veremez ama atların alayının yedi sülalesini ezbere sayar. Kim kaç metrede iyi koşar, kumu mu sever çimi mi, yağışlı havada mı iyi gider kuru havada mı... Bu bilgileri içeren defterleriyle gelenler var. Yarış günleri oturup saatlerce derslerine(!) çalışıyorlar. Öğrencilik zamanlarında bu kadar çalışsalardı bugün NASA'da olurdu çoğu.

Ajanstaki abimizden öğrendiğimize göre, içlerinde maddi durumu gayet iyi, şirket sahibi kişilerde varmış. "E madem parası var, neyin peşinde bu adam?" dediğimde "Tutku" demişti abimiz, "Oynamadan duramıyor."

Bir yandan biramı yudumlarken diğer yandan da ağızlarının kenarında sigaraları, büyük bir iş yapıyormuşcasına kuponlarını dolduran kumarbazlara bakıyorum. İçlerinden bir tanesi yıllardır peşinde koştuğu büyük parayı, serveti kazansa, hayatında ne gibi bir değişiklik olur acaba?

"Haydan gelen huya gider, madem böyle bir fırsat geçti elime, akıllı bir yatırım yapayım" der mi?

Bir Avrupa ya da dünya seyahatine çıkıp değişik yerler, değişik kültürler görmek ister mi?

O güne kadar önünden bile geçmeye cesaret edemediği pahalı restoranlarda yer ayırtıp ailesiyle birlikte keyifli akşam yemekleri yer mi?

Çocuklarının daha iyi bir eğitim almalarını sağlamak için girişimde bulunur, planlar yapar mı?

Hiç sanmam!..

Büyük olasılıkla ilk yapacağı şey altına lüks bir araba çekmek olur. Sonra da şimdi oturduğu semtte iyi bir apartman dairesi alır. Yetiştin çocukları varsa onlara da birer yerli araba alır herhalde. O sevinçten sarhoşluk haliyle aldığı evi karısının üzerine yapar büyük ihtimalle. Sonra da peşine takılan birkaç yalakayla birlikte o pavyon senin bu pavyon benim bir hayat yaşamaya başlar. Bir kere kazandığı için yine kazanabileceğine inararak hergün bu sefer daha büyük bir hırsla, daha büyük miktarlarda kumar oynamaya devam eder. Gece hayatı sırasında uyanık bir genç kadının ağına düşüp birkaç yıl içinde elindeki avucundakini yer bitirir. Önce metres gider, sonra araba, ardından karısının üzerine yapmış olduğu ev. Bu arada satışa itiraz etmeye yeltenen kadıncağızın yediği dayak da yanına kar kalır.

Hesabın gelmesini beklerken, birahanenin karşısındaki unlu mamüller satan dükkandan çıkan bir kadın elindeki tepside bulunan susamları alanın ortasına boca etti. Çevre binaların çatı ve pencere pervazlarına konuşlanmış olan milyonlarca (tamam tamam, yüzlerce olsun) güvercin anında meydana pike yaptı. Hesabımı ödedikten sonra güvercinler tarafından tertemiz yapılan meydandan geçerek kumarbazları hayalleriyle başbaşa bıraktım.

Yazdan kalma bir gündü ve yapacak bir işim yoktu.

13 Aralık 2012 4-5 dakika 13 öyküsü var.
Beğenenler (2)
Yorumlar (1)
  • 11 yıl önce

    İbretlik bir öykü diyebilirim. Meşhur atalar sözüdür. ''Hay dan gelen Hu'ya gider.'' herkes de huya diye bilir aslında doğrusu benim yazdığım gibi ''Hu'' yani Allah'dan gelen Allah gider manasında. Ben daha şimdiye kadar şans oyunlarından büyük paralar kazanıp da o kazandığı paralar ile çok büyük işler yapan adamlar görmedim. Geçenlerde bir araştırmada okumuştum zannedersem. Şans oyunlarından büyük paralar kazananların yüzde doksan beşi yaklaşık eski durumlarından daha kötü bir geçimlik durumuna gelmişler. Aslında bir çoğunun psikolojik tedaviye ihtiyacı da var. Bizim ayakkabıcılık mesleğinde tanıdığımız bir ağabeyimiz vardı ta seneler önce o zamanlar oynadığı spor toto kuponları dört beş tane bavul dolusu vardı bize getirdi gösterdi bir keresinde hayret etmiştim. Her şeyini kaybetti spor toto uğruna. En başta da mesleki saygınlığını tabi. Oysa paylaşmak birilerine karşılıksız olarak bir şeyler vermenin hazzına bir varabilse insanlar. Bu o kadar güzel ve tatmin edici bir duygudur ki kelimeler ile anlatılmaz. Güzel bir öyküydü çok beğendim Mehmet bey gönülden tebrikler...👍