Yedi İhtiyar 12
Paralı yem askerler...
Dersan toplantı odasına geldiğinde neredeyse öğle olmaktaydı ama yine de yuvarlak masadaki yeni tahtına otururken kendini esnemekten alıkoyamadı. Hala uykusunu alabilmiş değildi. Günlerden Pazartesiydi ve Pazar gecesi sarayda eğlence düzenlemiş, sabahlara kadar dans etmiş, içmiş, eğlenmişti. Aslında Cumartesi gecesi de sarayda eğlence düzenlenmiş ve Dersan sabahlara kadar eğlenmişti. Aynı eğlencenin benzerleri Cuma, Perşembe, Çarşamba geceleri de düzenlenmişti. Halkın sevgisini haklı olarak kazandığı o günden sonra sarayda sabahlara kadar eğlence düzenlenmişti. Soytarının performansı bu yoğunluğu kaldıramamış, beşinci geceden itibaren daha önce yaptığı esprileri tekrarlamak zorunda kalmış ve sekizinci gecenin sonunda saraydan atılmıştı. Saraya layık yeni bir soytarı aranmaktaydı.
Sabah erken saatlerden beri sultanı bekleyen Pazartesi toplantısı ekibi sultanın odaya girmesiyle ayağa kalktı, tahtına oturan sultanın destur vermesiyle yerlerine oturdu. Dersan yeni tahtı çok sevdi. 'Hah şöyle, insanları şöyle bir yukarıdan görelim. Sultanlığımız belli olsun.' dedi kendi kendine. Bir kez daha esnedi, etrafındakilere baktı, sakadan bir yudum aldı. Gayet sakin bir şekilde, kısık bir sesle, tane tane konuşarak toplantıyı başlattı.
'Efendiler hoş geldiniz. Toplantıya başlamadan önce ilk kararı açıklıyorum. Bundan sonra Pazartesi toplantıları iki haftada bir yapılacak. Ben değerli komutanlarımın, büyücümün, ali hakimimin haftada bir günlerini toplantı salonunda harcamalarını istemiyorum.'
Katip söylenenleri karar defterine toplantıda alınan birinci karar olarak yazdı. Bundan sonra Dersan ilk sözü hazine memuruna verdi. Zaten bu toplantıda bulunması gereken kişiler arasında hazine memuru yoktu. Bir gün önce katılmak isteğini belirtmiş ve bu istek Barsa tarafından uygun görülmüştü. Dolayısıyla önce onun gündemini tartışılıp karara bağlanacak ve sonra ona izin verilecekti. Hazine memuru saygıyla ayağa kalktı ve söze başladı
'Sultanım, hazinemiz gittikçe eksiliyor. Bu şekil gidersek bir ay sonra sıkıntı yaşayacağımızdan korkuyorum.'
Dersan sakindi
'Bunun sebebi nedir hazine memuru? Neden bu sıkıntıyı yaşıyoruz?'
Memur bir müddet konuşamadı. Sebebi en rahatsız etmeyecek şekilde nasıl söyleyebilirdi ki. Düşündü, bir yol bulamadı ama bir sebep de söylenmeliydi
'Şey sultanım. Elbette hepimiz çok memnunuz ama bu gece eğlenceleri çok masraflı oluyor.'
Aslında sebep sadece eğlenceler değildi. Sarayda israf çok artmıştı. Rüveyda saray eşyalarının neredeyse hepsini yenilemişti. Hatta yenilediği eşyaların bazılarından bir hafta içinde sıkılmış ve onları bir daha yenilemişti. Ama bunu sultana değil sefil bir memur, Barsa bile söylemeye cesaret edemezdi.
Dersan yine sakindi
'Koskoca Tahsan sarayı hazinesi gece eğlenceleri yüzünden sıkıntı çeker mi memur?'
Memur mahcup bir şekilde başını önüne eğdi. Ne diyebilirdi ki.
'Haklısınız sultanım, çekmez.'
İstediği cevabı alan Dersan kısık bir ses tonuyla devam etti
'Demek ki asıl sorun eğlenceler olamaz. Asıl sorun halktan alınan vergilerde. Bir ülkenin halkının vergileri sarayda gündüz çalışmaktan yorulmuş insanları geceleri biraz dinlendirmek, biraz eğlendirmek için tertip edilen eğlenceleri bile karşılayamıyorsa durum vahim. Bu hafta vergiler toplanmaya başlasın.'
Memur çekinerek
'Sultanım, vergiler çok kısa bir zaman önce toplandı.' diye maruzatta bulundu. Fakat Dersan kararlıydı
'Demek ki yeterli olmamış. Barsa sen toplantıdan sonra hazineye git, memur otursun ne gerekiyorsa hesaplasın. Sonra da Koral ile birlikte halka git, hakkımız olan vergiyi topla. Vermeyenleri hemen orada yargılayıp cezalandırma yetkisini veriyorum.'
Barsa ve hazine memuru birlikte cevap verdiler
'Emredersiniz sultanım.'
Katip ikinci kararı da yazdı. Hazine memuruna işinin başına gitmesi için izin verildi. Dersan Barsa'ya döndü
'Sırada kim var, kim konuşmak istiyor?'
'General Samil sultanım.'
'Buyrun general.'
General Samil Mirta döneminde de generallik yapıyordu. Tahsanin içindeki asayişten o sorumluydu. Şu anda da aynı görevi yerine getirmekteydi. Daha doğrusu yerine getirmeye çalışıyordu. Barsa yetkilerini yavaş yavaş elinden alıyordu. Aslında Barsa'nın tüm askerlerle ilgili tüm yetkileri eline almak istediği belliydi. Devamlı yeni kararlar alıyor ve genelde komutanlar bu kararlardan askerlerden sonra haberdar oluyordu. Bundan en çok rahatsız olan da General Samil idi. Barsa'ya sinirli bir bakış attıktan sonra ayağa kalktı.
'Sultanım. Burakçıllı haydutlar yine faaliyetlerine başladılar. Üstelik şu an azmış durumdalar. Geceleri güzel kızları kaçırıyorlar. Bunun için kızın ailesini öldürmekten de çekinmiyorlar. Kaçırdıkları kızları burakçıllarla şehir dışına götürüp orada tecavüz ediyor ve sonra da öldürüyorlar. O kadar rahatlar ki bu kızların veya ailelerinin cesetlerini saklamak gereğini bile duymuyorlar.'
Dersan yine sakindi
'Bu şekilde kaç kız öldü general?'
'On kız öldü sultanım. Bu on kızın altısının ailesi tamamen öldürüldü.'
'O haydutlar olduğundan emin misin?'
'Sultanım burakçıl kullandıkları kesin. Ama haydutların burakçıllarını ele geçirdiğimizi biliyorum. Bu durumda iki ihtimal var. Ya haydutlar yeni burakçıllar elde ettiler. Ya da...'
Samil bu noktada Barsa'ya baktı. Çok sinirliydi Samil. Bu yüzünden okunabiliyordu. Barsa dayanamadı
'Ya da ne general?' diye sordu.
'Ya da burakçıllar üzerindeki yeni süvarilerimiz bu işi yapıyorlar.'
Barsa sinirlendi
'Böyle bir şeyi nasıl düşünürsün general?'
'Niye düşünmeyeyim. Hiçbirini hiçbir komutan tanımıyor ki.'
Barsa cevap verdi
'Tanıması gerekenler tanıyor.'
'Yani sen ve Koral. Başka?'
'Bir de ben.'
Bu son cümle sultan tarafından söylenince Samil'e söyleyecek başka bir şey kalmıyordu. Derhal sakinleşti, sultana döndü
'Özür dilerim sultanım, bunu bilmiyordum.'
Dersan yine sakindi. Kısık bir sesle
'Önemli değil general. Görevinizde bu kadar hassas olmanız güzel bir şey. Ama emin olun ki o gruptakileri ben tanıyorum. Böyle bir şeyi yapmazlar. Ayrıca bence de gizli kalmalılar. Tabi bu durumda sizin birinci ihtimalinize yoğunlaşmamız gerekiyor. Haydutlar yeni burakçıllar temin etmiş olmalılar. Bu da gayet normal. Önceki burakçılları nasıl temin etmişlerse bunları da o şekilde temin etmişlerdir.'
Dersan Barsa'ya döndü
'Barsa sen de onları önceden nasıl yakaladıysan yine öyle yakala.'
'Emredersiniz sultanım.'
Üçüncü karar da karar defterine yazıldı. Dersan Samil'e baktı. Sakin bir şekilde
'Başka söylemek istediğiniz bir şey var mı general?'
'Var sultanım. Başkomutanımız görev sırasında alkollü içki içmeyi serbest hale getirdi. Bu karardan sonra özellikle gece muhafızlarımızın neredeyse hepsi gece boyu sarhoşlar. Bırakın şehirde asayişi sağlamayı bizzat kendileri asayişi bozuyorlar. Son bir hafta içinde şehirdeki tecavüz vakalarından beşinin failleri maalesef gece muhafızlarımız. Ceza almaları için gönderiyoruz. Herhangi bir ceza da verilmiyor.'
Dersan bu noktada bir soruyla söze girdi
'Bu kızlar da öldüler mi?'
Samil bu soru karşısında çok şaşkındı
'Anlayamadım sultanım.'
'Kızlara tecavüz eden muhafızlar bu kızları öldürdüler mi?'
Samil hayretler içerisinde cevap verdi
'Hayır sultanım, cinayet yok.'
Dersan gayet sakin, kısık bir sesle tane tane konuştu
'İşte general, muhafız ile haydut arasındaki fark. Muhafızlarımız öldürmüyorlar, ama haydutlar öldürüyorlar. Ben askerlerin içki içmelerinde bir mahsur görmüyorum. Tecavüz olaylarını da abartmaya gerek yok. Muhafızlarımız genç ve uzun zaman kadın göremiyorlar. Ara sıra bu tür taşkınlıklar olur. Normal karşılamak lazım. Ayrıca Noralyalı kızlara yapılınca normal görülen şey Tahsanlı kızlara yapılınca neden yadırganır anlayamıyorum.'
Dersan bu son cümleden sonra kendini tutamadı, kahkahalarla gülmeye başladı. Samil hariç odada bulunan herkes ona katılınca, Samil de en azından gülümsemek zorunda kaldı.
Katip şöyle bir düşündü. Ortada yazılabilecek bir karar göremedi. Dersan Samil'e döndü
'Yeter general. Bu kadar yeter. Başka söyleyeceğin bir şey varsa da söyleme.' dedi. Sonra Barsa'ya döndü
'Başka kim konuşacak Barsa?'
'Sultanım benden başka konuşacak şeyi olan kalmadı.'
'Senin de olmasaydı iyi olurdu ama buyur söyle.'
'Sultanım Forancık büyük bir ordu topluyormuş. Yakında bize saldıracaklar.'
'Orduyu daha toplamadılar yani.'
Bu soru üzerine de Barsa çok şaşırdı
'Hayır sultanım.'
'Hele bir toplasınlar, yola çıksınlar. Sonra düşünürüz.'
'Emredersiniz sultanım.'
Katip düşündü ama yine yazacak bir şey bulamadı. Dersan yaptığı o güzel espriden sonra çok mutluydu. Masaya döndü
'Toplantı bitmiştir. Barsa ve Koral kalsın. Diğerleri gidebilir.'
'Emredersiniz sultanım.'
Herkes çıktıktan sonra Dersan Barsa'ya döndü. Sakin fakat ciddiydi. Tane tane konuştu
'Önce unutmadan şunu söyleyeyim. Samil meselesini usulüne uygun halledin. Nasıl diyeyim, biraz fazla idealist.'
Barsa bu emirden çok memnundu.
'Emredersiniz sultanım.'
Dersan sözlerine Barsa'ya yönelik bir soruyla devam etti
'Bu Forancık ordusu yaklaşık olarak ne zaman harekete geçer.'
'Sultanım yirmi güne kadar harekete geçerler, harekete geçtikten beş altı gün sonra da sınırlarımıza girerler.'
'Onları yenebilir miyiz?'
'Kolay bir savaş olmaz sultanım. Morangiz ordusunun da destek vereceği söyleniyor. Bu durumda yenmemiz çok zor olur. Ayrıca bu savaşı kazansak bile çok güçsüz kalacağız ve Morangizin asıl istediği de bu. Zaten bizden güçlüler. Zayıf düşen ordumuz onların güçlü ordularına karşı koyamaz. Kısa bir süre içinde Tahsanin'e girerler. Zaten bu yüzden bu savaşta Forancık ordusuna destek vermekle yetiniyor. '
Dersan bir müddet düşündü.
'Biz de güçlü ordumuz için işi kolaylaştıralım ve ordumuzu güçsüz bırakmayalım.'
Barsa da, Koral da bu işin nasıl olacağını çok merak ediyorlardı. Dersan
'Bu Forancık ordusundan şu an için halkın haberi yok değil mi?' diye sordu.
'Yok sultanım. Bir gün geleceklerini tahmin ediyorlar ama şu an böyle bir hazırlıktan haberleri yok.' diye cevapladı Barsa.
'Güzel. O zaman uzun süre haberleri olmasın. Az önce bu masa etrafında bulunanlara da tembih edin, halkı gereksiz yere korkutmasınlar.'
'Emredersiniz sultanım.'
Dersan sakadan peş peşe üç dört yudum aldı. Artık planını açıklamaya hazırdı.
'Ülkenin dört bir yanına ilan edip genç erkekleri askere çağırın. İyi bir maaş vaat edin. İstediğiniz kadar maaş söyleyebilirsiniz. Nasıl olsa vermemize gerek kalmayacak. Beş bin, on bin, kaç tane gerekiyorsa o kadar genci toplayın. Askerlik eğitimi vermeye başlayın. Göstermelik olsun. Kılıç tutmayı öğrensinler yeter. Zaten o kadarını bilmeyen olmaz. Forancık ordusu sınırdan girince bu askerler onlara saldırsınlar. Elbette Forancık ordusu onları geri püskürtecek ve onlar da geri kaçacaklar. İşte bu geri kaçıştan sonra Forancık ordusu biraz yıpranmış, yorulmuş, adam kaybetmiş olarak asıl ordumuzun çemberi içine girmiş olacaklar.'
Barsa hayal kırıklığına uğramıştı. Plan bu muydu yani
'Sultanım, bu çok bilinen bir tuzak. Forancık ordusu bu tuzağa düşmez.'
'Karşısındaki ilk ordu bir ordu kadar kalabalık olursa düşerler. İşte bu yüzden diyorum. Beş bin, on bin, yirmi bin. Kaç kişi gerekiyorsa alın. Forancık ordusu karşılarında gördükleri kalabalığın ordunun tamamı olduğuna inanmalı. Yalnız dikkatli olun. Gençlerden hayatta kalan çok olmasın. O kadar maaşı vermeyiz.'
Barsa yutkundu ve Koral'a baktı. Bu sefer Koral da yutkundu. Bu kadar genci yem olarak başka bir ordunun kılıçları önüne atmak Koral'ı bile dehşete düşürmüştü. Yalnız verebilecekleri tek cevap vardı:
'Emredersiniz sultanım.'
Esma ül Hüsna...
Mirta seri adımlarla çardağa gitti. Her zaman oturduğu mindere bağdaş kurdu. Heyecan içinde mektubu açtı. Tahsanin'de vurulduğu gün ve sonrasında neler olduğu hakkında en ufak bir bilgisi yoktu. Yaklaşık iki ay geçmişti bu dağ evine geleli. Ayağı tamamen iyileşmemiş olsa da her türlü hareketi rahatlıkla yapabiliyordu. Daha önce hiç görmediği ve anlam veremediği dikişler faydalı olmuş ve yarası neredeyse tamamen kapanmıştı. O yara bunca süre burada kalmasını zorunlu kılmıştı. Yalnız bu zorunlu kalış o kadar güzel olmuştu ki Mirta için, o günün sabahında sakallı ihtiyara
'Eğer burada kalmanın bu kadar güzel olacağını bilseydim o oku o baldıra ben saplardım.' itirafında bulunmuştu.
Bu söz üzerine sakallı ihtiyar Mirta'ya bakmış ve
'Artık zamanı geldi sultan.' demişti.
'Neyin zamanı geldi ihtiyar.'
İhtiyar bir şey demeden evden çıkmış ve akşam üzeri elinde bir mektup ile dönmüştü.
'Sultan bu mektup sana. Sayra yazmış. Daha uzun sakallı ihtiyardan aldım.'
İşte o mektup önündeydi ve içinde neler yazdığını gerçekten merak ediyordu. İki mehtabın aydınlattığı böyle bir gecede değil mektubu yerde giden bir karıncayı bile görebilirdi.
' Sultanım,
O gün sizinle konuşan sakalları çok uzun ihtiyar sizin hayatta ve emniyette olduğunuzu söyledi. Şu anda ne kadar mutlu olduğumu ifadeye kelimeler kifayetsiz kalır.
Sultanım,
Sizinle ayrılmak zorunda kaldığımız o gece Allah sizi korumuş. Zira eğer sarayda olsaymışız sizi öldürmek için her türlü mel un plan yapılmış.
Sultanım,
Sizin vefat ettiğini bildiğiniz Dersan isimli kuzeniniz meğer hayattaymış. Köse onu Forancık'ta bir aileye vermiş. Zamanı gelince de çağırmış. O gece onu tahta oturtmuş Köse. Şu an Tahsan'da sultan Dersan denen o zalimdir.
Sultanım,
Bu Dersan denen zat halka şirin görünmek için göz boyayıcı bir iki icraat yapmış ve evvela şirin görünmeyi başarmıştır. Hakkını teslim etmek gerekir, o icraatlardan biri kıyamete kadar şirin kalacaktır. Köse'nin kellesini almıştır.Yalnız şu an halk tam anlamıyla kan kusmakta. Asayiş tamamen ortadan kalkmış, eşkıyalık zanaatı bizzat saray tarafından deruhte edilir hale gelmiştir.
Sultanım,
Dersan denen bu zat Esteronya kalesinde vücut üstünde bir erkek kellesi bırakmamış ve bu sayede Forancık ile Morangiz ordularını davet etmiştir.
Sultanım,
Hasılı Tahsan hiçbir zaman bu gün olduğu kadar size muhtaç olmamıştır. Yerim bu ihtiyar dışında bir kişiye malumdur. O kişi de size malumdur.
Aciz Başkomutanınız Sayra.'
Şaşkındı Mirta. Gerçekten çok şaşırmıştı. Mektubu okuduğu sırada yanına gelip karşısına oturan sakallı ihtiyara döndü
'Bu kadar kısa sürede ne kadar çok şey olmuş ihtiyar. Sultan değişmiş, kelleler alınmış, ortalığı eşkıya basmış, yeni savaşlara gebe savaşlar olmuş.'
Mirta gökyüzüne baktı ve devam etti
'Oysa Allah kainatı ne kadar sakin yaratmış. Büyük ay ve küçük ay olmaları gerektiği gece dolunay oldular ve gece boyunca dolunay kalacaklar. Yarın sabah diğer tüm sabahlarda olduğu gibi yine güneş doğacak ve bizi aydınlatacak. Ama insan ne kadar hırslı. O kısacık hayatı ne kadar önemsiyor. Hep daha iyi yaşamak için uğraşıyor ama bu uğraş yüzünden hiç yaşayamadan ölüp gidiyor.'
Mirta ihtiyara baktı
'İhtiyar. Ben buradaki hayatı daha çok sevdim. Yıllarca küçücük bir eve saray demiş, kendimi aldatmışım. Sonra da o sarayın küçücük bir odasına hapsolmuş kalmışım. Oysa asıl sarayım Toyra imiş. Mimarı da Allah'mış. Ben kırk yıl bundan habersiz yaşamışım. Gökyüzü sarayımın tavanıymış geceleri lambelelerle değil de yıldızlarla aydınlanan. Bulutlar hayat kaynağımmış toprağıma bereket veren.'
Bir miktar durdu Mirta. Epey uzun bir süre düşündü ve karar cümlesini söyledi ihtiyara
'İhtiyar, ben burayı daha çok sevdim. Ben gitmek istemiyorum.'
İhtiyar Mirta'ya baktı. İlk defa Mirta'ya bu kadar hayran gözlerle bakıyordu
'Artık vakti geldi sultan.'
'Neyin vakti geldi ihtiyar?'
'Tahtına tekrar oturmanın, sadece Tahsan'ın değil Toyra'nın en büyük sultanı olmanın vakti geldi. Dilden değil, gönülden sultan diyenlerin sultanı olmanın.'
'Neden böyle diyorsun ihtiyar? Sen demedin mi Allah'ın hayatı devam ettirmek için bana ihtiyacı olmadığını.'
'Allah'ın hiçbir vesileye ihtiyacı yoktur. Her şeyi yapan O dur. Bir şeyin olmasını istediği zaman ol der o iş oluverir. Amenna. Yalnız Allah Hakimdir. Hikmetli iş yapar. Bir şeyi bir işe vesile kılar.'
'Bırak o zaman başka biri vesile olsun.'
'Hayırlı bir işe vesilelik vesile olan için bir şereftir sultan. Bu şereften sakın kaçma. Sen önceden kendini halkına sultan görüyordun. Allah'ı buldun. Şimdi o tahta gitmeli ve halkına hizmet etmelisin. Bunu yaparken hedefin Allah'ın hoşnutluğu olmalı. O dediğin gökyüzü halkına da tavan. Ama onlar yıldızları lambele gibi görmüyor. Çünkü o tavan altında huzurlu değiller. O yağmurlar halkının topraklarına da bereket verir. Ama onlar bu bereketten habersiz. Zevkine düşkün bir sultan ellerindekini alıyor. O zaman sana sorarım ey sultan. Halkın nasıl Allah'ı bulacak. Unutma sultan. Senin elinle bir kişinin gönülden imana ermesi üzerine güneşin doğup battığı her şeyden daha hayırlıdır.'
'Güzel söyledin ihtiyar.'
İhtiyarın söyleyecekleri bitmemişti
'Ey sultan. Tahtına oturduğunda adil ol. Allah Rezzak'tır. Denizin dibindeki aciz bir balığın rızkını verir. İnsanların da rızkını verir. Sen halkına verilen rızkı sarayına hapsedip onları aç bırakma. Allah zayıf olana rızkı kolay verir. Aciz bir yavruya, yerinde duran bir ağaca rızık kendi gider. Sen de sakatı, yetimi koru. Onları bul ve rızıklarını ver. Güçlü olan rızık için çalışmalıdır. Bu Allah'ın koyduğu bir kanundur. Aslan rızkı elde etmek için uğraşmalı hatta bazen bir gruba katılıp bir plan dahilinde hareket etmelidir. Sen de halkın içinde güçlü olanların tembelleşmesine asla izin verme. Kanunlarınla onların rızıklarına ulaşmasına yardım et. Allah Rahimdir. Tövbe edenlerin tövbelerini kabul eder. Sen de affedici ol. Allah Cebbardır da. Zalimleri şiddetli cezalandırır. Sen de mazlumun hakkını zalimden almak konusunda korkak olma. Zalimin zulmüne asla razı olma. Allah Kuddüs'tür, temizliği sever. Sen de odanı, sarayını, şehrini, ülkeni temiz tut.'
İhtiyar durdu. Söyleyecekleri bitmiş gibiydi. Bir kez daha Mirta'ya baktı. Gülümsüyordu
'Ben açım ey sultan. Sen de aç mısın?'
'Ben sen gelmeden önce sütün içinde buğdayı yedim. Dur sana da getireyim.'
İhtiyar sözün içindeki imayı anladı
'Neden sütün içinde buğday diyorsun. Lezzetli bir yemek değil mi?'
'İhtiyar, buradan gittiğimde özlemeyeceğim tek şeyin sütün içinde buğday olacağından eminim.'
Gerçekten de burada kaldığı sürece neredeyse her öğün bu yemeği yemişlerdi. İhtiyarın olmadığı bazı zamanlar Mirta avlanmış ve bu sayede av eti yiyebilmişti ama ihtiyarın başka bir şey yediğine de, yedirdiğine de şahit olmamıştı.
Mirta ertesi sabah uyandığında kendini yine o dağ evindeki o yatakta bulunca şaşırdı. Gece ihtiyarların nasıl olduğunu anlamadığı ve asla merak etmediği bir yolla saraya yakın bir yere bırakacaklarını zannediyordu ama öyle olmamıştı. İhtiyarın yatağı da boştu üstelik. 'Peki ben Tahsanin'e nasıl gideceğim, yürüyerek mi?' diye düşündü kendi kendine. Dışarı çıkınca gördüğü eğeri takılmış gece siyahı burakça sorusuna yeterli bir cevap teşkil etmiyordu. Burakça ile dağdan nasıl inecek ve o kadar yolu kaç günde alabilecekti?
O an yola çıkmayı düşünmüyordu elbette ama uzun zaman burakçaya binmemiş ve burakçayı uçarak koşturmayı özlemişti. Asil de bir görünüşü vardı hayvanın.
Burakçaya bindi ve koşturmaya başladı. Üzerinde o evdeki iki kıyafetinden biri olan ihtiyarın verdiği beyaz gömlek ve şalvar vardı ve sabah rüzgarını iliklerine kadar hissediyordu. Burakçasını uçurdu. Bir metre, iki metre, üç metre derken Mirta'nın hiç de beklemediği bir şey oldu. Burakça yükseldikçe yükseldi. On metre kadar yükseldikten sonra hayvanı yere indirdi ve durdurdu. 'Aman Allah'ım.' dedi kendine. 'Bu bir burakçıl.' Sonra 'Bu bir burakçıl.' diye bağırarak gece siyahı rengi asil görünümlü hayvanı tekrar koşturmaya başladı. Uçurdu indirdi. Tekrar uçurdu, tekrar indirdi. Her yeni uçuruşta daha yükseğe çıktı ve bu sayede yükseklik korkusunu yendi.
Sonra tekrar uçurdu Burakçılını. Bu sefer uzun süre indirmedi. Nereden gelmişti bu hayvan. Cevabı belliydi. İhtiyarlar. Nasıl yapmışlardı bunu? İşte bunu bilmiyor ve asla merak etmiyordu. Çocuklar gibi sevinçliydi. Aşağı baktı. Kimsenin kendisini görmediğinden emin olunca sevinçten bağırmaya başladı.
O gün hayvanı dinlendire dinlendire akşama kadar defalarca uçtu. Haliyle burakçıl kullanma konusunda çok amatördü. Uçurma ve yere indirmek için yapılması gerekenleri burakçadan biliyordu. Ama yükseldikten sonra sola sağa dönüşler, istediği yüksekliğe kadar yükselip alçalmalar, sabit bir yükseklikte uçurma gibi konularda henüz çok deneyimsizdi. O gün kaldı. Ertesi gün tekrar uçtu, bir sonraki gün yine ve ondan sonraki gün yine. Beşinci gün epey bir yol kat etmişti. Çok uzman olduğu söylenemese de istediği her türlü hareketi yaptırabiliyordu. Artık Kara ile bütünleşmişti. Kara ismini koydu burakçılına. Klasik bir isimdi ama Mirta bu ismi seviyordu.
Beş yüz metre kadar yükseldikten sonra Karanın boynunu okşadı
'Hadi oğlum, şu dağın zirvelerine doğru bir uçalım.' dedi.
Karayı biraz daha yükseltip dağın zirvesine doğru uçtu ve zirveyi aşıp dağın kuzey tarafına geçti. Aşağılara bakınca gözlerine inanamadı. Bin metre kadar aşağıda uçan onlarca burakçıl vardı. 'Halk içinde anlatılan efsane demek ki doğruymuş.' diye düşündü.
Halk içinde bu dağda oluşmuş bir dağ eteği ovasında vahşi burakçılların yaşadığı anlatılır dururdu. Fakat bunun doğru ya da yanlış olduğunu anlamak imkansız olduğundan bir efsane olarak kalmıştı. Burakçalarla bu dağa gelmek çok zor, dağ eteğinden tırmanmak ise imkansız gibiydi. Alçaldı ve havadaki burakçıllara görünmeden ovada bir yere inmeyi başardı. İleride bir göl ve bu gölden çıkan ırmağı gördü. Sessizce göle doğru yaklaşınca gördüğü manzara çok hoşuna gitti. Havada bulunan Burakçıllardan çok daha fazlası göl kenarında su içiyordu.
Altıncı gün göl kenarına bir iple geldi. Göl kenarındaki burakçıllardan birine yavaş yavaş yaklaştı ama onu kaçırdı. Başka bir burakçıl da ehlileşmek istemedi. Birkaç denemeden sonra bir burakçıla kemendi geçirmeyi başardı. Bundan sonrası hem kendisi hem de Kara için çok zor oldu. Uzun bir uğraştan, defalarca yükselip alçalmalardan sonra burakçıl ehlileşti ve Kara ile birlikte Mirta'nın kaldığı dağ evine uçtu. Mirta'nın artık bir de beyaz Burakçılı vardı. Daha da önemlisi daha fazlasını nereden bulacağını çok iyi biliyordu. Galiba artık gitme zamanı gerçekten gelmişti. Ertesi sabah yola koyulmaya karar verdi.