Yedi İhtiyar 6
Ayyaş...
Büyücü siyah cübbesini giydikten sonra siyah büyücü başlığını saçsız başına itina ile koydu. Kırk yaşlarına kadar kıl namına sadece saç barından o zeki baş sonraki on yıllık zaman diliminde saçlardan da mahrum kaldı. Aynaya şöyle bir baktı. Kesinlikle atmış beş yaşındaki biri için son derece zinde görünüyordu. Cübbenin altındaki siyah gömleğin yakalarını biraz daha dikleştirdi. Her zaman olduğu gibi tüm eşyaları siyahtı. Köseye göre bir büyücü her zaman için etrafına bir parça korku salmalıydı. Az konuşmalı ve en önemlisi her zaman gizemli olmalıydı.
Odasından çıktı ve Büyücüye yakışır bir vakar içinde ağır adımlarla Sultanın odasına doğru yürümeye başladı. Sabahın bu erken saatinde çağırılmasının önemli bir sebebi olmalıydı. Mirta'dan tam anlamıyla nefret ediyordu. Bir sultanda asla bulunmaması gereken bir duygu Mirta'da en baskın duyguydu. Merhamet. İşin kötü tarafı da bu merhamet duygusu zayıflıktan ileri gelmiyordu. Zayıf bir sultanı yönetmek Köse tecrübesinde biri için çok kolay olurdu.
Zeki biriydi Mirta, dirayetliydi de. Bu yüzden her gün iktidarı daha da güçleniyordu. Bu duruma kesinlikle bir son vermeliydi Köse. Mirta'yı yönetmek imkansız olduğuna göre en garanti yol ondan kurtulmaktı. Bir kardeşi olsaydı şu ana kadar çoktan Mirta'yı bir şekilde öldürüp onu tahta oturtabilirdi. Fakat maalesef tahtın bilinen tek varisi şu anda tahttaki kişi olduğundan normal bir büyücü için yapılabilecek tek şey bir sonraki sultanı beklemekti. Ama Köseyi otuz yıl saray büyücüsü yapan gerçek her zaman bilinenlerden biraz fazlasını bilmesiydi.
Sultanın kapısının önünde dik bir şekilde durdu. Kapıdaki iki muhafızdan biri içeri girip Büyücünün geldiğini haber verdi. İçeriden gelen destur üzerine Büyücü odaya girdi. Sayra da oradaydı ve sultan ile birlikte hayretler içerisinde bir bez parçasına bakıyorlardı. Sultan içi dolu bez parçasını Büyücüye uzattı.
'Bu nedir Köse?' diye sordu.
Büyücü bez parçasını eline aldı, içini açtı ve çok geçmeden hükmünü verdi
'Kabus büyüsü Sultanım.'
'Kabus büyüsü öyle mi? Harita sandığının içinden çıktı. Senin bundan nasıl haberin olmaz Köse?'
'Benim hatam Sultanım, kusura bakmayın. Aslında son zamanlarda sarayda bir büyü olduğunu hissetmiştim ama yerini tespit edememiştim. Yalnız sizin kabus gördüğünüzü bilseydim mutlaka bulurdum. Kabus görüyor muydunuz Sultanım?'
Mirta bu soruya cevap vermek istemiyordu.
'Neyse, olan oldu. Şimdi sen bana şunu söyle. Bu büyüyü yapan haini bulabilir misin?'
'Bana iki üç gün verin sultanım. Size onun ismini getireceğim.'
'Sabırsızlıkla bekliyor olacağım. Şimdi gidebilirsin.'
'Emredersiniz sultanım.'
Büyücü kahvaltısını yaptıktan sonra kapüşonlu siyah pelerinini giyerek ağır adımlarla saraydan çıktı, merdivenleri seri bir şekilde indikten sağa döndü ve tavlanın yolunu tuttu. Tavlada burakçasının eğerini bizzat kendi yerleştirdi. Bahçeden çıkmak için saltanat kapısı yerine güney kapısını tercih etti. Takip edilmediğinden emin bir şekilde yarım saatlik bir yolculuk yaptıktan sonra Tahsanin meydanına geldi. Tekrar etrafına baktı. Takip edilmiyordu. Kapüşonunu taktı ve burakçanın üstünde ağır adımlarla Kuzey yoluna yöneldi. Yolda bir müddet gittikten sonra burakçadan indi. Hayvanı yol kenarında bir ağaca bağladı. Dikkat çekmemek için ara sokaklarda yaya yürümeliydi. Burakçasını çalmak isteyen biri çıkabilirdi ama tüm asil burakçalar sahiplerini iyi tanır ve başka birinin emrine asla girmezlerdi. Ayrıca biraz uçma kabiliyetine sahip olduklarından herhangi biri tarafından hırpalanmaları olası bir durum değildi.
On dakika kadar kontrollü bir yürüyüşten sonra ara sokaklarda hiç de nezih görünmeyen bir sakohaneye girdi. Sako, saka içemeyen insanların içebildiği bilumum içkilerin genel ismiydi. Alkollü içkiler de bu kategoriye dahildi. Köse tezgaha gitti, alkolsüz bir meyve suyu aldı. Yalnız başına bir köşede oturan, sızmış görünümlü bir piri faninin yanına oturdu.
'Söyle bakayım nasıl böyle bir salaklık yaptınız?' diye çıkıştı Büyücü.
'Kusura bakmayın Efendim. Arkadaşların acemiliği. Tanıyamamışlar Sultanı.'
'Tanıyamamışlar ne demek. Geri zekalı mı bunlar? Ya sultan ölseydi, daha da önemlisi ya onlardan birini askerler eline geçirseydi.'
Sinirliydi. Bir yudum meyve suyu aldı ve devam etti
İşte o zaman her şey biterdi.'
'Haklısınız Efendim.'
'Ölüm Korusunda ne işleri vardı?'
'Efendim orası rıhtıma yakın. Zengin tüccarlar geliyorlar ve genelde korumasız oluyorlar. Biliyorsunuz paralı askerler için de para lazım.'
'Yirmi tane burakçalı süvarinin tüccar olmadığını anlayamamışlar mı bu salaklar?'
'Onlara burakçalar için saldırmışlar. Sonuçta o kalitede burakçaları para döksek de bulamayız.'
'Neyse ki ucuz atlattık.'
'Allah'tan.'
Büyücü bu son söze sinirlenmişti. Bunu fark eden sızmış gibi görünen adam bu yanlışı düzeltmeliydi
'Yani neyse ki demek istemiştim. Ağız alışkanlığı işte.'
'Neyse Barsa, adamlarına tembih et: Bu sıralar faaliyetlerini askıya alsınlar. Sayra'nın ajanları şu an her tarafta onları arıyordur.'
Barsa da bu ajanlardan rahatsızdı
'Doğru, bir de onlar çıktı başımıza bela. Her gün de artıyorlar.'
'Bunu bela herif baş komutan olunca o hiç sevmediğim Orel'i bile arar oldum. O sadece savaştan anlardı, bu ise tam anasının gözü. Tahsan'daki muhbirleri bir iki seneye neredeyse benimkiler kadar olur. Üstelik diğer ülkelere de ajanlar göndermiş.'
'Morangizde bile ajanları varmış efendim.'
'Akıllı adam, en büyük gücün istihbarat olduğunu biliyor tabi.'
Barsa on yıla yakındır Büyücü ile çalışmaktaydı ve onun sağ kolu gibiydi. Son derece zeki bir patronu olduğunun farkındaydı. Fakat tıpkı şu anda olduğu gibi bazı anlar basireti öyle bağlanıyordu ki ihtiyarın, çok basit gerçekleri bile göremiyordu.
'Efendim. Orel ile Sayra arasındaki farkın asıl sebebi Mirta ile Salman arasındaki fark olmasın. Sonuçta sultandan habersiz böyle bir şeyi yapmış olamaz.'
'Sanmam. Asker muhbirler hala benim emrimde. Böyle bir şey yapmak isterse onları Sayra'ya bağlardı.'
'Belki size ve o askerlere tam güvenmiyordur. Yeni bir ekip kurmak istiyordur.'
'Beni çok sevdiğini zannetmiyorum. Benim koyduğum ve yıllardır uygulanan kanunların neredeyse hepsini değiştirdi ama sonuçta bütün davalar benim verdiğim bilgilere göre yapılıyor ve kararlar onlara göre alınıyor. Bu yüzden de bir güven sorunu olduğunu sanmıyorum.'
'Geçen Pazartesi iki kişi sizin erzakçılarınızdan erzak istediler. Alamayınca da erzakçılara ve size küfrettiler. 'Hani vaat edilen erzak.' diye bağırdılar. İki gün boyunca onları aradık, bulamadık. Sayra'nın ajanları olmalarından şüpheleniyoruz.'
Bu ciddi bir durumdu. Köse saraydaki görevinin beşinci yılında zamanın sultanına bir teklifte bulundu. Her ne kadar ülke refah içerisinde ise de yine de bazı ihtiyaç sahipleri bulunabilmekteydi. Bu yüzden her Pazartesi günü ihtiyaç sahiplerine erzak ve para yardımı yapılması iyi olurdu. Sultan bu teklifi gayet makul buldu ve bu işe bizzat Köse'nin nezaret etmesini istedi. Köse bu erzak ve paraları kullanarak halk içerisinde muhbirler edindi. Muhbirler için ana kural şuydu: Ne kadar zenginleşirlerse zenginleşsinler her zaman fakir olarak görünecekler, komşuları ve akrabaları tarafından fakir olarak bilineceklerdi.
Zamanla muhbirlerden gelen bilgileri değerlendirip gerekli müdahaleleri yapacak bir time ihtiyaç duydu ve bunu da yine aynı kaynaktan sağladı. Barsa timin başına geçince tam anlamıyla profesyonel bir yapıya büründü vurucu tim. Barsa ilk olarak Büyücüye vaadi olan on beş erkek ve yedi dişi Burakçılları tedarik etti. Burakçılları birbirinden habersiz iki farklı Morangiz generalinden satın alabilmek için on altı Pazartesi parasını harcamıştı ama o sıralar sultan olan Salman'ın aynı şey için atmış altı Pazartesi parasını rahatlıkla verebileceği su götürmez bir gerçekti. Bu arada çok az alkollü içki içen Barsa'nın etraftaki lakabı ayyaş idi. Onu görenler az görür ama hep sızmış olarak görürlerdi.
Her ne kadar muhbirler fakir görünmeye özen gösterseler de erzakların devamlı belli kişilere gitmesi ve muhbirlerin özenlerinin zenginliklerini örtememesi fakirler içinde dedikodulara sebebiyet verdi. Özel tim sayesinde dedikoduların önünü almak zor olmadı. Ama Mirta'nın sultanlığında geçen son dört yıl ve özellikle Sayra'nın ajanları ile geçen son iki yılda dedikoduları önleme konusunda tim de yetersiz kalmaya başladı. Bu yüzden erzakın küçük bir kısmı bazı fakirlere dağıtılmak zorunda kalındı. İsteyene erzak vermek zorunluydu ama ehlileşmiş halk istememeyi öğrenmişti. Yalnız Barsa'nın anlattığı bu son olay son derece önemliydi.
'Barsa o zaman büyük plan için acele etmemiz gerekiyor. Paralı asker bulabildin mi?'
'Buldum efendim. Dediğiniz gibi on sekiz tane ve hepsi Forancık ülkesinden.'
'Burakçalar hazır mı?'
'Tahminimizden pahalı tuttu ama onları da tedarik ettik.'
'Para sorun değil. Eksiği tamamlarım.'
'Peki ne zaman kaçıracaksınız?'
'Beş gün sonra küçük ay birinci dördünde, büyük ay ise hilal konumunda olacak. Ondan daha karanlık bir gece bulamayız. O geceyi düşünüyoruz.'
'Tamam, o gece olsun. Aman dikkatli olun.'
Büyücü pelerininin iç cebinden birkaç bez parçası çıkardı ve Baraka uzattı.
'Bu arada. Büyücü Matuk'u biliyorsun değil mi?'
'Bilirim. Sizi pek sevmez. Şehrin dışında oturuyor.'
'Doğru. Bu bez parçalarını yarın öğlene kadar onun evinde bulunabilecek bir yere yerleştirin.'
'Tamam.'
Barak elbette bu işi neden yapması gerektiğini bilmiyordu ama merak da etmiyordu. Tıpkı o adamı kaçırmanın her şeyi bir anda nasıl düzene sokacağını bilmediği ve merak etmediği gibi. Zaten bu yüzden Büyücünün en güvendiği ve en uzun süre çalıştığı kişi olmayı başarmıştı.
Büyücü artık gitmeliydi. Daha ayağa kalkmadan Barsa ayyaş ağzıyla bağırmaya başladı:
'Eee, sıktın be ihtiyar. Dır dır, içersem içerim. Sana ne?'
Sakohanenin işleticisi tezgah gerisinden müdahale etti:
'Tamam ayyaş tamam. Hadi ihtiyar, sen de boşuna uğraşma. Bu kafayla seni anlamaz zaten.'
Büyücü sessiz bir şekilde Sakohaneyi terk etti. Saray yolu boyunca Barsa'nın attığı şüphe beynini kemirdi durdu.
Acze düşürmeyen merhamet, derin bir aşkı kontrol edebilen irade...
Büyücü odadan çıkınca sultan Sayra'ya döndü. Harita sandığını gösterdi.
'Ne dersin Sayra? Köse bu kadar ileri gidebilir mi sence?'
'Sultanım sizden sonra eski düzeni bozuldu. Bu yüzden sizden çok hoşlanmadığı kesin. Yalnız tahtın tek varisi siz olduğunuza göre sizin ölmenizi isteyemez.'
'Bu durumda bu büyü daha çok anlam kazanmıyor mu? Öldürmeyecek ama bunaltacak. Bunalımda bir sultan daha rahat kontrol edilemez mi?'
'Ne diyeyim Sultanım. Çok doğru bir mantık ama bunu Köse yapmıştır diyebilecek bir bilgiye sahip değilim. İsterseniz bu günden sonra takip ettireyim.'
'Hayır, buna gerek yok. Takip ettirmez zaten. Ondan şüphelendiğimizi anlamasın. Adamlarından yeni bir haber var mı?'
'Halk içinde ekser çoğunluk Köse'den ciddi anlamda korkuyorlar. Bu da konuşmalarına engel oluyor. Konuşabilecek kadar cesur olanların anlattıkları da hep kulaktan kulağa aktarılan efsaneler. Somut bir olay anlatamıyorlar.'
'Pazartesi yardımları ne durumda?'
'Fakirler içinde böyle bir yardımı hiç duymayanlar var. Ajanlarımız haberdar ediyorlar. Bir müddet sonra alıp almadıklarını sorunca aynı fakirler ihtiyaçları olmadığını söylüyorlar. Biz de iki ajanımızı fakir kılığına soktuk ve erzakçılara gönderdik. Hiçbir yardım alamadılar.'
'Bu çok önemli ama tek başına bir şey göstermez. Neyse şimdi bu konudan daha önemli bir konumuz var. O bize saldıran burakçıllıları araştırmaya başladın mı?'
'Efendim şu anda tüm ajanlarım bunu araştırıyor. Ama doğrusu Büyücünün anlattıkları sanki biraz mantıklı geldi bana.'
'Bana da.'
'Morangizlere bir elçi gönderelim mi sultanım?'
'Hayır, bunun bize ne faydası olur ki? İnkar etseler ispatlayamayız, kabul etseler cezalandıramayız. Uzak bir ihtimal olsa da onlar yapmamışsa burakçılların peşine düşer ve büyük ihtimalle bizden daha önce ulaşırlar. Biz onlardan önce ulaşsak da bunun için savaşa girmekten kaçınmazlar. Sınıra adam gönderdin mi?'
'Gönderdim Sultanım. On beş burakça değiştir dedim. Üç günde varır sanırım. Ama Halagi intikamcıları o burakçıllarla çoktan kaçmış olurlar.'
'Onları yakalayamayız ama sınır muhafızları onları görmüşse bu hem Morangizlerin yaptığını ispatlar, hem de bizi boşuna arama zahmetinden kurtarır.'
'Haklısınız sultanım.'
'Peki Sayra, çıkabilirsin.'
'Emredersiniz Sultanım.'
Sayra çıkarken ağır davrandı. Bunun devlet işleyişindeki anlamı belliydi. Sultana bir soru sormak istiyor fakat direk sormayı usule aykırı buluyordu. Bu durumda inisiyatif sultana aitti. İsterse onun sormasını olanaklı kılar, isterse görmezden gelirdi. Mirta tercihini olanaklı kılmaktan yana kullandı:
'Merak ettiğin bir şey mi mu var Sayra?'
'Var aslında Sultanım ama...'
'Buyur sor. Her nasıl soru olursa olsun iznin var.'
'Sultanım o büyüyü Büyücünün yardımı olmadan nasıl buldunuz?'
'Rüyamda gördüm. Daha doğrusu artık kabul etmem gerekiyor galiba Sayra. Allah gösterdi. Sayra, bu rüya beni etkiledi. Şimdi dışarı çıkıp dünkü ihtiyarı aramam gerekiyor. '
'Biz arayalım, onu size getirelim Sultanım.'
'Görmedin mi Sayra, öyle istediğin an bulunabilecek birine benziyor muydu hiç.'
'Doğrusu hayır Sultanım. Daha önce böyle birini ne duymuş ne de görmüştüm.'
Aslında aklına yedi ihtiyar geliyordu ama bunu Sultana söyleyemezdi.
'İşte bu yüzden Sayra, ne sen ne de askerlerin gelmeyecek. Boşuna yorulmayın.'
'Peki siz nasıl bulacaksınız bu kadar kişinin bulamadığını?'
'Ben sadece hazır olduğumu göstereceğim ve onun beni bulmasını bekleyeceğim. Dün biri bana şu an söylediklerimi söyleseydi katıksız deli olduğuna hükmederdim ama şu an başka çarem yok.'
'Ben muhafız birliğini hazırlayayım o zaman.'
'Anlamadın galiba Sayra. Ben yalnız gidiyorum.'
'Nasıl olur Sultanım. Daha dün suikast girişimi oldu.'
Gülümsedi Mirta
'Merak etme Sayra. Hissediyorum, Allah beni koruyacak.'
Sayra'nın itiraz etmek üzere olduğunu gören Mirta
'Bu bir emirdir Sayra, yalnız gidiyorum.' Diyerek knuşmayı sonlandırdı.
Mirta tebdili kıyafet halk içinde dolaştığı anlarda olduğu gibi orta gelirli bir Tahsan vatandaşı nasıl giyinirse o şekilde giyindi. Aslında halk içinde dolaştığı anlarda Sayra ve muhafız birliği de tebdili kıyafet Sultana yakın yerlerde dolaşır ve aksi bir durumda onu koruyabilecekleri mesafeyi her zaman muhafaza ederlerdi. Ayrıca hepsi asil burakçalarını bırakıp atlara binerlerdi. Oysa bu gün Mirta'nın yanında muhafızlar yoktu. Ayrıca atını da alamazdı. Ormanın içine dalıp epey uzaklara gitmeyi planlıyordu ve bunu ancak burakça ile başarabilirdi. Burakçanın üzerindeki sultan eğerini çıkarıp normal bir eğer yerleştirdikten sonra şöyle bir baktı, gülümseyerek burakçanın kulağına eğildi.
'Eğerini hallettim ama bu Noralyalı kız görüntünü nasıl değiştireceğim.'
Burakçaya binince burakçanın yürüyüşünün de oluşturmak istediği ambiyansa pek uymadığını fark etti ama bu saatten sonra yapabileceği bir şey de yoktu. Planladığı üzere saltanat yoluna hızla daldı ve burakçasını kilometrelerce bazen koşturdu, bazen uçurdu. Durmak istediği bir yerde durdu. Ne on dakika önce bulunduğu yerden ne de on dakika daha gitse varacağı yerden farkını bilmiyordu o yerin ama orada durdu ve bağırmaya başladı.
'İhtiyar, sakallı ihtiyar.'
Bekledi, cevap gelmedi. Bir daha bağırdı. Yine cevap gelmedi. Aynı şeyi defalarca yaptı ama cevap alamadı. Sonra yine kilometrelerce gitti, başka bir yerde durdu ve yine bağırdı. Yine cevap yoktu. Bu şekilde o gün akşama kadar ihtiyarı aradı. Ertesi gün de aynı şeyi yaptı ama yine bulamadı. Üçüncü gün üçüncü kez durduğunda ilk iki bağırmasına cevap alamdı. Üçüncü kez
'İhtiyar, sakallı ihtiyar.' diye bağırdığında ağaçların arasından elinde asasıyla bir ihtiyar yola çıktı.
'Beni çağıran kim?' dedi.
Mirta ihtiyara baktı. Aradığı ihtiyar o ihtiyar değildi.
'Kusura kalma ihtiyar, ben seni çağırmamıştım.'
'Hayır beni çağırdın.'
'Seni çağırmadım ihtiyar.'
'İhtiyar dedin. Ben ihtiyarım. Sakallı dedin, ben sakallıyım. Şimdi de seni çağırmadım diyorsun.'
Mirta dayanamadı, güldü.
'Senin sakalın benim aradığım ihtiyarın sakalından daha uzun.'
'Tamam o zaman, sen sakallı ihtiyar istedin, Allah sana daha uzun sakalısını gönderdi. Sakal daha uzun olunca Allah'ı arayana Allah'ı anlatamaz mı?'
Bu söz Mirta'yı beyninden vurdu. Aradığı ihtiyar kesinlikle buydu. Yavaşça burakçadan indi.
'Madem o ihtiyarsın. O halde bana Allah'ı anlat ihtiyar.'
'Her şeyi yaratan O'dur. Görünen ve görünmeyen alemler onundur. Gökyüzünü bir kubbe yapan, geceyi gündüze, gündüzü geceye dolayan O'dur. Her şeye yakın olup her şeyin O'na uzak bulunduğu zattır O. Haksız yere adam öldürmeyi yasaklar. Kibri hiç sevmez, cömertliği ise sever. İşte bu yüzden ey Sultan, mütevazi ol ki yücelesin, cömert ol ki mülkün ve hükmün artsın.'
'Ey ihtiyar, söyle bakalım. Bir şey kendisine yakın olandan nasıl uzak olur.'
'Şu ağaçlar arasından görünen güneşe bir bak ey Sultan.'
Mirta güneşe baktı.
'Bak, ışığıyla seni ağaçların arasında bile buldu. Yani o sana yakın ama sen ona uzaksın.'
'Güzel söyledin ihtiyar. Peki şu soruma cevap ver: Alçalan nasıl yükselir, eksilen nasıl artar? Kullanılan şey nasıl çoğalır?'
'Güçlüsün, kuvvetlisin ey Sultan. Nasıl başardın bunu?'
İhtiyarın buradan bir yere varmak istediği belliydi. Varmak istediği yol da haliyle Mirta'nın cevabından geçiyordu. Bunun farkında olan Mirta ihtiyara yardımcı oldu.
'Çok çalıştım ihtiyar. Küçüklüğümden beri eğitim aldım, çalıştım çabaladım.'
'Yani güçlü olmak için güç harcadın. Gücü biriktirmek güçlü yapmıyor, güç harcamak güçlü yapıyor.'
Mirta şöyle bir düşündü ve hak verdi
'Güzel söyledin ihtiyar.'
'Ey Sultan Allah'ı afaki de arayabilirsin, enfüsi de. Senin sarayın kendi kendine oluşamayacağı gibi bu mükemmel yer ve gök sarayları da bir mimar tarafından yapılmıştır. Dolayısıyla yaratılmış her şeyde ondan güzellikler bulursun. Bu afaki tefekkürdür ve güzel bir yoldur. Ama sen enfüsi tefekkürü de ihmal etme. Kalbine in. O'nu orada bulursun.'
Mirta ihtiyarın gözlerine baktı. Afaki tefekkürü anlamıştı. Enfüsi tefekkürü de kalbine inince anlayacaktı. Yani şu an anlaması mümkün değildi
'Denerim ihtiyar.'
Mirta burakçasına bindi, gitmeden önce son kez ihtiyara baktı. İhtiyar son sözlerini söyledi
'Sen sultansın. Adil ol. Bu arada seni sana rağmen korumaya çalışan Sayra'yı hep kendine yakın tut.'
Gülümsedi Mirta
'Buralarda mı?'
'Buralarda.'
Mirta bağırdı
'Hadi Sayra, beni takip et.'
Burakçasını dört nala süren Mirta'yı biraz ilerideki ağaçların arkalarına saklanmış olan Sayra ve dört muhafız dört nala takip etti. Sakallı ihtiyar yolda gidene hayran hayran bakan daha uzun sakallı ihtiyarın yanına geldi.
'Eee, daha uzun sakallı ihtiyar. Öğrenebildi mi?'
'O zaten içinde duymuş gelmişti. Ben sadece yolculuğu başlattım. Ama o bana iki şeyi öğretti.'
'Nedir bunlar?'
'Soru sorma ve güzel kimden gelirse gelsin güzel diyebilme.'
Daha uzun sakallı ihtiyar döndü ve sakallı ihtiyarın gözlerine baktı. Sakallı ihtiyar gözleriyle aynı yükseklikte gözlerdeki manayı okudu
'Gözler sözlerden daha iyi taktir eder daha uzun sakallı ihtiyar. Sor sormanı beklediğim soruyu?'
'Neden bunu seçtin?'
'İki şey gördüm onda.'
'Nedir o iki şey sakallı ihtiyar?'
'Acze düşürmeyen bir merhamet ve derin bir aşkı kontrol edebilen bir irade.'
'Bunlar iyi bir sultanda olması gereken özellikler.'
'Doğru, olması gereken özellikler. Eee daha uzun sakallı ihtiyar söyle bakalım. Tamam mı?'
Daha uzun sakallı ihtiyar bir müddet yola baktı, sonra tekrar yüzünü sakallı ihtiyara döndü ve cevabını verdi
'Tamam sakallı ihtiyar, tamam. İhtiyarları topla. Buna dua edelim. Hem de çok edelim. Çetin bir yol bekliyor onu. Şeytan yaklaşmak için çok yer bulacak.'
Sakallı ihtiyar daha uzun sakallı ihtiyarın gözlerine baktı. Anlamamıştı bu son söylediklerini. Daha uzun sakallı ihtiyar bir cümle daha söylemeliydi:
'Ben sarayda enfüsi yolculuk yapan birini görmedim.'