Yılkı

Virane'ye arada sırada gelen bir amcamız vardı. Nihat Bey... Sokağın sonunda, Altıparmak Caddesi'ne çıkmadan soldaki, beyaz badanalı, mavi kapılı küçük evde oturuyordu. Yumuşak huylu, sakin, sessiz, mazlum, güler yüzlü, esmer, uzun boylu, zayıf, haddinden fazla yıpranmış, vaktinden önce çökmüş bir adamcağızdı. . Ürkek, korkak, çekingen, kuşkulu bir hali vardı. Her gelişinde yüzünde, kollarında bereler oluyordu Bazen de bir ayağını çekiyor, topallayarak yürüyordu. Define ona ne zaman bu konu hakkında soru sorsa:

_ 'Sorma, dört basamak merdivenden kaymayayım mı?' 'Ah! Başımı bir kaldırdım, ağacın dalına alnımı çarpıverdim.' 'Pencereyi açmak için çektim çektim, açılmadı; hızla bir çektim, dudaklarım parçalandı! Bak alt dişim de sallanıyor, çıkacak.' 'Banyoda ayağım kaydı, düştüm de dizkapağım yerinden oynadı. Ondan topallıyorum.' gibi şeyler söylüyordu.

İki ayda bu kadar kaza bela gelir miydi bir adamın başına? Bütün belalar da Nihat Amca'yı mı buluyordu? Bize, bir şeyler gizliyor gibi geldi. Acaba birileriyle kavga mı ediyordu? Birileriyle ya da belli birisiyle dövüşüyor muydu? Her gün mü kavga edecek, her gün mü dövüşecekti? Her uğradığında yeni bir yara bere, sakatlanma...

Son geldiğinde yüzünün muhtelif yerlerinde yanıklar vardı. Kaynar su ile haşlanmış gibi...

_ 'Geçmiş olsun, arkadaşım! Ne oldu? Nasıl oldu bu yanıklar?' diye sordu Define. Adamcağız kızara bozara:

_ 'Dün sabah çaydanlık elimden kaydı, masanın üstüne düştü. Sıçrayan su yüzüme geldi. Çok fena yandı her yerim! Hemen buzlu suyla ıslattığım bir havluyu yüzüme kapattım; aynı işlemi defalarca tekrarladım, bir saat boyunca. Çok şükür, acısı geçti ama kabardı, yer yer su topladı. Göz kapaklarıma da geldi. Bak! Allah, gözlerimi korudu!..' dedi.

Biz inanmaya çalıştık, inanır gibi olduk ama on beş yirmi dakika kadar sonra Müjgân Hanım geldi. O da aynı sokakta, onun evinin karşısında, bakkal dükkânının yanında oturuyordu. Elli yaşlarında, sarışın, kısa boylu, şişman, sarı boyalı kısa düz saçlı, tipik mahalle karısı... Dede'ye minik bir köşe rafı sipariş etmeye gelmiş. Üzerine telefon koyacakmış. Nihat Bey'i görünce yanlarına sokuldu, hal hatır sordu. Bir iskemle çekip oturdu. Beraberce sohbet etmeye başladılar. Galiba bir fırsatını kollamış olacak, laf arasında Nihat Bey'e dönerek:

_ 'Bu defa da haşlamış! Çok üzüldük ama yapacak bir şey yok, Nihat Bey. Bu yaştan sonra ayrılmak da olmaz. Kader...' dedi, herkese duyurmak istercesine.

Anlaşıldı ki eşinden dayak yiyor, arından diyemiyormuş. Adamcağız tekrar kıpkırmızı oldu. Cevap da veremedi. Konuşsa, konu biraz daha açıklığa kavuşacak, iyice yalancı çıkacaktı:

_ 'Allah korusun! Tabi efendim. Ayrılan ayrılana... Şimdilerde ne kadar da çoğaldı, değil mi? Adliyelerde boşanma davası dilekçeleri yığılmış. Duruşmalar aylarca ötelere atılıyormuş. Fakirlikten efendim. Ekonomisi bozuk olan ülkelerde boşanma oranları yüksekmiş. Ekonomiden açılmışken, banka faiz oranları yüzde dokuzdan yüzde yirmiye yükseltilmiş. Haberiniz var mı?' diye, ustaca laf karıştırdı.

Biz deşelemedik, konu kapandı gitti. Beş on dakika kadar sonra da bir bahaneyle kalktı. Vaziyeti kurtardığını sanıyordu. Arkasından konuşulacaklardan haberi yoktu. Müjgân Hanım, daha o sokak kapısından çıkmadan anlatmaya başladı:

_ 'Bunun o kadar cadı bir karısı var ki evlere şenlik! Her gün dövüyor, bir yerini morartıyor, yaralıyor bunun. Eline ne geçerse kafasına fırlatıyor! Tabak, çanak, terlik... Döverken döverken, bir gün elinde kalacak! Adam uslu, garip, kimsesi yok Bursa'da. Bulgaristan göçmeni... Biraz da safça... Kadının karşısında ağzını açamaz! Bak ben gelince nasıl kaçtı? Şefika duysa, burada beraber oturduğumuzu, konuştuğumuzu; gözlerini oyar, ceplerine koyar!..'

_ 'Müjgân Hanım. Gıybete giriyoruz! Şimdi o yok burada. Gıyabında konuşmayalım. Doğru olmaz. İşitenler de günaha girer, durduk yerden.'

_ 'Ama ben olanı anlatıyorum. İftira atmıyorum ki!'

_ 'Olmayanı anlatmak, iftira; olanı anlatmak, gıybettir. Haberi nakletmekte pek mahzur olmasa da yorum yaparken gıyabında konuşmak, tamamen gıybettir. Zannın çoğu da iftiraya girer. Şefika Hanım'la helalleşmelisin.'

_ 'Ne yapalım canım, bir punduna getirir, helalleşiriz.'

_ 'Hah, işte o zaman olur da ben nasıl helalleşeceğim? Ya bu çocuklar?'

_ 'Siz bir şey demediniz ki!'

_ 'Demedik ama duyduk. Biz de iştirak etmiş olduk günaha!'

_ 'Aman! Bu o kadar kötü, öyle mi? Duyanı dahi günaha sokacak kadar!'

_ 'Evet, ya! Bir gıybet, otuz altı zina günahı!..'

_ 'Aman Ya Rabbi'm!..'

_ 'Ya, çok sakınmak lazım!'

_ 'Az önce ?faiz' dedi ya... Bir dirhem faiz de aynı şekilde, tam otuz altı zina günahı!'

_ 'Canım o tefecinin aldığı avanta paradan bahsetmedi ki neden haram olsun? Onlar ocak söndürüyorlar, o yüzden yasaklanmış. Bunu devlet veriyor.'

_ 'Olsun! Faizin her çeşidi haramdır. Özellikle ?her çeşidi' diye belirtilmiştir. Banka faizi de dâhil... O faizler yüzünden ekonomik denge bozuldu. Enflasyon, aldı başını gitti! Bir ekmek kaç liraydı, kaça çıktı! Her şey ateş pahası!'

_ 'Vallaha, ben anlamam o işlerden de, Necmettin Bey, sen beni korkuttun.'

_ 'Neden?'

_ 'Neden olacak? Ben bugüne kadar o kadar çok kişi hakkında konuştum ki hangisiyle helalleşeceğimi bilmiyorum. Bazıları da rahmetli oldu. Hesabımız mahşere kaldı. Faiz desen... Faizler yüzde beşten yüzde dokuza çıktığında, bizim eski evi sattık, parasını bankaya, vadeli hesaba yatırdık. Faize koymasak, evin parası küçüldükçe küçülecek. Alıp yiyoruz, harammış. Ne olacak şimdi?'

_ 'Enflasyonist dönemde gayrimenkul gibi altın gibi şeyler satılmaz. Mal mülk fiyatları artar, paranın değeri düşer. Gelecek yıl siz o ev parasına bir oda alamazsınız, üzerinden bir yıl daha geçince, bir oda takımı bile alamazsınız. Paranız erir gider.' dedim.

_ 'Ev eskiydi zaten. Tamiri de masraf açacaktı. Satalım da kurtulalım, dedik. Keşke satmasaydık!.. Bak şimdi içim yandı!.. Bahçesi küçüktü ama bir meyve ağaçları vardı içinde! Çiçekler... Cennet gibiydi.'

_ 'Madem öyle... Altın bari alsaydınız.'

_ 'Altın da insana düşman! Nerede saklayacağız onu?'

_ 'Bankada kasa kiralarsınız.'

_ 'Cahillik ne kadar kötü! Bak gördün mü okumuş insanları? Annem babam vaktiyle okutmadılar bizi. Biz dört kız kardeştik. En küçüğümüz oğlan oldu. Onu okuttu babam. Şimdi binbaşı, Kırıkkale'de... Kim bilir, belki bizi de okutsaydı, bir şeyler olurduk. Bir yerlere kâtip falan...'

Bir süre daha oturdu, iki çay içti gitti. Aramızda, olayın kritiğini yapmaya başladık. Konuyu ben açtım:

_ 'Güç de her şey gibi emanet... Bir zaman geliyor, erkekler de yaşlılık ya da hastalık nedeniyle güçlerini kaybediyorlar. Gücü yetenler tarafından şiddete maruz kalıyorlar. Hele onları döven; hanımları veya evlatlarıysa bunu kimseye söyleyemiyorlar.' dedim. Mahir:

_ 'Bazıları da kuvvetleri yerinde olduğu halde, üstlerine birkaç kişi birden yürüdüğü için hepsiyle birden baş edemiyor, kendisini savunmaya çalışsa da iyi bir dayak yiyor. Fakat yiğitlik var ya serde; susuyor, dışarıya belli etmiyor.' dedi.

_ 'Çoğu Türk kadını da öyle değil mi? Herkes demez, diyemez ki dayak yediğini! Dayak eşeğe bile yakışmaz. Onu da bir Yaratan var. Neticede, onun da Sahibi var. Ne yazık ki toplumumuzda şiddet, önemsenmeyecek boyutta değil! Dayak yiyen kadın oranı, saptananın belki on katıdır. Çünkü milletimiz arlıdır. Örf ve adetlerimize bağlı bir milletiz. Aile içinde olanlar, ifşa edilmez. Ayıptır. Utançlarından itiraf edemeyen 'Kol kırılır, yen içinde kalır.' diyen kadınlar çoğunlukta... Hatta kırsal kesimdekiler: 'Kocalar döver de sever de...' diye güler geçerler. Artık iyice kanıksamışlardır, o tür sorulara kulak asmazlar. Bu demek ki; ülkemizde kadın, daha asırlarca dayak yemeye devam edecek.' dedi Neşe.

_ 'Şiddet gören kadınlar, devletçe veya bazı derneklerce düşünülüyor ve onları barındırmak için sığınma evleri yapılıyor. Fakat erkeklerin neler çektiğini soran yok! Onlar, para getirirken baş tacı; yaşlanınca, hastalanınca, güçten düşünce, yılkı... Eşinden dayak yiyen, sokağa atılan, cami avlusunda yatan erkekler var.' dedim. Akif:

_ 'İslam tarihinde Hazreti Ali gibi 'Bana bir harf öğretenin kölesi olurum!' diyen bir rehber şahsiyet varken, öğrencisinin öğretmenini dövdüğü devirdeyiz. Oğullarından, kızlarından dayak yiyen çok sayıda insan var.' dedi.

_ 'Arlı bir toplumuz. 'Aile sırrı dışarıya çıkmaz! Bir evin içinde her şey olur.' denir, susulur, sabredilir. Oysa söylenmeli ve çareler geliştirilmeye çalışılmalı. Devlet, her yere, herkese el uzatmalı da nasıl? Her şey parasal güce bağlı... Onun da ekonomik kaynakları sınırlı... Vergiler gerektiği gibi tahsil edilemedikçe, yolsuzluklar önlenemedikçe eli kolu bağlı kalmaya mahkûm... Her şey finansmana dayanıyor.' dedim.

_ 'Bir mahalle halkı, güç birliği yaparak, halinden haberdar olduğu birkaç düşkününe yetemiyorsa; nüfusun hızla arttığı dönemde devlet onca mazlumun halini nereden bilecek ve bunca kişiye nasıl kol kanat gerebilecek? Bunlar sessiz kitle...' dedi Orçun.

_ 'Bence, camilerin geniş kütüphaneleri, aşevleri ve hatta garibanların barınabilecekleri, han gibi bir konaklama yerleri olmalı. Maddi durumum çok iyi olsaydı, erkek sığınma evi açmak isterdim. Kadın, derdini anlatabiliyor, bir yere hizmetçi veya bakıcı olarak falan girebiliyor ama bir erkek, ne derdini diyebiliyor, ne de bir aileye sığınabiliyor.' dedim. Define:

_ 'Genellikle erkekler güçlü oldukları için zayıf olanı dövüyorlar ve şiddetle kınanıyorlar. Oysa güçlü olan kadın kocasını dövdüğünde takdir ediliyor. Kadın erkeğe el kaldırdığında daha fazla dayak yiyeceği için: 'Erkeğe el kalkmaz!' derler. Genellikle parasızlık, çocuk sayısı ve iki tarafın ailelerinin müdahalelerinin artması, dayak oranını arttırıyor. Kıskançlığın etkisiyle şiddet, bir tarafın yaşlanıp çirkinleşmesi, diğer tarafın ağırlaşıp uslanması nedeniyle gün geçtikçe azalma gösterebilir. Bu kıskançlık meselesi benim de başıma geldi. Çok çektim ondan, çok!..' dedi.

_ 'Anlatsana dede! Çok merak ettim. Ne oldu? Nasıl oldu, yani? Neler geçti başından?' diye atıldı, Neşe.

_ 'Aman yahu! Size de bir şey çıtlatmaya gelmiyor! Hemen soru yağmuruna tutuveriyorsunuz insanı.'

_ 'Yani, anlatmayacak mısın?'

_ 'Anlatacağım tabi de şimdi değil. Ne bakıyorsunuz yüzüme öyle melul melul? Siz bana az mı ettiniz? Neydi o şakalar? Hâlâ oturamıyorum. Her yerim çürümüş! Sanki ben şiddete maruz kalmıyorum! Sadece yöntemi farklı...'

_ 'Şimdi sen de bizi meraklandırarak mı intikam alıyorsun yani?'

_ 'Eh! Tam karşılığı olmasa da... Kısasa kısas!'

***
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 58

02 Temmuz 2010 10-11 dakika 92 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar