Yine Anılar

Yine Kastamonu ... yine anılar. Aslında buna anılar dememek lazım. Anımsamalar demek daha doğru.

Her Mayıs köy , her Mayıs yeşil , her Mayıs oksijen. Her dönüş yazı . Oksijenden sanırdım hep. Anımsamalarmış meğer.

İstanbul göçü nedeniyle yaşlılar ve emekliler kalmış köyde. Kalmış derken onlar da iyi gün konukları. Havalar ısınınca gidiyor , soğuyunca dönüyorlar. Köydeki eş , dost ve akrabaları onlara küçük bir bahçe için yardımcı oluyorlar. O küçücük bahçeye fasulye , pancar , mısır , salatalık , domates , biber her şey sığdırıyorlar. Sulama zamanları gelince dağlardan bin bir zorluklarla getirilen suları nöbetleşe birer gün kullanıyorlar. Bu yüzden köyün devamlıları yazlıkçıları sevmiyorlar.

Köyün devamlıları derken beş mahalleden oluşan köyümüzdeki bizim Aydınlar mahallemiz dokuz haneden oluşmakta. Devamlısı ise sadece üç hane. Diğer mahallelerde de durum aşağı yukarı aynı. İşin en ilgin yanı ise bu üç hanenin hepsi birbirleri ile dargın.

Çocukluğumdan kalan anılarda ise bırakın büyüklerin dargınlığını , kavgalarını ; çocukların
kendi aralarında kavgası bile yok.

Şimdiye kadar siyasi , sosyal , ekonomik konularda hiç yazmadım. Sanırım hiç de yazmayacağım. Sanırım sorun makrolarda değil mikrolarda. Düşünüyorum , bu insanlar neden dargın. Neden konuşmuyorlar. Dokuz hanenin paylaşabildiğini üç hanenin paylaşamaması mı bütün sorun? Bütün bir yıl yiyebileceği ürün birkaç kilo iken toprakları hıncahınç doldurması niye ?

Bütün bunlara rağmen insanları karşılayan ağaçlar , kuşlar , kediler , köpekler, dereler , sincaplar. Hiç biri de : 'Ne yüzle geldin' demiyorlar.

Her yıl bunları anımsıyorum işte. Onların beni bildiği gibi kalmak en güzeli . Ayakkabılarımı çıkarıyorum ilk önce , toprağa hürmetimden.

Yılda bir defa gittiğim halde mahallenin köpeği havlamıyor bana . Tanıyor besbelli.
Kediler üşüşüyor bahçedeki bir yıldır boş kalan bakır kasenin başına. O eve birilerinin geldiğini anlıyorlar sanki.

Kuşlar , sincaplar dolanıyor etrafta. Onlara göre insan demek yiyecek demek. Attıklarımızla dünya doyabiliyorken bizler bir türlü doymuyoruz . Artık 'gereksinim' diye bir kavram yok.

Orada , benim köyümde bir dünya var. O dünya İstanbul'un , Ankara' nın , Türkiye'nin , dünyanın aynısı. Orada bir Coğrafya var. Orada değişen bir Coğrafya var. Orada bir tarih var.
Orada değişen bir tarih var.

Ahşap evlerin , oymalı kapılı banyolarında şofbenler var. Tahtaların üstlerinden çivilerle tutturulmuş bütün evi dolaşıp , makinelere bağlanmış elektrik , telefon kabloları var.

Tarlaların içlerinde dikili elektrik direklerinin diplerinde bitmiş otlar var. Üstlerinde dolaşan börtü böcek , tellerine konmuş serçeler var.

Coğrafyayı değiştiren insanlar var. Tarihi değiştiren insanlar var.

Değişen insanlar var. Doğa kendisini öldüren teknoloji ile bile kucaklaşırken , birbirlerine darılan insanlar var.
Kuş seslerini , rüzgarın sesini , suyun sesini dinlemek varken midesinin sesini dinleyen insanlar.

02 Ocak 2014 2-3 dakika 21 öyküsü var.
Yorumlar