Yürek Alfabesi

Gurbetçi bir ailenin en küçük çocuğuydu Fikret. Sarışınlığı ve renkli gözlü oluşunu baba tarafına borçluydu. Almanya'dan Türkiye'ye yaz tatili için geldiklerinde herkes onu turist zannederdi. Türkçe konuştuğu zaman, yüzlerde garip bir şaşkınlık ifadesi oluşurdu. Almanca ve İngilizce'yi çok iyi derecede biliyor olması ona ilerleyen yıllarda büyük avantajlar sağlamıştı. Dört yıl önce ise ailece Türkiye'ye kesin dönüş yapmışlardı.

Fikret, üç yıldızlı bir otelde resepsiyon görevlisi olarak çalışıyordu. Devlet kapısı için sınavlara hazırlanmaktansa arkadaşının babasının otelinde işe başlamak ona daha cazip gelmişti. En büyük hedefi ise ileride kendi işini kurmaktı.

Otel çalışanları, sıcak bir günün sabahı yeni bir haftaya daha merhaba demişlerdi. Fikret, peş peşe gelen telefonlara karşısındaki kişinin diline göre cevap yetiştirmekle meşguldu. Hasan, bekleme salonunda klimaya yakın bir koltuğa oturmuş, elindeki gazeteye göz gezdiriyordu. Bir yandan da Fikret'i takip ediyordu. Eskisi gibi yine karizma, saçları hiç seyrekleşmemiş, hafif göbeklenmiş, siyah gözleri oltu taşı gibi parlıyor. Mübarek sanki iki farklı ülkenin vatandaşını yutmuş gibi nasıl da çatır çatır konuşuyor. Çevir kanalı değişsin dili' diyordu içinden.

Hasan, bir süre sonra ayağa kalkmak için hamlede bulundu. Fakat telefonla konuşan Fikret, elini aşağı yukarı ritmik hareket ettirerek Hasan'a oturmasını ima etti.
Hasan, tekrar yerine yerleşti. Koltukta bir sağa bir sola dönüp duruyor, bacak bacak üstüne atıyor beş dakika bile dolmadan tekrar bacaklarını serbest bırakıyordu. Parmakları, koltuğun üzerinde klavye üzerinde yazı yazıyorcasına hareket halindeydi. Nihayet Fikret'in görüşmesi bitmişti. Hasan, hemen yerinden kalkmış, Fikret'in yanı başına kadar gelmişti. Fikret, bir Hasan'a bir de elindeki listeye baktı ve 'Günaydın dostum. Bugün çıkış yapıyorsun ha!' dedi gülümseyerek.

Hasan, başını iki yana salladı ve dudaklarını büktü.

'Evet son günüm ama bir hafta daha kalmak istiyorum. Şu anda dönüş için kendimi hazır hissetmiyorum.'

'Bu ne demek şimdi! Sen benim alelade bir müşterim değilsin ki tabi efendim, derhal diyeyim ve oda anahtarını teslim alayım. Olmaz! Oğlum ne yap ne et karını ve çocuklarını da tez vakit buraya getir ya da bırak Antalya'yı, ilk uçakla evine git.

'Arkadaş dedim senin oteline geldim. Kovuyorsan eğer ben de başka otele geçerim.'

'Sen de görmeyeli, bir hayli duygusallaşmışsın. Ne kovması! İstersen aylarca kal. Para senin, tercih senin. Ben Ayşe ve senin geleceğini düşünüyorum'

Fikret, çalan telefonun sesiyle Hasan'a 'izninle' dedi ve diğer hattan da yardımcısına derhal yanına gelmesini emretti. Hasan, yeni bir rezervasyon daha yapmış ve danışmayı yardımcısına teslim etmişti.

Fikret, Hasan'ın omzunu tuttu ve 'Burada hiç susmayan telefonlar bize rahat vermeyecek. Hadi gel de lobiye geçelim' dedi ciddi bir ifadeyle.

Fikret ve Hasan aynı mahallede yıllar önce top sonra da kız peşinde koşmuşlardı. Fikret'in babasının yurt dışında iş bulması, dostluklarının mektup ve telefonla sürmesine neden olmuştu.

Hasan, çocukluğundan beri tam bir kitap kurduydu. Amatörce şiirler de kaleme alıyordu. Dil Tarih Coğrafya Fakültesinin Kütüphanecilik Bölümünde okumak onun için en büyük hayaldi. Sınav sonrası ilk tercihinde istediği bölüme yerleşmesi onda büyük bir mutluluk yaratmıştı. Ayşe ile de orada tanışmıştı. Kampüsteki arkadaşlığı kısa sürede aşka dönüşmüştü. Okul bittikten sonra bir süre daha flört etmişler ve sonunda hayatlarını birleştirmeye karar vermişlerdi.

Birbirlerini severek ve anlaşarak evlenen her çift gibi arada sırada ettikleri kavgalar için bunlar evliliğin tuzu biberi diyorlardı. İlerleyen yıllarda acının dozu ve tuzun fazla miktarı dillerini olduğu gibi içlerini de yakmaya başlamıştı. Bir süre sonra evin içinde ne kendilerinin ne de dünyaya getirdikleri çocuklarının tadı tuzu kalmamıştı.

Hasan ve Fikret lobiye geçmiş, soğuk içeceklerini karşılıklı yudumluyorlardı. Kısa bir sessizlikten sonra Fikret, Hasan'ın diz kapağının üzerine eline koydu ve 'sorun ne?' diye sordu babacan bir tavırla.

Hasan'ın gözleri dolu doluydu. Yutkundu ve elindeki peçeteyle ağzını sildi. İçi o kadar
sıkıntılıydı ki, paylaşmak için can atıyordu.

'Yürek alfabemden dökülen kelimelerimi sıkıca aklımda tutup sonra gökyüzüne savurmak, hatta beyaz tebeşirle kara geceye içimdekileri yazmak sonra da ayın şahitliği ve yıldızların huzurunda 'ben buyum'diye haykırmak istiyorum.

Sonra yeni günün doğmasını bekleyip güneşin sarı eteklerine siyah gözlerimle düşüncelerimi kara kara işleyip gece ne isem gündüz de oyum demek istiyorum.'

'İlginç! Söyle bakalım benim şair ruhlu dostum, bunları neden yapmak istiyorsun?'

'Başta eşim ve iş arkadaşlarım olmak üzere kainattaki bütün insanlara içim ve dışımın bir olduğunu ispatlamak için.'

'Bu sence çok mu önemli?'

'Elbette ki önemli. Ben ne geceyim ne gündüzüm. Sadece gökyüzüyüm. Anlatabildim mi?'

'Pek anladım sayılmaz. Kavrayabilmem için kurduğun cümlenin başına küçük bir parantez açsan!'

Hasan, pet şişeden bardağına biraz daha su boşalttı ve bir yudum daha içtikten sonra sözlerine devam etti.

'Açık ve net bir şekilde söylüyorum. Duruma göre kara, duruma göre beyaz değilim; ben tek rengim. Özüm de sözüm de birdir. Yirmi dört saat sonra gün değiştiren saatimden, gününü tamamlayınca farklı bir aya atlayan takvimimden bile daha sabitim. Değişen ben değilim çevremdekiler ama bunu kimseye kabul ettiremiyorum.'

'Bırak insanlar hakkında nasıl düşünürlerse düşünsünler. Vicdanın, seni kuru yerde, kuş tüyü yataklardaki kadar rahat yatırıyorsa problem yok demektir. Kişilerin düşüncelerine düğüm atamazsın. Çünkü çoğu zaten doğuştan kördüğümdür. Çözmek ise bir hayli zaman alır. Bir şey söyleyeceğim ama lütfen kızma. Belki de insanlar senin değişmeni bekliyor. Değişmeme konusunda gösterdiğin direnç, insanlar tarafından yargılanıyor olamaz mı?
Hem az önce sabitim dedin. Bunun sonu sabit fikirliliktir biliyorsun değil mi?'

'Senli benli olduğum arkadaşım böyle konuşursa diğerlerini düşünmek bile istemiyorum artık.'

'Değişim sandığın kadar kötü bir şey değil. Hatta değişmek gelişimdir.'

'Ama ben kötü bir insan değilim. Yüreğimin kalıbını; tutum ve davranışlarıma doğru bir şekilde çıkaramıyor muyum acaba. Sen en yakınımdaki kişisin. Lütfen açık konuş benimle. İşe yaramaz, lüzumsuz bir adam mıyım ben?'

'Estağfurullah o nasıl söz! Yüreğin kalıbı, herkeste aynıdır ama ölçüsü kişiye göre değişiklik gösterir. Senin ölçülerin başkalarının değer yargılarına uymaz, başkalarının ölçüleri de sana. Kişilerin fikirlerini ve önyargılarını değiştirmek zordur. Bırak isteyen istediği gibi düşünsün. Sen de abartma her şeyi. Akıntıya gereğinden fazla kürek çekmek, bazen yorar ve hatta boğar insanı. Neden ilişkinizi evlilik nehrinin doğal akışına bırakmıyorsunuz. Bu çok mu zor?'

'Kusura bakma ama dostum sen bekar olduğun için beni anlayamıyorsun!'

Fikret'in yüzü asılıvermişti. Kaşlarını çatarak karşılık verdi.

'Evli değilim ama akıllıyım. Aklın yolu da birdir.'

Hasan, Fikret'in gözlerinin içine bakarak Simon WEIL'in 'Aklıyla övünen kişi, hücresinin genişliğiyle gururlanan mahkuma benzer' sözünü sana hatırlatmak isterim.' dedi alaylı bir biçimde.

Fikret, Hasan'ın nokta koyduğu cümlesine bir virgülle devam etti.

'Ama bilmediğin bir şey var Hasan. Hayat, kütüphane raflarına dizdiğin kitapların satır aralarındaki gibi yaşanmıyor. Hele evlilik farklı bir kulvar. Bunun ne eğitimi ne öğretimi var.

'Siz deliler gibi aşıktınız birbirinize. Ne oldu da bu noktaya geldiniz inan anlayamıyorum.'

'Ayşe, durmadan benim sevdiğim adam gitti, yerine başka biri geldi deyip duruyor. Bu lafına çok bozuluyorum inan!'

'Sormuyor musun neyim değişti diye!'

'Her şeyin diyor ve sırtını dönüp gidiyor. Aslında ben değil değişen Ayşe! Eskiden hiç bu kadar şikayetçi değildi. '

Hararetli konuşmalarının orta yerinde Fikret'in aniden ayağa kalkışı ve bakışlarını dış kapıya doğru çevirmesi Hasan'ın da bakışlarını aynı yöne çevirmişti. Şık bir elbisenin altına giydiği yüksek topuklu ayakkabısıyla zarif adımlarla kendilerine doğru gelen uzun boylu, kumral saçlı bayan Ayşe'nin ta kendisiydi.

Fikret ve Hasan ayağa kalktılar. Fikret 'Ayşe'ciğim ne iyi yaptın da geldin. Ben de Hasan'a seni sorup duruyordum. Peki çocuklar nerede?' dedi meraklı gözlerle.

Ayşe, Hasan'a kaçamak bakışlar atıyor bir yandan da Fikret'e cevap veriyordu.

'Anneme bıraktım çocukları. Yalnız geldim.'

'Harika! Hemen size çift kişilik güzel bir oda hazırlatayım. Sizi memnun etmek için otelde seferberlik ilan edeceğim bilmiş olun!

Hasan, Ayşe'ye 'otursana' dedi gülümseyerek. Ayşe, Hasan'ın hemen yanına oturdu. Fikret, 'Arkadaşlar ben müsaadenizi isteyim. Bir şeye ihtiyacınız olursa yerimdeyim' dedi ve uzaklaştı yanlarından.

Hasan ve Ayşe birbirlerinin gözlerinin içine bakıyor fakat dudakları bir türlü kıpırdamıyordu. Suskunluğu Ayşe bozdu.

'Çocuklar seni çok özlediler. Hele Mehtap! Babam ne zaman gelecek diye her gece seni soruyor.'

Hasan'ın elleri titriyordu. 'Peki ya sen! Beni hiç özlemedin mi?' sözü bir çırpıda dökülüverdi dudaklarından.

Ayşe, elini Hasan'ın elinin üzerine koydu ve 'evet' dedi gülümseyerek. Ardından 'sen gittin gideli ilişkimizin geçmişini ve şu anını sorgulayıp duruyorum. Sanırım ikimiz de zaman içerisinde değiştik. Ama hâlâ eski Ayşe ve Hasan'ı istiyoruz. Neden şimdiki halimizle, duygu ve düşüncelerimizle ilişkimize devam etmiyoruz ki!' dedi.

Hasan'ın gözlerinin içi parlamıştı. 'Beni artık sevmediğini düşünmeye başlamıştım. Meğer ne kadar yanılmışım. Bir müddet ayrı kalmamız iyi mi oldu ne! Daha sağlıklı düşünebiliyoruz ne dersin!'

Hasan, Ayşe'nin yanağına bir öpücük kondurdu ve elinden tutarak ayağa kaldırdı. El ele tutuşarak Fikret'in yanına gittiler. Fikret, elindeki anahtarı Hasan'a doğru uzattı ve 'İyi tatiller diliyorum. Sizi ağırlamaktan mutluluk duyacağım' dedi dostlarına gülümseyerek.

Arkadaşlarının arkasından bakarken 'Kendi kendini değiştirmenin ne kadar güç olduğunu düşünürsen başkalarını değiştirmeye çalışmada şansının ne kadar az olduğunu anlarsın' sözünü Voltaire boşuna dememiş diye düşündü Fikret.

Telefonlar yine susmuyordu. Fikret, yine aynı klasik konuşmalarına devam ediyordu.
'Eyşan Otel. Buyurun efendim. Evet boş yerimiz mevcut. Ne kadar süre kalacaksınız? Otelimizden memnun kalacağınızdan eminim. Görüşmek üzere efendim!'

08 Eylül 2011 10-11 dakika 47 öyküsü var.
Yorumlar (3)
  • 12 yıl önce

    Değerli Seçki Kurulu'na ve arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Nice öykülerde görüşmek üzere. Saygılarımla.

  • Aysel abla öykünü beğenerek okumuştum ve seçileceğine kani olmuştum dün kendi kendime..Tebrikler..Zaman terbiye ediyorsa birbirinden sıkılan insanları ne ala..Zaman da telafi etmezse ayrılıkları ve kırgınlıkları yaşamak çok zorlaşır dünyada..Kalemine sağlık...👧👍👍👍

  • 12 yıl önce

    Teşekkürler Sevgili Şule Meryem'ciğim senin gibi usta bir kalemden bu övgüleri almak çok hoş. Sevgilerimle.