Yûsuf û Züleyha / Sabr-ı Âşk

Aşk denilince akla gelen ilk aşıklar ya Leyla ile Mecnun'dur ya Kerem ile Aslı ya da Ferhat ile Şirin'dir. Fakat istisnasız  şehir yahut oba efsanelerinden birer örnek olarak önümüze çıkan eserlerdir aslında her biri. Aşk kimi zaman çöllerde bir berduş, kimi zaman dağlarda bir maşuk, kimi zamanda yangınlar içerisinde yanan bir âşık olarak karşımıza çıkmıştır. Ama aslında bunların hepsinden daha yüce daha kutsi bir aşk vardır ki Ken'an diyarından Mısır diyarına uzanan bir yolculuğun sonunda keşfedilen hem mağrur hem cefakeş hemde çilekeş gecen hikayenin, derinden derine gam eken, yürekleri burkan bir aşk masalından, yalvarış hikayesine doğru uzanan bir efsane daha vardır. Yûsuf û Züleyha!
Evet, meleklerden bile daha güzel, sanki nur perdesi ile yüzüne duvağ serilmiş bir güzellikte nur saçan bir güneş parlaklığında olan Yûsuf ile, Mısır'ın güzeller güzeli azizesi, Mısır'ı ay yüzlü kadını Züleyha'nın aşk hikayesi. Yûsuf bir peygamber Züleyha ise kibre, hırsa, asalete, güce ve zenginliğe doğru gözü dönük olan bir kraliçe gibiydi. Kendisine köle olarak gelen Yûsuf'a vurulmuş, ancak kendisine haram kılınmış bir güzelliğe aşık olmuştu. Zira Züleyha hem evli hemde Mısır'ın yüce tanrısı Amon'un cariyesiydi. Bir köleye göz koymak ya da bir köleye aşık olmak asla ona göre bir iş olamazdı. Bu çok küçük düşürücü bir durum olurdu, keza kanunlara göre kaidelere aykırı bir davranış olur ve suçlanırdı cezalandırılırdı. Hem Yûsuf iffetine düşkün biri idi, değil bir kadına bakmak hele kadın birde evli, başkasına ait ise asla bakamazdı. Kadının güzelliği kendisini her ne kadar büyülesede Rabbine sığınır ve kendisini nefsine tutsak olmaktan dolayı yardım diler ve Rabbine sığınırdı. Züleyha sadece Yûsuf'un güzelliğine hayran kalmış ve ona sahip olmak istiyordu. Her ne yaptıysa asla Yûsuf'a sahip olamıyordu, Yûsuf Rabbinden korkup Rabbine sığınıyordu. Bir günahın aleti olmaktansa zindanları, kırbaçları diliyordu. Asla günahkar olmak istemiyordu, iffetine zeval gelmesindense tenine değecek her kırbaca razıydı. Gözlerine değecek olan güzelliğin günahındansa zindanların karanlığına razıydı. Züleyha ise dayanamıyordu, her gün yeni bir plan yapıp Yûsuf'un iffetindeki güzelliğe sahip olmak ve güzelliğini şevke dönüştürüp bedenini ele geçirmek istiyordu. Aslında ona olan bir aşkı vardı, maalesef ki şeytanın vesveselerinden ötürü aşkı şevke dönüşmüş gözleri kör eylemişti. Sonunda o nihai gün gelmişti Züleyha planlarını devreye koymuş ve Yûsuf'a tuzaklar kurup kendi dairesinde ona sahip olacaktı, lakin düşündüğü gibi olmadı. Yûsuf Züleyha'ya teslim olmaktansa ölmeye bile razıydı. Kaçmak istedi ve kaçarken Züleyha gömleğinin arkasından bir parça kopartıp yırtmıştı. İşte bu olay Yûsuf'un günahsız olduğunun bir işaretiydi ancak dönemin şartlarından ötürü Yûsuf suçlu olarak görülmüş ve zindanlara atılmıştı. Fakat Yûsuf icin orası bir zindan değil, iffetinin kurtuluşunun bir ödülüydü. Züleyha ise aşık olduğu adamı kaybetmiş ve onun varlığından mahrum kalmıştı.

Zaman geçtikçe Yûsuf zindanda kalarak Rabbine daha da çok yakınlaşmış, Züleyha ise sarayda sevgili hasreti çekiyordu ve bu hasret sıla özleminde bir yangın oluyordu. Zaman geçtikçede özlem bağrını yakmış hazinesini Yûsuf uğruna harcamış, sarayından bile feragat etmişti. Her gitti yerde Yûsuf'un kokusunu alıyor her yerde onun adını zikrediyordu. Öyle ki sebebi olduğu günahtan ötürü gençliğini, güzelliğini kaybetmişti, ayrıca Yûsuf'a  olan özlemden dolayı her gün gözleri iki pınar olup akmasından dolayı kör dahi olmuştu. Karanlık dünyasında tek bir Yûsuf vardı. Çünkü onun güneşi sıla hasreti çektiği sevgilisiydi. Aşkından biçare düşmüş olduğu sevgiliye yanıktı. Kim bilir belki her yerde bir imkansızlık bir olamamazlık vardı; ancak aşkın atə;şinin önüne kim geçebilirdi ki. Yûsuf her gün kendi Rabbine dualar edip günahlardan korunuyorken, Züleyha tanrılarına dua etmesine rağmen hatta cariyesi olduğu Amon'a dilenmesine rağmen hiçbir yardım görmüyordu. En büyük çaresizlikler içerisinde kalmış ve battıkça da batmıştı. Yasak aşkın önüne geçebilecek hiçbir tanrının gücü yoktu yanında.
Keza tanrılarının kendilerine bile bir hayrı yokken, nasıl olurda Züleyha'ya yardım edebilirlerdi. Nihayet Züleyha yaptığı hatanın farkına varmış, taştan altından ya da bakırdan yapılmış tanrılara tapınmaktan kendini geri çevirmiş ve sevgilinin tapındığı Rabbe yönelmişti. Yûsuf'u kendisinden bile koruyan Rabbe, sığınarak kendisine vermesini, en azından son bir kezde olsa görmek istiyordu onu. Evet en azından son kezde olsa onu dünya gözü ile görebilmek kokusunu hissedebilmek, sesini duymak. Sevgiliye olan sıla hasretini bir nebzede olsa dindirmek istiyordu. Aradan onca zaman geçmişti yinede Züleyha unutamamıştı Yûsuf'unu, silememişti yüreğinden hatıralarını ya da aşkın ateşini söndürememişti. Söndüremezdi de aslında, çünkü öylesine aşık öylesine vurgun olmuştu ki belkide dünyanın görüp görebileceği en yüce aşk ona bahşedilmişti. Kim bilir belki bir ceza belkide bir ödüldü bu. Züleyha halinden şikayetçi değildi aslında, Yûsuf'a duyduğu aşk  o kadar masum o kadar serin bir meltem gibiydi ki, alıkoymak istemiyordu, mahrum etmek istemiyordu kendini. Gün geçtikçe daha da çok seviyor daha da cok özlüyordu. Kim bilir aşkın manası belkide Züleyha'nın yüreğinde hissettiği ve yaşadığı hayatta saklıydı. Aşk hem cefa idi hemde ödül.
Durmadan dua ediyor, bıkıp usanmadan Yûsuf'a kavuşmayı diliyordu 40 yıl. Evet, uzun yıllar boyunca aşkından bir nebzede olsa hiçbir şey kaybetmemiş tam aksine aşkına aşk katmış yüreğine azap ateşleri yerleştirmişti. İmkansız aşkın ilk kurbanlarından ilkiydi kendisi. İlk çile çeken, ilk aşk mağduresiydi kendisi, sıla hasretinde kalan ilk kadındı. Aşk ile sınanan ilk insandı, çünkü sevgilisi bir peygamber kendisi ise bir azize hemde evli olan bir kadındı. Aradan uzun yıllar gelip geçti, Züleyha her yerde Yûsuf'un adını anar olmuştu, Rabbe sığınmış ve ondan diliyordu bıkmadan usanmadan. Bir ananın özleminde bir yetimin gözyaşlarında bir şehidin son şehadetindeki esrar gibi anıp duruyordu sızlayan yüreğinde. Yûsuf ise zindandan kurtulmuş hatta Mısır'a aziz olmuştu, büyük Mısır'ı yönetenlerden biri olmuştu. Zaman kendisine Züleyha'yı unutturmuş hatta kendisine böylesine bir aşkın yaşadığından dahi bihaberdi. Devlet meseleleri yahut dîni vacibelerden kendini alıkoyamamış kendisi için kör olan görmeyen gözlerden mahrumdu. Mısır eskiden Züleyha'ya cennet bahçesi kadar güzel, saray gibi muazzam iken şimdi bir zindan gibi karanlık, cehennem gibi yangın yeriydi. Çünkü sevgili kendisinden habersin ve yoksundu. Yapayalnızdı Züleyha, tek başına kalmış bir aşkın tek muhafızı gibi çaresizdi. Dilinde Yûsuf'una döktüğü ağıtlar, acının çığlıkları vardı ve bir o kadarda aşkın dillendiği büyülü kelimeler vardı. Yûsuf'a ise Mısır eskiden zindan kadar karanlık cehennem gibi keder dolu iken şimdi evi gibi yumuşak rüzgar gibi serindi. Hem saygı görüyordu hemde övülüyordu. Lider olmuştu artık, Züleyha bir köle gibi divane gezerken kendisi görmüyor duymuyordu, kendisine aşk ile söylenen ağıtları.

Nihai zaman gelmişti artık, Rab Züleyha'nın dualarına cevap vermek istiyordu. Yûsuf'a Züleyha'yı emrediyordu, kendisine cehennem yangının ateşinde bir aşkla bağlı olan kadına dönmesini onu görmesini ve zevcesi olarak edinmesini istiyor ve bunu emrediyordu. Çünkü yıllardır Züleyha'nın çilesi, günahının kefaleti olarak görüldü. Bu zaman değin ne böyle bir aşk görüldü ne de öteki zamanlarda görülebilirdi. Aşk ilk ve son kez bir yürekte bu kadar yanabildi ilk kez bu kadar büyük olabildi ve ilk kez aşk bir yürekten bu denli ızdırap dolu acıya karışabildi. Zamanı gelmişti mükafatın. Yûsuf Züleyha'yı çağırdı huzuruna, hatırladı o an kendisini ama tanıyamadı karşısındaki kadını. Bir zamanlar güzelliği güneşi bile kıskandıracakken şimdi karsisinda tüm güzelliği yitirilmiş gözleri kör olmuş yaşlı bir kadın vardı. Yûsuf ne oldu deyince, Züleyha seslendi sevgiliye; " Ey Sevgili güzelliğim uğruna verdim tükettim hasretinden, gözlerim hasretine yaş olup aktı ve sonunda kurudu, gençliğim ise günahıma kefalet eyledi. "
İşte o an anladı Yûsuf Züleyha'yı, kendisini ne kadar sevdiğini ve kendisi uğrunda herşeyini heba ettiğini.

Bu aşk değildi de neydi, aşk değil de ne olabilirdi ki. Aşıka baktı uzun uzun, ve gözleri doldu o an, gözlerinip göğe dikti ve yalvarır gibi yüreği yanık bir şekilde Rabbe sığınıyordu sanki. Karşısında duran aşkın deprem yıkımı olan kadıncağızın haline o kadar çok üzülüyordu ki, artık ateş Yûsuf'un yüreğine düşmüştü. Lakin öyle bir mucize olmuştu ki, Züleyha'nın sabrı Züleyha'nın sadakati aşk üzerinde bir ilkti, hatta belkide sondu. Rab bu sabrın mükafatı olarak Züleyha'ya hem gözlerini hem güzelliğini hemde kaybetmiş olduğu gençliğini geri verdi. Bir mucize gerçekleşti o an. Görmeyen gözler gördü, titreyen bükük bel düzeldi, solan cildi canlandı. İşte aşk buydu! Aşk Züleyha idi, belki cefa idi belki zulümdü acıydı; ama sonunda bir mükafat bir kavuşma vardı. Rab asla yarı yolda bırakmazdı seveni. Kırık olan kalbi onarmadan sevindirmeden eksik bırakmazdı, sevgiliye kavuşturmadan, sıla hasretini dindirmeden yarım bırakmazdı seveni. Zülayha kavuşmuştu Yûsuf'una, maşuğun gül cemalini görebilmiş kokusunu derinden hissedebilmişti. Hele birde Rabbi zevce kılmıştı kendisini Yûsuf'a. İşte o an Züleyha fark etmişti asıl büyük sevgili Yüce Yaradandı, kendisini asla yarı yolda bırakmayan sevmekten bıkmayan aşkın tek gerçeği O'ydu. Çünkü aşk ilahî idi kuldaki ise gölgesiydi. En büyük gölge ise Züleyha'ya değmişti, gölgede oturan ise Yûsuf idi çünkü bu aşkın mâşuğu Yûsuf'tu. Aşk sabırdı aşk sadakatti aşk bekleyişti...

22 Haziran 2016 10-11 dakika 8 öyküsü var.
Yorumlar (1)