Yüzbaşı Kemal - Birinci Bölüm

Tabelasında "Kuşçu" yazıyordu. Fakat dükkanın önündeki bahar kokulu,
mor sümbüller, rengarenk menekşeler ve orkideler görüldüğünde sanki
kaliteli bir çiçekçi dükkanını andırıyordu.

Bu durum genç kadının dikkatini çekmişti.

"Ne kadar güzel çiçekler" Diye düşündü bir an. Açıkçası bu kadar güzel
çiçeğe, bu kadar güzel bakan kuşçuyu da merak etmişti.

Adeta kapıdaki çiçekleri ve içeride ki kuşları ürkütmeme çabası içinde, yavaşça
dükkandan içeriye doğru süzüldü.

İçeri girdiğinde kuş seslerinin kapıdaki bahar havasına eşlik ettiğine şahit
oldu.

"Allah'ım bu ne güzellik" Diye mırıldandı kendi kendine.

Ortalıkta kimse görünmüyordu.

Neredeyse yüzün üzerinde kafes, bir ahenkle öten çeşitli kuşlar, kısacası
harika bir görüntü vardı.

Sanki doğa bu küçücük dükkana taşınmıştı.

Yaşadığı ahengi bozmaktan korkarcasına yavaşça seslendi


-Kimse yok mu?

Cevap alamayınca sesini biraz yükselterek tekrar seslendi

-Kimse yok mu?

Ancak yine cevap alamamıştı.

Arka taraflara ilerleyerek çağrısını yenilediğinde,

Birden kendisine doğru dönerek elini dudaklarına götürüp sus
işareti yapan adamı gördü.

Parmaklarının ucuna basarak bir iki adım daha attı ve izlemeye başladı.

Orta yaşlı adam, bir muhabbet kuşunun kafesinin önünde sürekli aynı cümleyi
tekrarlayıp duruyordu.

'Hayat ne güzel!' 'Hayat ne güzel!' "Hayat ne güzel!'

Elinde olmadan gülümsedi ve izlemeye devam etti.

Sonra istem dışı olarak adamın yanına biraz daha yaklaştı ve o da aynı cümleyi
tekrarlamaya başladı.

'Hayat ne güzel!' 'Hayat ne güzel!' "Hayat ne güzel!'

Adam günlerdir bu muhabbet kuşuna öğretmeye çalıştığı cümleyi kadından
duyunca, o tarafa döndü ve :

"Bunları konuşturmak hiç kolay değil, günlerdir uğraşıyorum,
şu cümleyi söyletmek için" dedi.

Kadınsa adamı duymamış gibi davranarak cümleyi tekrarlıyordu.

'Hayat ne güzel!' 'Hayat ne güzel!' "Hayat ne güzel!'

Kafeste anlamsız sesler çıkaran muhabbet kuşu, bir müddet sonra her ikisini de
şaşırtacak derecede kadının sesini taklit ederek,

"Hayat ne güzel" diye iki defa tekrarladı.

Kuşçu hayretle kadına baktı ve sordu

-Nasıl başardınız bunu? Ben günlerdir bunu söyletmeye çalışıyorum.

Kadın bilmem dedi. Kim bilir ? Belki değişik bir ses bekliyordu.

Adam kendinden beklenmeyen bir şekilde, cüretkarca

-Ya da güzel, alımlı bir bayan bekliyordu diye mırıldandı.

Sonra söylediği sözden utanarak, mahcup bir şekilde

-Af edersiniz dedi.

Kadın ilk defa adama dikkatle baktı,

Kuşçunun hafif dökük, ağarmaya başlamış saçları ve adeta delip geçen çakır
gözleri vardı.

Dudakları o kadar canlıydı ki, hani erkek olmasa güzel bir ruj sürmüş diye
düşünülebilirdi.

Mahcubiyet sırası, bir an gözlerini kuşçudan alamadığını düşünen kadındaydı.

-Hayır hayır önemli değil. Tam aksine, söylediğiniz sözler her kadını gururlandırır.
diyerek konuyu değiştirmek istercesine

-Burası bir cennet gibi olmuş. Kuşları ve çiçekleri çok seviyorsunuz anlaşılan

Kuşçu yine kendine hakim olamayarak

-Evet bir cennet gibi, bir melek eksikti, o da şimdi tamamlandı galiba
Cümlesinin ardından kulaklarına kadar kızararak

-Kusura bakmayın ne olur, bu cümleleri ne cesaretle sarf ettiğime kendimde
inanamıyorum diye mırıldandı.

Kadın bu defa sadece gülümsemekle yetindi ve telaşla

-Ben işe geç kaldım, gitmeliyim artık diyerek kapıya doğru yöneldi.

Kuşçu bir an yine anlayamadığı bir şekilde, bir daha onu hiç görememenin endişesiyle

-Ben sizi lafa tuttum. Daha ne için geldiğinizi bile söyleyemediniz.

Kadın hızlı adımlarla dükkandan çıkarken, 'Akşamüstü yine uğrarım' Deyince,

Kuşçu, "Elbette mutlaka beklerim, sakın gelmemezlik etmeyin,
Şeker'in sizden öğreneceği, çok şey var daha" diyerek kadını uğurlarken,

Bu arada konuşturduğunuz kuşun adı 'Şeker' diye seslendi.

Sonra Şekerin yanına doğru gitti ve onunla konuşmaya başladı.

-Seni utanmaz seni. Ben o kadar söyletmeye çalıştım, söylemedin de, güzel
bayanı görünce dayanamadın değil mi? Çapkın seni

Şeker; suçunu biliyormuş gibi

'Hayat ne güzel!' 'Hayat ne güzel!' Diye tekrarlayınca

Kuşçu

" Hadi oradan. İş işten geçti artık. Kendini affettirmeye çalışma boşuna."
Diye gülümseyerek söylendi.

Sonra Şeker'le dertleşir gibi, konuşmaya başladı.

-Aslında haksız da sayılmazsın. Sadece seni değil, benim gibi kolayca konuşmayan
sessiz bir adamı bile konuşturdu. Hem de neler söyledim.

Sonra devam etti

-Ama o kadar güzel, o kadar alımlı, o kadar tatlı dilliydi ki,
Neredeyse ilanı aşk edecektim ona. Umarım kızmadınız.
İnşallah sözünde durur ve bir daha gelir.

Ardından uzun süredir bakmadığı aynanın karşısına geçerek, ağaran
saçlarına baktı. Yüreğinin burkulduğunu hissederek

-Benim gibi bir adamı ne yapsın ki, bu güzel kadın diye hayıflandı.

Kadınsa, geç kaldığı iş yerine doğru koşar adımlarla ilerlerken,
yaşadığı güzel dakikaları düşünerek

"Ne oldu bana, neden bu kadar etkilendim. İçinde bulunduğum ortam mı,
yoksa kuşçu mu beni bu kadar etkiledi?" Diye geçirdi aklından ve daha adını
bile bilmediği adamın çakır gözlerini hatırladı.


O sırada Şekere söylettiği cümleyi tekrarladı 'Hayat ne güzel'

Kuşçu ne diye bu cümleyi Şekere söyletmeye çalışıyordu ki

Acaba çeşitli badireler atlatıp, buna rağmen hayata sarılmaya çalışan
biri miydi? Yoksa gerçekten yaşamayı çok mu seviyordu?

O gün akşama doğru kuşçu kadının tekrar geleceğini umut ederek sakal
tıraşı oldu. Kendine çeki düzen verdi ve heyecanla beklemeye başladı.

Kadın da elinde olmadan aynı heyecanı duyuyordu.

Bir taraftan da o dükkanda kendisini çeken şeyin ne olduğunu çözmeye
çalışıyordu.

Ama nafile bir türlü bu heyecanının adını koyamıyordu.

Akşam iş çıkışı bir an tekrar oraya gitmemeliyim diye düşündü.
Ancak istemese de, içindeki ses onu kuşçunun dükkanına doğru sürükledi.

Hava kararmaya yüz tutmuştu. Aslında bu saatlerde kuşçu dükkanı kapatırdı.

Ama o gün özeldi, kadın gelene kadar beklemeye karar vermişti.

Boş durarak beklemek daha zor düşüncesiyle bütün kuşların sularını,
yemlerini kontrol etmeye başladı.

Yüksekçe yerlerde asılı olan kuşlardan birinin yemini kontrol ediyordu ki,
birden arkasından gelen tanıdık sesle irkildi.

-Merhaba, iyi akşamlar.

Kuşçu heyecandan neredeyse üzerinde durduğu merdivenden düşecekti.

Kadın onun bu heyecanını fark etti ve koruyucu bir eda ile konuştu.

-Aman dikkat edin! Düşeceksiniz.

Adam heyecanını saklamaya çalışarak, merdivenden indi ve

-Alışkınım buna, merak etmeyin bir şey olmaz dedi.

Sonra kendini toparlayarak
-Hoş geldiniz, artık gelmeyeceksiniz diye düşünmeye başlamıştım diye
sözlerine devam etti.

Kadın gülümseyerek
- Geleceğimi söylemiştim. Fakat akşama doğru gelip gelmemekte
tereddüt ettim.

Kuşçu

"Neden tereddüt ettiniz' Diye sorunca

Kadın

'Bilmiyorum. Aslında doğrusunu söylemek gerekirse, neden geldiğimi de bilmiyorum'
Diye cevap verdi.

Sonra devam etti

-Sabah kapınızın önünden geçerken, ilk önce güzel çiçekleriniz dikkatimi çekti.

İçeriye girdiğimde ise kuş seslerini duydum. O an dışarıdaki çiçeklerle, içerdeki kuş
seslerinin birbirini tamamladığını gördüm.

Kuşçu biraz çekinerek kadının sözünü kesti ve

Adeta onun sözlerini tamamlar gibi,

-Bu durum karşısında, içinizde bir huzur hissettiniz, bu doğa harikalarının ahengine
kapıldınız diye devam etti.

Kadın

-Aynen dediğiniz gibi oldu diyerek

Kuşçuyu tasdik etti ve konuşmasına kaldığı yerden
devam etmek yerine, bir anda sabahtan bu yana kafasını kurcalayan soruyu kuşçuya
soruverdi.

-Neden Şekere 'Hayat ne güzel' cümlesini öğretmeye çalışıyordunuz.

Kuşçu en azından o an için bu soruyu hiç beklemiyordu. Kısa bir duraksamadan sonra,
soruya soruyla kaçamak bir cevap verdi.

-Siz güzel bulmuyor musunuz hayatı?

Kadın

-Güzel tabi, belki her anı güzel olmasa da, yaşamaya değecek kadar güzel...

Ama ben bu cümlenin sizin hayatınızda bir hikayesi olduğunu düşünerek
sormuştum o soruyu.

Kuşçu bu defa kaçacak yeri olmadığını anlayarak, derin bir nefes aldı ve

- Herkesin bir hikayesi vardır. Zaman içinde belki anlatırım size diyerek
o an için konuyu geçiştirdi.

Sonra bir şey hatırlamış gibi davranarak

İnanın Şeker içerden sesinizi duymuş ve sizinle konuşmak için can atıyordur .
Diyerek
kadını Şekerin bulunduğu köşeye doğru davet etti.

Şekerin yanına yaklaştıklarında ikisi aynı anda seslendiler

'Hayat ne güzel' 'Hayat ne güzel' 'Hayat ne güzel'

Sonra birbirlerine baktılar ve 'Aynı anda söyledik' diyerek gülmeye başladılar.

Şekerde bu durumdan memnun kalmış olacak ki, çığlık çığlığa bir sevinçle
'Hayat ne güzel' diye bağırmaya başlamıştı.

Onun bu hali ikisinin de yüzlerindeki gülümsemenin kahkahalara
dönüşmesine neden oldu.

Onlar güldükçe, Şeker daha da coşuyor, bir taraftan cümleyi tekrarlıyor,
bir taraftan değişik sesler çıkararak sanki gülmelerine de eşlik ediyordu.

Adam kadına her zaman ki mahcup tavrı ile bakarak,
'Buraya renk getirdiniz. Sayenizde canlanıverdi mubarek yer ' diyerek
memnuniyetini belirtti.

Kadınsa, asıl kendisinin birden bu renkli dünyanın içine girmekten mutlu
olduğunu söylerken, onun çakır gözlerinden gözlerini kaçırmaya çalışıyordu.

Kuşçu da bunu fark etti ve başını öne eğerek, hem kendi işini hem de
kadının işini kolaylaştırdı.

Kadının güzelliği öylesine olağanüstüydü ki, kuşçu o anda içinden geçirmek
istediği cümleleri sesli söylediğinin farkına varamayacak derecede bu güzelliğe
kendini kaptırmıştı.

-Cennet bahçeme gerçek cennetten gelen bir meleksin sen

Kadın

Anlamamış gibi davranarak, 'Ne dediniz?' diye sorunca

Birden sesli düşündüğünü fark eden kuşçu yeni bir mahcubiyetle

-Şey ben, içimden geçirdiğimi sanıyordum diye durumu toparlamaya çalıştı

Kadınsa anladığını ima edercesine, kuşçuya doğru bakarak gamze yanakları
ile gülümsedi.

Bunu fark eden kuşçu öylesine utanmıştı ki, ellerinin terlediğini hissetti.

Çakır gözlerinde kadının varlığı ile alevlenen yaşama sevinci yine bir mahcubiyete
dönüşüvermişti.

Ürkek ve çaresiz bir çocuk gibi, durumu kurtarmak çabasıyla size bir şeyler ikram
etmeliyim diye mutfak gibi kullandığı bölüme yönelmek istedi.

Ama kadın 'Geç kaldım, gitmeliyim artık' diyerek bu ikramı reddetti.

Kuşçu

Bir şeyleri teyit etmek ister gibi 'O zaman başka zaman' Deyince

Kadın fazla ümit vermek istemeyerek, Kim bilir? İnşallah. Diye cevap verdi.

Gecenin karanlığında kadının kayboluşunu izleyen kuşçunun kalbi uzun zamandır
ilk defa böyle heyecanla çarpıyordu ve ilk defa kalbinde adeta ilahi bir melodi
hissediyordu.

Birden eski eşini hatırladı, bir idol gibi içinde büyüttüğü, sonra büyük aşkla sevdiği,
uğruna şiirler yazdığı karısını...

Evet, onu çok sevmişti. Ama o zaman bile böyle büyük bir heyecan duymamıştı.

Sanki sevmenin hazzını ilk defa keşfediyordu.

O gün yaşadıkları rüya tadındaydı.

Dükkanı kapatmadan önce son defa dertleşmek üzere Şekerin yanına doğru yöneldi.

Ama nedense Şeker kadın yokken ona pek yüz vermiyordu.
Bir süre onu konuşturmaya çalıştı. Başarılı olamayınca vazgeçti.

Dükkanı kapatıp sokağa çıktığında, gökyüzüne doğru baktı.

Ayın hilal şeklinde olduğunu görünce, aklına eski bir ege efsanesi geldi,
içinden bir dilek tuttu ve deniz kıyısına giderek, dileğini denize iletmek üzere
hızlı adımlarla ilerledi.
Genç kadın eve yaklaştığında saate baktı. Akşamın dokuzu olmuştu.

'Annem beni çok merak etmiştir' diye düşündü.

Farkında olmadan adımları hızlandı. Bir müddet sonra tek katlı bahçeli
evinin kapısı önündeydi.

Bahçe kapısından girip eve doğru baktığında, perdenin aralandığını
hissetti.

Kuşkuyla kapıya doğru yaklaştı.

Çantasında anahtarı araştırırken birden kapı açıldı.

Karşısında duran annesi endişe dolu gözlerle ona bakıyordu.

-Neredesin? Saatin kaç olduğunun farkında mısın?

Hiç bir zaman kırmadığı annesine, ani bir tepki vererek sert bir şekilde

-Çocuk değilim anne otuz beş yaşına geldim diye cevap verdi.

Annesi böyle bir tepki beklemediği için bu defa şaşkınlıkla

Neyin var senin? Diye sordu.

Genç kadın annesine kaba davrandığını düşünerek ses tonunu alçalttı ve

-Hiç... Sadece bir arkadaşıma uğradım o nedenle geciktim diyebildi.
Annesi ısrarla

-Hayır, hayır farklı bir şey olmuş diye üsteledi.

Genç kadın tartışmak niyetinde değildi.

-Çok yorgunum, hemen odama gidip uyumak istiyorum diyerek geçiştirmeye
çalıştı.

-Yemek yemeyecek misin?

-Arkadaşımda atıştırdım bir şeyler karnım tok benim.

-Anlaşılan bir şey anlatmak istemiyorsun. O halde yat dinlen istersen sonra
konuşuruz.

Tam 'Konuşacak bir şey yok' diyecekti ki, lafı fazla uzatmamak için
'Tamam' dedi ve odasına çekildi.

Yatağına uzandığında karnının acıktığını hissetti. Aslında o gün hiçbir şey
yememişti. Ama yemeye de niyeti yoktu.

Bir ara uykuya dalar gibi olduysa da, birden kuşçunun çakır gözleri gözünün
önüne geldi.

Yattığı yerden doğruldu. Önce gülümsedi. Sonra 'Neler oluyor bana' diye
söylendi.

Yerinden kalktı.

Ah! Anneciğim dedi kendi kendine. Çok üzülmüştür şimdi.

-Zaten uyuyamayacağım anlaşılan. En iyisi yanına gideyim.

Annesi kızını çok iyi bildiği için onu görünce şaşırmadı.

-İçinde bir kurt var senin, bir şeyler olmuş ama nedense bana
söylemiyorsun.

Genç kadın annesini kucaklayarak yanaklarından öptü.

-Anneciğim vallahi bir şey yok, olsa söylemez miyim?
Ya da var da, yok gibi...

Annesi tatlı sert bakışıyla

-Şuna bak hele, hem yemin ediyorsun. Hem de var da yok gibi
diyorsun. Şimdi yatırırım seni dizime.

-Bak anneciğim! Sen onu bunu boş ver de. Eve bir muhabbet kuşu
alalım mı? Ne dersin?

-Muhabbet kuşu mu? Oda nereden çıktı? Bir o eksikti.
Benimle muhabbet etmek açmıyor seni galiba artık.

-Annelerin annesi, o ne demek öyle, senin muhabbetin kadar tatlı
bir şey olabilir mi?

-O halde!
-Ben bu gün bir kuşçuya uğradım. Yüzlerce kuş vardı içerde,
kapının önü ise bir çiçek bahçesi gibiydi. Sümbüller, menekşeler,
orkide bile vardı. Cennette gibi hissettim kendimi.

-Bak hele!

-Harika bir muhabbet kuşu vardı dükkânda, eğer kuşçu satarsa
onu almak istiyorum.

-Kuşçunun işi kuş satmak, sen alıcı olduktan sonra, ne diye
satmasın ki?

-Özel bir kuş o, kuşçuda onu çok seviyor da ondan.
-Anladığım kadarıyla, kuşçuyla da muhabbeti epeyce ilerletmişsin sen.
-Yapma anneciğim, ne işim olur benim onunla. Hem lafı değişik yerlere
getirerek muhabbet kuşu konusunu kaynatıyorsun.

-Düşünmem lazım, kim bakacak ona, sen her gün bırakıp gideceksin tabi.
Temizliği, suyu, yemi ha babam, uğraş dur...

-Lütfen anneciğim, söz veriyorum, ben bakarım.

-Bakmakla bitmiyor ki, kim bilir ne kadar gevezedir?
İşin yoksa akşama kadar saz dinle, kafa, beyin kalmasın.

-Yani!

-Ne desem bilmem ki?

-Evet de, ne olur, ne olur.

-Anlaşılan kurtuluş yok, hadi olsun, al bakalım.

Kadın izini koparınca, annesinin boynuna sarılarak onu öpücüklere boğdu.

-Dur deli kız! Ama seninle işimiz bitmedi halen, bu kuşçu meselesini de
anlatacaksın bana.

-Kuşçu, Kuşçu mu? Hayatı çok seven birisi o, ya da çok sevmeye çalışan biri...

-Vay!

-Alay etme lütfen anne, gerçekten çok iyi birisi, ama sadece o kadar...

-Öyle olsun bakalım, pek inandırıcı değil ama...

-Şeker çok tatlı biliyor musun?

-Şeker de kim?

-Şeker alacağım muhabbet kuşunun ismi.

-Adını koymuşsun bile baksana.

-Ben koymadım adını, onun zaten bir adı varmış.
-
Anladım, üçünüz iyi bir muhabbete dalmışsınız birlikte.

-Anne! Yapma!

-Tamam, tamam bir şey demedim. Mübarek olsun.

-Kıskandın mı yoksa? Benim tatlı annem.

-Hadi git oradan, ne diye kıskanacakmışım, Allah muhabbetinizi arttırsın.

-Hayat ne güzel, değil mi anneciğim!

- Sen iyice havalanmışsın.

- Neden öyle diyorsun?

- Ne bileyim? Hayat ne güzel falan...

-Şeker bunu çok güzel söylüyor.

-Neyi?

-'Hayat ne güzel' diye konuşuyor, üstelik ben öğrettim ona bu cümleyi.

-Vay! Sen kaç gündür gidiyorsun bakalım bu kuşçuya.

- Yemin ederim ilk defa bu gün gittim anneciğim.

-Yemin etmeye fena alıştın sen. Bu pek ilk defaya benzemiyor.

Bu kadar kısa zamanda nasıl öğretirsin bu cümleyi Şeker hanımefendiye.

-Öğrendi işte, Çakır da şaşırdı.

-Çakır mı? Çakır da kim?

-Çakır, Çakır kuşçu


- Bak yeter artık! Kuşçu, kuşçu...

Neyse gelsin şu Şeker hanımda bir görelim şu kabiliyetini.

-Şekerin dişi olduğunu nereden çıkardın anneciğim.

-Herhalde erkek kuşa şeker adını verecek değilsiniz.

-Çok hoşsun. Kuş bu, olur tabi neden olmasın ki...

-Hadi bakalım bu kadar yeter, sabah işe gideceksin, şimdi yatma vakti.

-Genç kadın yine annesini yanaklarından öptü ve odasına giderken mırıldandı.

'Hayat ne güzel!' 'Hayat ne güzel!' 'Hayat ne güzel'

Anne ise: 'Tövbe, tövbe' diye söylenerek kendi odasına çekildi.

Kuşçuya gelince

Gün içinde yaşadıkları nedeniyle o gece hiç uyuyamadı.

Bütün gece boyunca

Daha önceden bir yerde okuduğu, Bir insanın kaç hayat hikâyesi vardır ve
yalan olan hangisidir? Sözü kafasına takıldı.

Yaklaşık kırk beş yıllık hayatında bu güne kadar iyisiyle kötüsüyle yaşadıkları,
çektiği acılar yalan mıydı? Acaba bundan sonra onu güzel bir hayat mı
bekliyordu? Yoksa hayat yine yeni acılara mı gebeydi.

Ertesi sabah güneş dağların arasından sapsarı yükselip odasından içeri
süzüldüğünde, sadece bir gök cismi olarak mı görevini yapacaktı? Yoksa
aynı zamanda onu mutlu edecek bir ışık, yaşama sevincimi olacaktı?

Sabahın ilk ışıkları ile evden çıktı.

İskelenin yakınındaki fırından sıcak bir simitle biraz tulum peyniri aldı
ve denizin kıyısında oturdu.

Tam bir iki lokma almıştı ki, bir martı sağanağı başladı.

Martılar sabahın sessizliğini yırtan çığlıkları ile maden bulmuş gibi
kuşçuya doğru yöneldiler.

Kuşçu önce gülümsedi. Sonra onlarla konuşmaya başladı.

-Nasıl da bilirsiniz gideceğiniz kapıyı, nereden anladınız kuşçu
olduğu mu?

Ardından elindeki tüm yiyeceğini parçalara ayırarak martılara
atmaya başladı.

Son lokmayı da attıktan sonra nasip sizinmiş, bakalım bu gün benim
nasibimde neler var diyerek iş yerine gitmek üzere vapura doğru ilerledi.

Sonra bir an arkasına bakıp sesleri azalan martıları izledi.
Yosun kokusunu içine çekti.

Etrafına bakındı. Kimsenin olmadığından emin olunca bir cesaretle
martılara doğru seslendi.

-Hey! Siz "Hayat ne güzel!" demeyi biliyor musunuz?

Nereden bileceksiniz ki? Siz ancak yemeyi bilirsiniz. Ama olsun ben
sizi de yine de çok seviyorum.

Hem eminim, o olsaydı size bile "Hayat ne güzel!" dedirtirdi.

"Kuşlar ve çiçekler kadar deniz de benim olmazsa olmazım"
diye düşündü.

Deniz kıyısında duygularının daha çok yoğunlaştığını hissetti.
"Hadi bakalım hayırlısı"
diyerek kıyının tadını çıkarmak istercesine yavaş adımlarla tekrar
vapura doğru ilerlemeye devam etti.

Vapurda güverteye oturdu ve denizi seyretmeye başladı.

Bir müddet sonra çok sevdiği deniz sanki gözlerini alıp enginlere
götürdü.

Artık bedeni iş yerinin bulunduğu karşı sahile doğru yolculuk
ederken ruhu ise geçmişe doğru bir yolculuğa çıkmıştı.

On beş yıl evli kaldığı eşi Nesrini, henüz harp okulundan yeni mezun
olan genç bir deniz subayı iken bir Cumhuriyet balosunda tanımıştı.

O sadece bir teğmen değil aynı zamanda musikiyi çok seven sanatkar
ruhlu bir ailenin çocuğuydu.

Bu nedenle yapı olarak ince ruhlu, çok güzel şarkı söyleyen ve birkaç
müzik aleti çalabilen hayat dolu bir gençti.

O gün genç adam arkadaşlarının ve komutanlarının ısrarıyla
piyanonun başında o günlerin çok sevilen şarkılarını söylüyordu.

Sıkılgan bir yapıya sahip olduğu için parçayı başını kaldırmadan
söylüyor.

Ara sıra başını kaldırdığında ise kendisine eşlik edenler arasında
yeşil gözlü sarışın bir genç kızla göz göze geliyordu.

Bir süre gözünü kaçırmaya çalışarak şarkıya devam etti.

Ancak genç kız öyle güzel bakıyordu ki, söylediği ikinci şarkının
ortalarına doğru gözleri genç kızın gözlerine teslim olmuştu.

Bir ara öyle heyecanlandı ki, şarkının sözlerini unutuverdi. Ancak genç
kızlardan ve genç subaylardan oluşan doğal koro hemen idmanına
yetişerek şarkıyı söylemeye devam ettiler.

Rüzgâr ve martı sordular seni neredesin?
Nasıl derim terk etti,
bırakıp beni gitti,
anladılar ki aşkımız bitti...

Koro coştukça genç adamın parmakları piyanonun üzerinde adeta
uçmaya başladı.

Artık mahcubiyeti falanda kalmamıştı şarkının son bölümünü genç
kızın gözlerine bakarak söyledi.

Alay ettiler benle hep,
Sen oldun bunlara bak sebep,
martı dedi: "gördüm ah onu,
belinde erkek kolu"

Şarkı bittikten sonra salon alkıştan inlemeye başlamıştı.
Piyanonun başından adeta kaçar gibi gitti ve bahçeye çıktı.

Tam aklından inşallah o da bahçeye gelir diye geçiriyordu ki, buna
fırsat kalmadı. Bir anda etrafını genç kızlardan oluşan bir kalabalık
sardı.

Bir taraftan isteksizce tebrikleri kabul ederken, diğer taraftan
gözleri ile salonda gördüğü genç kızı arıyordu.

Genç kız ise kalabalıktan uzak bir ağacın dibinden olanları izliyordu.
Onu fark ettiğinde bu defa kız gözlerini kaçırdı.

Kalabalığı yararak yanına gitmek istediyse de sadece bir iki adım
atabildi.

Etrafındaki kalabalık gittikçe büyüyordu.

Birden genç kalabalığın arasındaki orta yaşlı bir kadının sesiyle
irkildi.

-Neden bu işi profesyonel olarak yapmıyorsunuz?

-Ben askerim efendim. Müzik benim için sadece bir hobi.

-Çok güzel çalıyorsunuz. Ayrıca kadife gibi bir sesiniz var.

-Teşekkür ederim efendim. Güzel sözleriniz için sağ olun. Ancak
dediğim gibi bu işle profesyonel olarak uğraşmayı düşünmüyorum.

-Yazık olacak sizin gibi bir değere.

-İltifatlarınıza teşekkür ederim.

-Bu kadar mütevazı olmanız gerekmez. İltifat değil söylediklerim.
Baksanıza herkes benimle aynı görüşü paylaşıyor. Aksi halde etrafınızda
bu kadar insan toplanır mıydı?

-Hepinize çok teşekkür ederim. Hepiniz çok naziksiniz.
Ancak şimdi müsaadenizle benim gitmem lazım.

Genç adam bir taraftan bu sözleri söylerken, diğer yandan genç kızı
gözleri ile takip ederek kaybetmemeye çalışıyordu.

Ancak kalabalığın arasından çıkmak mümkün değildi.
Artık neredeyse salonun yarısı bahçedeydi.

Çaresiz umudunu kesti ve tebrikleri kabul etmeye devam etti.

Bu defa adamın çaresizliğini anlayan genç kız durduğu ağacın dibinden
o tarafa doğru yaklaştı.

Bir müddet sonra o da kalabalığın arasındaydı. Ama yanına kadar
yaklaşmasının imkanı yoktu.

Genç adam durumu fark edince, hemen aklına geleni uygulamaya koydu
ve kalabalığa doğru seslendi.

-Lütfen müsaade eder misiniz?
Yanıma doğru yaklaşmaya çalışan hanımefendi yakınımdır.

Bu sözler kalabalık arasında bir homurdanmaya neden oldu.
Özellikle genç kızlardan sesler yükselmeye başladı.

-Yakın... Nasıl yakın yani? Hım... Hay Allah! Sevgiliniz mi yoksa?

Bu sözler üzerine her ikisi de telaşa kapıldılar, adam hemen
düzeltmeye çalıştı.

-Hayır, hayır... Sadece yakın bir arkadaşım.

Bu cevap kimseyi tatmin etmemişti. Herkes bir şeyler söylüyordu.

-Hadi lütfen inkâr etmeyin. Sevgiliniz değil mi?

Genç kız bu durumdan hem sıkılmış, hem de genç subayın itibarını
düşünerek koşar adımlarla oradan uzaklaşmıştı.

Genç adam adeta kaş yapayım derken göz çıkartmıştı.

Kızın koşarak kaçtığını görenler, hemen bu durumdan da yararlanmaya
başlayarak

-Gördünüz mü? Bir şey olmasa böyle kaçar mıydı?

O arada yanlarına yaklaşan bir arkadaşı durumun sarpa sardığını
fark ederek, genç subayın koluna girdi ve kalabalığı yararak onu bu
ortamdan uzaklaştırdı.

Genç adam arkadaşına teşekkür ederek bir müddet sonra balodan ayrıldı.

Devam edecek

10 Ağustos 2013 22-23 dakika 21 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar