Yüzük

Sınıfımızda bir mankenimiz vardı. Adı Ayşen'di. Manken gibi olduğundan ona öyle derdik. Sarışın, iri, çekik, yeşile çalık açık kahve gözlü, oldukça uzun boylu, iri kemikli zayıf bir köylü kızıydı. Her gün iri bigudilerle dışa doğru sardığı, beline kadar gelen kat kat iri dalgalı sarı saçlarını havalandırarak yürür, bembeyaz dişlerle gülerek selam verirdi. Çok neşeli sayılmazdı. Güler yüzlüydü.

İlk geldiğinde birkaç kez dersten ağlayarak çıkmış, teneffüste nedenini sorduğumda:

_'Millete baksana! Herkes neler giymiş, benim bi şeyciğim yok. Elbisemden, ayakkabılarımdan utandım. Bizim oralarda böyle uzun elbise giyerler, burda mini etek giyiyolar. Pantolonum bile yok. Girmiycem derslere.' demişti.

Makyajsız, hafif çilli yüzü, tepesinde toplayarak lastikle sımsıkı bağladığı atkuyruğu saçları, soluk, biraz eskimiş, kaba dikişli elbisesiyle sıradan bir köylü kızdı. Isparta'nın bir köyündendi. Bursa'dakilerin giyim tarzına ayak uyduramaması normaldi. Aramızda, her gelir seviyesinden ailelere mensup kızlar vardı.

Hele bir Neylan vardı; iriyarı, minimini etekli... Fabrikatör kızı... Ağabeyi de okulda asistandı. Her gün başka kıyafetle gelirdi. Etrafında bir arkadaş kitlesi! O geldi mi herkesin neşesi yerine gelirdi.

Eli boş gelmezdi. Çaylar da ondandı tabi. Arabadan kocaman bir kesekâğıdı ile iner, atıştıra atıştıra kantine doğru yürürdü. Boğazına çok düşkün olduğu, soba borusu gibi bacaklarından, korsesine rağmen bir adım arkadan gelen kalçalarından belliydi. En önemli özelliği zenginliği olduğu için fazla kilolarını sorun yapmazdı. Her zaman oldukça mutluydu. Espriler yapar, kahkahalar atardı. El şakaları, koşuşturmalar... Dışarıdan müzik gelse, kalkar dans etmeye başlardı. Etrafındakiler de halka olur, alkışla tempo tutarlardı.

Ayşen, çoğu gün okula geldiği halde derslere girmedi; herkes çıkıncaya kadar, gözleri dolu dolu, suratı asık, bahçede ya da kantinde oturdu. Sonradan ne oldu, nasıl olduysa, epey güzel giyinmeye ve makyaj yapmaya başladı. Hayret edilecek kadar değişti. Bir havaya girdi! Atkuyruğu saçlarını aslan yelesi kestirip, yuvarlak bir şekil verdirdi. Yine çok uzundu ama çok kabarıktı. Saç modeli, makyajı ve giyimiyle, sanki okula değil de bir moda dergisi için resim çektirmeye veya çok önemli bir partiye gidiyormuş gibiydi.

Ne kadar şık, bakımlı, modern ve ne kadar güzel olduğunu göstermek için derslere birkaç dakika geç girmeye başladı. Genellikle yanında, kendisinden dört parmak kadar uzun, esmer, çatık karakaşlı, sıska denecek kadar zayıf olan, bakışlarından hiç hoşlanmadığım erkek arkadaşı olurdu. Bizim sınıfta mıydı, kızdan ayrılmamak için mi beraber geliyordu, bilmiyorum.

Bir gün, ders çıkışı Ayşen yanıma yaklaştı ve bana ?pat' diye fakat gayet rahat bir şekilde:

_'Sen esrar kullanıyo musun?' diye sordu. Aniden böyle bir soruyla karşılaşacağım, hiç aklıma gelmezdi! Kızdım ama yine de sakin sakin:

_'Hayır, neden? Sigara dumanından bile hastalanıyorum. Kaç kere midem bulandı kesif dumandan, dayanamadım da dersten çıktım, görmedin mi? Nerden çıkardın bunu?' dedim.

_'Harun ?sor bakalım' dedi de ondan sordum.'

_'Nerden icabetmiş? Neden sordurtuyor?'

_'Senin gözlerinin altları kahverengi ya... Biraz da çökük...'

_'Eee? Ne olmuş?'

_'Esrar kullananların öyle olurmuş da eğer kullanıyosan, getircekti.'

_'Ne? Bana esrar getirecek ha? O bu işleri mi yapıyor?'

_'Ne yapsın ya? Ona para gönderen mi var?'

_'Burada öğrenci gibi kaç tane sivil polis olduğunu biliyor musun? Yakalarlar bir gün onu. Yanında sen de yanarsın. Bizim gözümüzün yapısı öyle. Baba tarafımın gözleri, kahverengi boyalı gibi... Bir de yorgunluk... Ben ikinci sınıftan başladım. Senin gibi sadece beş derse girmiyorum. İlk yıl babam göndermedi. Sınavlara dahi gelemedim, otomatikman kalmış sayıldım. Bu yıl razı oldu, ikinci sınıftan başladım. Hem birinci sınıfın hem ikinci sınıfın tüm derslerini aldım. Öğleye kadar yedek öğretmenlik yapıyorum, öğleden sonraları birinci sınıfın, akşam geç saatlere kadar da ikinci sınıfın derslerine giriyorum. Sabah derslere giremediğim için arkadaşlardan aldığım notları gece temize çekiyorum. Çok kilo verdim. Ailem onun için geldi.' dedim.

Neden bu kadar geniş bir açıklama yaptım? Onunla bir daha konuşmama kararı aldığım ve her şeyi iyice öğrenmesini istediğim için. Bana esrarcı gözüyle bakmalarına asla tahammül edemezdim!

Derslerde daha rahat konuşmak için arka sıralara giderlerdi. Ben zaten temiz hava alabilmek için ön sıraları ve pencere kenarını tercih ediyordum. Sadece bahçede veya kantinde beraber olabiliyorduk. O tarihten sonra onlardan mümkün olduğu kadar uzak durmaya gayret ettim.

Aradan çok geçmedi; Ayşen, parmağında kalın bir alyansla sırıtarak geldi. Kabaran saçlarını sık sık düzeltiyormuş gibi yapıyor, herkese onu göstermeye çalışıyordu. Ağzı hiç kapanmaz olmuştu. Ya konuşuyor, ya gülüyordu. Sık sık yer değiştiriyor, saçlarını herkese meydan okurcasına daha çok savuruyor; kibirle, sallanarak yürüyordu. İçi, içine sığmıyordu!. Kısaca, çok mutluydu!

Nasıl bir nişandı bu? İstenmeden, ailelerden habersiz, aniden... Ne acelesi vardı? Kaçıyorlar mıydı?

Sonradan öğrendiğime göre aralarında yüzük takmışlar. Harun demiş ki:

_'Aileme senden bahsettim. Resmini falan gönderdim. Beğendiler. Evlenmemize razılar.'

Kendi aralarında, kuyumcuda nişanlanmışlar.

Allah mesut etsin! Etsin de... Bugün esrar satan bu insan, nasıl koca olur? Ben olsam, böyle birisinin eşim olmasını ister miydim? Allah yazdıysa bozsun!

Bir ay kadar sonra uzun boyu, havalı saçlarıyla yüzlerce kişinin arasında hemen fark edilen mankenimiz görünmez oldu. Yurtta beraber olduğumuz arkadaşlardan Handan'a sordum:

_'Ayşen nerede? Hasta falan mı? Yoksa Isparta'ya mı gitti?

_'Yurttan ayrılmış, Jeyan'larla kalmaya başlamıştı. Nişanlısının ablası evleniyormuş, Adana'ya düğüne gitti, Harun'la. Ailesi merak ediyormuş. 'İlle getir kızı da bir görelim!' demişler. Bir hafta sonra geleceğini söylemişti ama on gün oldu, daha gelmedi. Biz de merakta kaldık. Nişanlısının ev telefonu olsa arayacağız ama yok.'

Bir hafta kadar daha geçti. Mankenden haber yoktu. 'Acaba okulu mu bıraktı? Evleniyorlar mı?' diye düşünüyordum ki Handan'a rastladım:

_'Manken geldi mi?' dedim.

_'Ay! Sorma onun başına gelenleri!' dedi

_'Ne oldu?' dedim, merakla.

_'Nişanlısından ayrılmış. Devamlı ağlıyor. Bir şey söylemiyor. Aklını yemiş gibi!'

_'Ne olmuş ayrıldıysa? Nişanlılık; evlenme düşüncesiyle bir araya gelme ve birbirini tanıma dönemi değil mi? Anlaşamamışlar, ayrılmışlar. Ne var bunda?'

_'Öyle değil! Öyle değil!.. Ah!.. Nasıl anlatsam, bilmem ki!'

_ 'Anlatsana! Benden mi gizliyorsun? Ne olmuş?'

_'Bak! Kimseye söyleme sakın!'

_'Tamam, söylemem. Hem bana ne? Kime söyleyeceğim? Herkes her şeyi biliyordur zaten, bir ben bilmiyorumdur.'

_'Tabi, yayıldı; kulaktan kulağa! O bilmiyor bunu. Bir arkadaşı biliyor zannediyor. Nevin var ya... Hemşerisi... Ona demiş. Biz de bilmiyormuşuz gibi teselli ediyoruz ama mahvolmuş kız! Görsen tanıyamazsın! Okula da gelemiyor. Odasında ağlıyor sadece. Ya da sabit bir yere bakıyor, dalıp gidiyor. Yalnız bırakmıyoruz. Delirmesin diye. Ailesinin de haberi yok. İntihar falan etmesinden korkuyoruz.'

_'Anladım gibi bir şey de... Düşündüğüm gibi mi acaba?'

_'Yok! Öyle olsa, öp de başına koy! Nişanlısıyla değil...'

_'Eee?'

_'Senin anlayacağın; nişanlısını bunu alıyor, düğüne diye Adana'ya götürüyor. Ne düğün var ne bir şey! Evine de götürmüyor. Otobüsten iner inmez, onları karşılayan bir adamla tanıştırıyor. Yüzüğü çıkarıp, adamın parmağına takıyor ve kıza: 'İşte senin nişanlın bu! Hadi bakalım gidin şimdi!' diyor. Kız, neye uğradığını anlayamıyor. Adana'nın ortasında bir başına kalıyor. Ne yapsın? Takılıyor adamın peşine! Gerisini bilmiyoruz. Gerisi; ağlama, inleme, kendine işkence... Düzelir mi? Düzelmez mi? Bu kadarını öğrenebildim. Başından neler geçti, nasıl kurtuldu, nasıl geri geldi, bilmiyoruz.

_'Ya yüzük? Hâlâ parmağında mı?'

_'Evet. Ona bakıp bakıp ağlıyor ya zaten.'

13 Mayıs 2010 7-8 dakika 92 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar (1)
  • 14 yıl önce

    İbretlik bir öykü. Gençlerimiz okuyup örnek almalı. İnsan önce kendini yetiştirmeli ayaklarının üzerinde durmayı öğrenmeli. İstikbalini kazanmaya çalışırken geçen zaman zaten onu bir nebze de olsa olgunlaştıracak ve hayat için daha doğru kararlar alabilmesine vesile olacaktır. Önemli kararlarını aile büyüklerinin engin tecrübelerle oluşturdukları fikirlerini de katarak vermeleri gerekir. Ne sevilen bir kız, nede erkek için hayata kör bakılmaması lazım. Evlenilecek kız da bulunur,erkek te. Ama kaybedilen bir gelecek ve karartılan bir hayat tekrar gelmez. Tebrikler efendim. Güzel yaşamın içinden konular işlenmiş,anlatılmış. Emeğinize Sağlık. Sevgi ve Saygılarımla..