Zeytin Dalı

Birden gelmişti hastalık, davetsiz misafir gibi... Hani afallar ya insan, panik yapar , toplamaya çalışır evini, üstünü başını... Öyleydi ruh hali. Daha yaşayacağı uzun yıllar vardı halbuki, göreceği yaşantılar... Hastalığın şaşkınlığıyla allak bullak olmuştu tıkanan beyin damarları. Kızları yanındaydı hastanede, başucundan ayrılmazlardı hiç. Nöbetleşe giderlerdi ihtiyaçlarını gidermeye... Herkes yanındaydı ama biri yoktu sanki. Hayal meyal gördüğü siluetler arasında seçmeye çalışıyordu ama evet, yoktu...



Gözlerini kapadı, uykuya daldı ve geçmişe döndü rüyasında. Üç çocuğu, yedi torunu vardı. Herkes toplaşınca eve, şenlenirdi fukara yuvası. Zengin değildi, olmamıştı hiçbir zaman, gözü de yoktu zaten... Gönlünün zenginliği aydınlatırdı evini. Gelen misafir mide fesatı geçirip de giderdi evine. Evde ne var ne yoksa her şeyi ikram ederdi, misafiri doyurunca kendisi de doyardı sanki, rahatlardı içi.



Masmaviydi gözleri, teni ise bembeyaz... Tombul yanaklarını sıkmaya bayılırdı torunları. Öyle severlerdi ki! Sevmelerinin sebebi her seferinde ellerinden tutup bakkala götürmesi, çikolatalarla şekerlerle doldurması değildi ceplerini... Seviyorlardı çünkü asla bağırmamıştı torunlarına... Evi altüst ederlerdi... Trencilik oynarken evdeki bütün kanepeleri birleştirip, yastıkları toplarlardı ama gık demezdi. Anneleri bağırdıkları zaman ise : 'Bırakın eğlensin çocuklar, bir daha dönmeyecekler bu yaşlarına' diyerek rahat bırakmalarını isterdi.



Bilinci tamamen gitmek üzereydi, uykusunda sayıklıyor, kâh ağlıyor, kâh gülüyordu. Kızı Pervin'in elinde Kuran- ı Kerim, sürekli Yasin okuyordu, gözlerindeki yaşlarla. Sonra mırıldanır gibi bir sözcük çıktı ağzından. Anlamadılar, iyice yanaştılar. Gözlerini aralamıştı biraz. Pervin kulağını dayadı annesinin ağzına : 'Anneciğim bir isteğin mi var? Söyle de getireyim hemen...'
Yaşlı kadının tek bir isteği vardı uzaklarda okuyan torununu görmek. Ağzında da tek sözcük : 'Ayşe...'



Okulundan izin alıp 3 günlüğüne gelmişti eve Ayşe. Öyle apar topar olmuştu ki gelişi... İşlerini halledip dönecekti hemen. Akrabalarını ziyaret etmeye bile vakti yoktu. Hepsini çok özlemişti ama on beş gün kalmıştı zaten yaz tatiline. Nasıl olsa tatilde uzun uzun görecekti hepsini. Annesi: 'Kızım en azından anneanneni görseydin, seni çok özlemişti' dediğinde 'Anneciğim ben de çok özledim ama dediğim gibi şu üç günde işlerimi bitirip biraz dinlenmem gerekiyor. Dönüşte zaten üç ay kalacağım. Hem biliyorsun finallerim yaklaştı, biraz da çalışmam gerekiyor' diye cevapladığında sebepsiz bir acı çöreklenmişti yüreğine...



Pervin'in içi sızladı annesinin ağzından dökülen sözcüğü duyduğunda. Gelememişti Ayşe... Finalleri vardı ve öyle apar topar gelmişti ki sinsi hastalık, belki iyileşir düşüncesiyle sınavından alıkoymak istememişti ama durumun bu hale geleceğini de hiç düşünmemişti. Tam o sırada, kıvırcık saçlı, Ayşe'ye çok benzeyen bir hemşire geçti yoğun bakım ünitesinin kapısından. Pervin eğildi annesinin kulağına : 'Anneciğim bak Ayşe geldi, sırtı dönük, kıvırcık saçlı olan kız görüyor musun dediğinde annesinin konuşacak mecali kalmamıştı artık. Hayal meyal görse de kızı, bildi, Ayşe değildi. Kaşlarını kaldırdı gözünden iki damla yaş akarken...


Her zaman iki gün yatak üçüncü gün toprak, derdi. Başkasına yük olmayı asla istemezdi. En korktuğu şey senelerce yatalak hasta olup çocuklarına eziyet çektirmekti. Emindi, çok iyi bakarlardı, uflayıp puflamazdı hiçbiri ama yine de rahat etmezdi içi...


Ayşe sürekli telefonun başında, annesiyle konuşuyordu. Pervin, yavrusunu üzüp finallerinden geri kalmasını istemiyordu, son senesiydi. Okulunu bir an önce bitirmesiydi en büyük arzusu. O yüzden annesinin durumu ile ilgili renk vermek istemiyordu. İyileşecek, doktorlar ümitli konuşuyorlar, diyip su serpiyordu kavrulan gönlüne. Ama Ayşe'nin yüreğindeki sızı geçmek bilmiyordu...


Şuuru tamamen gitmişti yaşlı kadının, artık tek nefes vardı kalbinde ve yanında da gözü yaşlı çocukları... Hastalığının üçüncü günüydü ve çok sıcaktı ortalık. Sıcak bir haziran sabahı... Derin derin soludu iki kez, üçüncü ise sönük çıktı ve eğildi başı sağ tarafına... Durdu kalbi, Pervin'in çığlıkları yankılandı hastane koridorlarında...


14 Haziran... Ayşe'nin doğum günü... Sabah saat 9'da telefon çaldı. ' Annemdir kesin, doğum günümü her zaman ilk o kutlar' diye geçirdi içinden telefonu açarken. Evet, annesiydi tahmin ettiği gibi. Ama sesinde bir tuhaflık vardı, üzgün gibiydi, ağlamaklıydı sanki. ' Anne neyin var, sesin iyi gelmiyor.' 'Kızım şey...' O anda karardı ortalık, tahmin ettiği miydi yaşanan? Hayır olamazdı, bu çok ağırdı, çok acıydı ama yine de bir anlık topladı cesaretini . 'Anne yoksa...' ' Evet kızım anneanneni kaybettik...' Bir an durmuştu dünya, kuşlar kesmişti ötmeyi ve cansızlaşmıştı evren... Doğduğu gün, canı kadar sevdiği anneannesinin ölüm günü olmuştu. Ve görememişti son kez... Tatilde yanına gitmediği geldi aklına, acısı ikiye katlandı. Hıçkırıklarla ağlarken oda arkadaşları şaşkın gözlerle bakıyor, teselli etmeye çalışıyorlardı ama nafile... Yastığını bağrına basıp ağlarken tek cümle vardı dilinde : ' Neden gitmedim Allah'ım? Neden?'


Çok istemişti annesinin mezarının yanına gömülmeyi, öyle yaptılar. Ayşe sağken görememişti, defnedilirken ne olursa olsun gelmek istedi, sınavları boş verip, geldi... Sakin görünüyordu ilk önce, dalgın gözlerle izledi mezarın kazılışını... Sonra toprak örtülürken anneannesinin üzerine zeytin dalı koyduklarını gördü. Yanında duran teyzesine :' Bu da ne?' diye sordu. 'Buralarda âdettir, birisini özleyerek ölen kişinin mezarına zeytin dalı konur' dediğini duyduğunda tutamadı kendisini daha fazla. Ağladı, ağladı, içindeki acı zehri atarcasına...




Haziran/ 2012

19 Şubat 2013 5-6 dakika 20 öyküsü var.
Beğenenler (2)
Yorumlar (1)
  • 11 yıl önce

    Çok güzeldi. Gözlerim doldu okurken. Kaleminize ve yüreğinize sağlık...