Zulüm

Karşı komşumuz Zerrin Hanım'la evlilikte aşk konusunu konuştuktan sonra üstümüze bir ölüm ağırlığı çöktü ve odayı sessizlik kapladı. İkisinin de çok sevdiğini bildiğim için yeni aldığım bir İlahi kasetini jelâtininden çıkardım, açtım ve teybe koydum. 'Bir çay molası verelim!' dedik. Ara ara gidip bakıyorduk. İyice demini almıştı. Annem çaydanlığı ve bardakları almaya gitmişti. Ben de tabakları getirdim. Çalışma masamın üstüne koyup, birkaç kuru pasta, kraker, bisküvi paketi açtım ve servis tabaklarını hazırladım.

Geç vakte kadar beraber olacaktık. Çünkü eşi, İznik'teki ablasına gitmiş, bu gece orada kalacakmış. Çocukları televizyon seyrediyormuş. Kadıncağızın, evde kapana kapana canı çıkmış; fırsat bu fırsat, içi açılsın diye konuşacağız, eğleneceğiz; anlatacak, deşarj olacak. Hem laf arasında, bu sıcakta camları açılmayan evde kimin oturduğunu ya da neden perdelerin kıpırdamadığını soracağım. Derdim o!

Hazırlığımız bitti. İçeriye, babama da çay servisi yaptım. Tam çaylarımızı içmeye başladık ki 'Rabbim Allah' isimli İlahi çalmaya başladı:

'İnse başıma bir yumruk
.Rabbim Allah diyeceğim.
.Aksa kanım oluk oluk
.Rabbim Allah diyeceğim.'

Annem birden heyecanlandı:

_ 'İşte bu şiiri yazmış o hanım, Semiray! Albayın hanımı. Sana anlatmıştım ya. Hani sen yurtta kalırken hastaneye yattığımda tanıştığımız...'

_ 'A, evet ama şiiri bir türlü anımsayamamıştın. Bu şiir miydi? İlahi olmuş. Başa alayım mı?' dedim.

_ 'Yok, kalsın, dinliyorum. Hatırlamaya çalışıyorum, Şaheser Hanım'ın anlattıklarını. Bitsin de...'

_ 'Zerrin Hanım da merakta kaldı. Anımsayamadığın yerleri ben sana hatırlatırım. Anlattıkların, ilgi alanıma girdiği için seni can kulağıyla dinlemiştim. Merak etme, eksik kalmaz. Albay'ın adı bile aklımda. Haldun'du. Anlat, anlat!' dedim.

_ 'Apandisit ameliyatı için hastaneye yattığımda iki kişilik odada koğuş arkadaşım da benzer bir dertten muzdaripti, o da benim gibi ameliyat için yatmıştı. Tanışmakla kalmadık, kısa sürede kaynaştık, dertleştik, adeta kardeş olduk. Bana ?ahretlik' diye hitap etmeye başladı. Ne demek olduğunu sorduğumda:

_ 'Dünyanın bin türlü hali var. Ameliyata gireceğiz. Ben seni çok sevdim. Seninle ahirette de beraber olmak istiyorum. Sen de istemez misin?' diye sordu.

_ 'Ben de seni çok sevdim. İstemez miyim? Öyle olsun, ahretliğim!' dedim.

Bir sonbahar günüydü ama kalorifer yanıyordu, güneşli bir öğle sonu olduğu için koğuş çok sıcaktı. Bunalıyorduk. O, bembeyaz tennure gibi bileklerine kadar uzun, kloş bir elbise giymişti. Başında da bembeyaz başörtüsü vardı. Kıyafetine, kültürüne, melekleşmiş yüz ifadesine bakılırsa, gerçek bir mümineydi. Yüzüne baktıkça huzur duyuyordum. Hatta konuşurken ellerinin hareketleri bile onu bana ruhani bir varlık gibi hissettiriyordu.

Odada ikimiz kaldığımızda tülbendini biraz açıyor, ferahlıyordu. Gelen geçen olursa, tekrar eskisi gibi bağlıyordu. Bu arada boynunda boydan boya, zincir kolye gibi bir yara izi gözüme ilişti. Muhtelif yerlerinde dikiş çizgileri vardı. Merakımı celbetti:

_ 'Geçmiş olsun! Galiba guatr ameliyatı da olmuşsun.' dedim.

_ 'Hayır. Guatr değil...' dedi. 'Ah, ahretim!.. Uzun hikâye...'

_ 'Peki ya ne, Şaheser Hanım? Ameliyat izi değil mi? Dikişler...' diye sordum.

_ 'Anlatayım, ahret!' dedi. 'Ailem, araştırmadan sormadan, bir subayla evlendirdi beni. Dindar bir kızdım. Küçüklüğümden beri abdestimde namazımda... Kocam dine karşı biraz soğuktu. Evliliğimizin ilk yıllarında, bana karşı olan davranışları o kadar rahatsız edici değildi. Herkes arzu ettiği gibi yaşıyor, ibadetim sorun olmuyordu.

Haldun'un, içkisi ve gece hayatı vardı. Katlanıyor, ona hiçbir şey demiyor; sadece, hidayete ermesi için dua ediyordum. Hemen hemen her gece ya nöbetteydi ya dışarıda... Ona ayak uydurmam mümkün değildi. İlk zamanlar denedim, beraberce eğlenmeyi... Birlikte onun gittiği eğlence yerlerine gittim ama yapamadım. İçimde öyle bir sıkıntı doldu ki deliliğin, iç sıkıntısı demek olduğu kanaatine vardım! Evime, yerime yurduma sığamaz oldum! Canımı dışarıya atıyor, park bahçe dolaşıyor, oralarda da duramıyordum! Ne namaz kılabiliyordum, ne Kur'an okuyabiliyordum! O nedenle iç huzurum kalmamıştı. Ona, kendi hayatımı yaşamak istediğimi, oralara gitmek istemediğimi söyledim.

_ 'O zaman, ben de başka kadınlarla giderim. Kabul edecek misin, Şaheser? Razı olacak mısın?' dedi.

_ 'Sen ne yaparsın, bilmem. Ben huzurumu kaybettim, Haldun Bey. İç sıkıntısından kıvranıyorum! Allah'tan uzaklaştıkça, şeytanı içimde hissediyorum! O kadar ki ateşini içimde duyuyorum! Kanımın alev aldığını, ciğerimin yandığını hissediyorum! Çıldıracak haldeyim! Beni anla!' dedim. Bana dedi ki:

_ 'Peki o zaman... Bildiğini yap!.. Sen yoluna, ben yoluma!..'

O gün bugün, ben ibadetime döndüm, içime kapandım. O istediği gibi gezdi tozdu, akla hayale gelmeyecek her şeyi yaptı. Seslenmedim. Öylece kabul ettim. Fakat son zamanlarda, gittikçe artan asabiyetine dayanamaz oldum.

Ne yaparsam yapayım, ona batar oldu. Evde olduğu zamanlarda namaz kılmama bile engel olmaya başladı. Fakat namaz mutluluk ilacımdı benim. Ruhum daralıyordu kılmayınca... Bunu ona en münasip dille anlattım. Beni anlayacak durumda değildi. Dünyanın boyalı suratına aldanmış, içiyor, kumar oynuyor, haram helal demiyor, kadınlarla beraber oluyordu. Giderek sadist bir adam olup çıktı! Ateist olduğunu söylüyor:

_ 'Kendiniz yaratmışsınız, kendiniz tapıyorsunuz. Bir de ad uydurmuşsunuz. Hurafe hepsi! Cümlesi yalan! Varsa haydi beni sustursa ya! İsyan ediyorum. İnanmıyorum. Yok diyorum. Daha ne diyeyim? Hani bir şey yapıyor mu? Yok ki! Yok da ondan! Sen de ikide birde yat kalk!'diyordu.

_ 'Allah'ın Kuran-ı Kerim'de geçen en son sıfatı Sabur'dur. Sabrediyor olması, cezanı vermeyecek anlamına gelmez. İnsanoğluna bir vakit tanımıştır ki o, bu ömür denen süreçte istediğini yapar. Gün gelecek, sigaya çekileceksin! Bin pişman olacaksın ama elinden bir şey gelmeyecek, yalvarıp yakarmaların sonuçsuz kalacak. Cehennemden kurtulamayacaksın. İman, en önemli farzdır. Gel, Kelime-i Şehadet getir. İbadet etmesen de belki kurtulanlardan olursun! Belki Allah affeder de sonsuza kadar yanmazsın! Yapma! Yalvarırım, yapma!..' diyeceğim ama karşısında iki laf etmek ne mümkün?

Esmer, uzun boylu, atletik vücutlu, iri siyah gözlü, uzun kıvrık kirpikleri çatık karakaşlarına değen, dünya yakışıklısı bir adam! Fakat kaşlarını çattı mı, konuşabilirsen konuş, karşısında! Zaten vurmaya fırsat kolluyor! Ağzımı açıp bir şey diyemiyorum. O hak bana verilmemiş ki! O bana diyebilir: 'Namaz kıl! İbadet et!' diye ama benim ona deme hakkım yok. Sadece onun için örnek teşkil edecek davranışlarımla hatırlatmalarım olabilir ve hidayete ermesi için dua edebilirim.

_ 'Sadece namaz kılıyorum. Başka bir şey yapmıyorum. Biliyorsun, kılmazsam iç sıkıntısından boğuluyorum. Lütfen bana izin ver de huzur içinde ibadetimi yapayım!' diye yalvarıyorum:

_ 'Ne demek efendim? Yatıp kalkmayla huzur mu olurmuş? Mutluluk bunun neresinde? Ben neden hoşlanmıyorum, o zaman? Beni neden mutlu etmiyor? Saçmalama! Arap adetleri bunlar! Allah'ın senin yatıp kalkmana ihtiyacı mı var? O okuduklarını zaten o yazmış. Senden iyi biliyor. Sanki orijinali gibi telaffuz edebiliyor musun? Neden tekrarlıyorsun? Çok mu lazım?' dedi.

Eşimden, arzu ettiğim şekilde sevgi, ilgi ve anlayış göremediğim için günden güne Allah'a yaklaştım. Kapı dışarı çıkmıyor, sadece ibadet ve dua ediyordum. Kocam, önceleri ibadetime o kadar karışmıyordu. Son zamanlarda, o benden uzaklaştıkça, ben ibadete daldığımdan aklımı kaybettiğimi zannettiğinden, ibadet etmemem için bana zulmetmeye başladı.

_ "Namaz kılma! Bir daha namaz kıldığını, Kuran okuduğunu görürsem, ağzını burnunu kırarım!.. Ona göre ayağını denk al! Eve kapandın, ibadet edeceğim diye, aklını oynattın!'

O zamanlar, cadde kenarında, yerden bir evde oturuyorduk. Yine bir namaz vaktiydi. Ne derse desin, o Allah'tan büyük müydü ki onun emrini dinleyeyim? Serdim seccadeyi, namaza durdum. Bas bas bağırıyor, küfrediyor, yine bana vuracak, elden utanıyor. Suçum yok, günahım yok. O kadar küfretti, bağırdı ki ne okuduğumu, nasıl kıldığımı bilemiyorum! Tam namazın sonuna yaklaştım, bir motosiklet girdi içeriye... Tam onun üstüne doğru!.. Neye uğradığını şaşırdı!.. Selam verdim, yardımına koştum. İyi ki atik davranmış, kendini kenara atmış ama sol baldır kemiği küt kırılmış.

Bir süre bana laf söylemedi. Allah'a inanır gibi oldu. Galiba pişman oldu. Fakat çok geçmeden tekrar aynı huysuzluklara, eziyete başladı. Üstüme geldikçe sıkıntım arttı. Delirmekte olduğuma ben de inanmaya başladım. İşkencenin boyutu bir iki tokatla kalmıyordu. Güçlü kuvvetli adam... Bir de asker yani sıradan birisi değil. Cebinde beylik tabanca... Dayadı mı şakağına!.. İstersen gıkını çıkar da gör gününü! Gözü dönmüş, saldırıyor!..

_ 'Sabır ver Ya Rabbi!' diye, dolanıp duruyorum evimin içinde. Gideceğim bir yer yok. Sığınacak bir Allah'ın kulu yok. Van'ın Özalp İlçesi'nde, şark hizmetindeyiz. Allah'tan başka kimsem yok! İşim yok, mesleğim yok, gelirim yok. Ayakta duracak gücüm, kendime güvenim yok. Ne benden vazgeçiyor, ne rahat huzur veriyor!

Yine ibadetime, ıslah olması için duama devam ettim. İçip içip geliyor, namazıma, Kuran'ıma bana, ağzına geleni söylüyor, sayıyordu. Artık o evdeyken namaz kılamaz oldum. Fakat ne yaparsam yapayım, huzursuzluk, iç sıkıntısı... Çıldıracağım!.. Yalan değil... Giderek içime kapandım.

Bu defa bana:

_ "Sen delisin! Ben senden kurtulmasını bilirim! Seni akıl hastanesine yatırayım da gör!"

_ "Yapma, orada benim ırzım namusum ne olur, hastaların arasında!?.." dediysem de nafile...

Adam gerçekten bir askeri cip getirdi kapıya. Şoför neferle zorla bindirdiler. Ben arkada o önde, askerin yanında... Aracı kullananla yol boyu konuşa, bağıra beni akıl hastanesine götürürken:

_ "Allah'ım beni kurtarır!.." diye dua ettim. 'Ya Rabbim! Her şey Senin elinde! Sen istemezsen kılıma dokunamaz! Beni onların elinden kurtar!..'

Söyleniyor, bağırıyor, hırsını alamadıkça arkasına dönüp dönüp kollarıma, kafama rasgele yumruk atıyor:

_ "Kurtarsın da görelim!.." diye bas bas bağırıyor!..

Dağ yolundayız. Ormanlık alanda ilerliyoruz. Ben boyuna okuyorum ama ne okuma!.. Öyle yalvarma yakarma olamaz!.. Birden araç ateş aldı!.. Asker ve kocam kendilerini derhal dışarıya attılar! Ben hiç kıpırdamadım.

_ "Çık be kadın!.. Yanacaksın!.. Başımın belası!.. Manyak mısın, nesin? Deli karı! Çık diyorum, sana! Araç ateş alacak!.." diye bağırıyor, yırtınıyor!.. Er de yalvar yakar:

_ 'Lütfen aracı terk edin! Ne olursunuz!..' diye feryat ediyor. Ne kadar ısrar ederlerse etsinler yerimden kıpırdamadım:

_ "Mademki sen beni akıl hastanesine kapatacaksın, burada yanayım, öleyim daha iyi! Namusumu kurtarırım bari!" dedim.

İkisinin gözleri önünde araç, kendiliğinden söndü.
Eşim, hayretler içinde geçen başka bir araca bindirdi bizi, birlikte geri döndük.

Haldun, yine eve sarhoş geldi bir gün. İbadetimi bahane ederek bana kızdı, bağırdı çağırdı; evde ne varsa kırdı döktü ve beni öldüresiye kadar dövdü! Hırsını alamayınca, aldı ekmek bıçağını eline, yere yatırdı ve:

_ "Seni keseceğim!" diye, bıçağı boğazına dayadı ve sürtmeye başladı. Epey kesildi, her taraf kan revan!.. Fışkırarak akıyor!.. Öldürmeye niyetliydi ama her ne ve nasıl olduysa, merhamet mi etti son anda, korktu mu kan fışkırınca başına geleceklerden, ne olduysa, vazgeçti ve hastaneye yetiştirdi beni. İşte bu yara, bıçak yarasıdır. On sekiz dikiş attılar, boynuma! Bu yara kapandı ama dil yarası kapanmıyor!..

Boynundaki bıçak izini gösterdi. Hastanede yazdım, bu şiiri, dedi. Bilmem kendisi mi yazdı, başkasından mı kopyaladı...

_ 'O bana eziyet ettikçe ben şiir yazdım. Derdimi kâğıtlara döktüm. Kimseye halimi belli etmedim. Kan kustum, kızılcık şerbeti içtim dedim, soranlara. Annem babam, en yakın komşum bile bilmedi iki taş arasında ezildiğimi. Yıllar sonra Allah âşığı oldum. Deli diyorlar bana. Desinler!' dedi ve:

'Bilmeyen ne bilsin bizi
.Bilenlere selam olsun
.Namaz için üstümüze
.Duranlara selam olsun'

Diye Yunus'tan bir dörtlük okudu ve sonra da bana bu şiiri öyle bir okuyuş okudu ki tüylerim diken diken oldu, özlerimden yaşlar boşandı!.. O, Rabbim Allah isimli ilahiyi bulur musun, Semiray, tekrar dinlesek?" dedi annem. Hemen istediğini yaptım. İlahi harikaydı!

'İnse başıma bir yumruk
.Rabbim Allah, diyeceğim.
.Aksa kanım, oluk oluk
.Rabbim Allah, diyeceğim!..

.Yusuf gibi düşsem suya
.Atsalar beni kuyuya
.Nice şeref duya duya
.Rabbim Allah, diyeceğim!..

.Elekten süzseler beni
.Taş ile ezseler beni
.Haykırıp gönülden, yine
.Rabbim Allah, diyeceğim!..

.Sürseler yaban eline
.Atsalar, zindan evine
.Haykırıp gönülden yine
.Rabbim Allah, diyeceğim!..

.Baş koymuşum ben, bu yola!..
.Ölüm, bana düğün ola!..
.Hem başında, hem sonunda
.Rabbim Allah, diyeceğim!..

.Ecel gelip, öleceğim
.Ben kabire gireceğim
.Melekler sual sorunca
.Rabbim Allah, diyeceğim!..'

Fikret UZUN

Tekrar başa aldım ve sesini biraz kıstım. Annem, kaldığı yerden anlatmaya devam etti:

_ "Şiir bitince: 'Allah! Allah!' diye bir süre zikrettikten sonra kalktı ve bir sema yapmaya başladı, dakikalarca döndü!.. Hayran hayran bakakaldım!.. Mevlevi dervişler gibiydi.

Yanıma geldi, yatağıma oturdu, okudu ve avucuna üfledi, sonra avucunu açtı ve bana:

_ "Buraya bak!" diye bir şey gösterdi. Parmağıyla işaret etti durdu ama ben bir şey göremedim. Sadece bir ara kıvılcım gibi bir ışık çakar gibi oldu, minicik, o kadar... Fakat o bir şeyler anlattı, orada neyin tecelli ettiğinden falan ya benim tasavvufi bilgim olmadığı için bir şey anlayamadım. Çünkü o terimlerin anlamlarına vakıf değildim. Duydum ve unuttum.

Bir ara tatil yapmak vesilesi ile Antalya'ya gelmişler. Karpuzkaldıran Askeri Kampı'nda kalmışlar. Daha sonra emekli olunca, temelli gelip yerleşmişler.

Ben gördüm, Haldun Bey'i. Hastaneye çok geldi gitti. Şaheser Hanım'ı, kapı önlerinde ayakta, emir eri gibi bekledi. Beyefendi bir adamdı. Hiç o eziyetleri yapacak birisine benzemiyordu. Anlatılanlar, yalan ya da doğru... Bilemem. Ahretliğimin söylediğine göre, ona eziyet ettikçe olan olağanüstü olaylar nedeniyle eşine hak vermiş, imana gelmiş, artık bir dediğini iki etmiyor, üstüne titriyormuş.

Hastaneden çıktıktan sonra da sık sık gidip geldik birbirimize. Ondan çok şey öğrendim. Öğrenmenin yaşı yok. Ne kadar özledim! Ben onu, Allah'ı çok sevdiği için farklı bir duyguyla seviyorum. Allah'ı seveni sevmek, Allah'ı sevmek demektir. İbadet sayılır. Bir nevi ibadettir.

Allah, bütün insanlara insaf ve merhamet versin, hidayete erdirsin; onu, bizi, Ümmeti Muhammedi ıslah etsin; cennetine, Cemaline layık kullarından eylesin!'

***
BİN BİR GECE ÖYKÜLERİ - 71

14 Temmuz 2010 13-14 dakika 92 öyküsü var.
Beğenenler (1)
Yorumlar