Anne

Suların doğudan aktığı gün, demirin suya doyduğu anlar.
Işıksız pervazlarda hatıralar eskisi bir rüzgâr ve
senin geleceğin saatler anne.

Yağmur yağdı ha yağacak.
Büyüyen acılar, ders çalışan güzel, uyuyan çocuk ve
iplere dizilen sürgün geride.
İşi başından aşkın gün batımı eşiğe düştüğünde uzadı sakal,
damladı mürekkep, utandı yüz...
Çaresiz dert, Onüç Eylül bindokuzyüzseksendört.
Binsekizyüz evler adresli dededen ve babadan emanet, sevgili.

Bir.., neydim.
Tanyerine daha çok vardı.
Kururken büyümeyen otlar ve yaşların öfkesi sızladı damar
ve tutuklandı nabız sesi.
Önce, süt kokun yayıldı sokaklarımıza anne....

At kestanesi düştü düşecek,
Kansız el yazması ve şişman portakal sırada.
Mevzilenmiş ağzı küt bıçak, yerini beğenmeyen virgül ve tedirgin balık,
duyuldu fanilasız çırılçıplak bir ıslık.
Yorulan lamba dönüp baktı, şaşırdı buğulu lale.
- Al işte kent aşığı Venüs -
Çıplak kemikte lodos korkusu esti dumanlandı evler ve
kaçmadı sinek.

Uykuya yabancı alev gözler ve adres soran soyunuk dil üşüdü.
Ardından, şefkat asılı solukların duyuldu sokaklarımızda anne....

Nazlı kızın gölgesi, kapalı kapı arkasında hapşırdı hapşıracak.
Avuçlanan kavisli yol ve beklenmeyen ölüm gibi
tam şuramda yine vuruldum.
Saklandım, mor derinliklerde yüzen uçurum saçlarında,
Mavi yürek bayrakları yarıda.
Serildi ağlar ve meteris, yandı kırmızı, daha da yanmadı sarı,
ateşle ödendi bedel.

Sonra, içinde gül yetişen gözlerin değdi sokaklarımıza anne..
Ve kınalı ellerin...

Çöllere düşen afyona neşter vuruldu vurulacak.
Yalvardı bir ses.
Sana durdu nişangâhta keklik ve kaldı yorgun kanatta tuzlu nem.
Durdu ahşap köprü yıkıntısı, bahçıvan, toprak eşik.
Ve kuru fasulye,
asma altı,
pilav
ve kaşık.
Ee birde kuru soğan.., ikide şükür.

İki.., ne oldum.
Buz gibi bir karanlık okşadı ten kokusunu,
mazgallara asıldı salkım salkım kahır.
Aktı kurnalarda haremi günahı ve sokaklar bir kan kırmızısı.
Çocuklara bayram..., bana ölüm.

Güneşi taşıyan hamal yükünü nihayet indirdi.
- Off be –
Eksi sıfıraltı veya sekiz, küller soğudu.
İkinci mevki kompartıman edasıyla çiçeklerin altları kurudu.
Eşikte derin uykuyla bir çaresizlik durdu anne.
Sonsuza yolculuk için kalın yapraklı incir tadında bir sela okundu.., Nailbey camiinde.
Dualara asıldı günahkâr eller ve gözyaşı ile sırlandı mermerler...

Yolun teri, akrep dili, kapkara raylar ve aminler,
artı, ağaçlı ay cümleleri hızla geçtiler.
Bir düğüm oldu ayrılığın üstündeki nemler,
demlenmiş şarkılar taştı mahzenlerde,
randevusunu unuttu uyku.
- Olacağı buydu –
Altında cennetler saklı ayakların, değdi sokaklarımıza anne..., hızmalı...

Suların perdesi kapandı kapanacak.
Yeşilin altında, dinlenmemiş bir hikâye.

Ekmeğini bölüştü Bilal, elleri akü kokan şair Tahir'le,
bir kahvaltı vakti Doğukent sofrasında,
helal sütünü de.
-Onların şiiri Kömürhan'ı geçmez! –
Isırıldı bir ayva, balıklar kaydı hazarın sularında.

Sonra,
Gelincik kokan, Elif duruşlu hatunluğun, değdi sokaklarımıza anne.., şehadeti birleyen...

Bir çizgi göğüste puslu, bir diriliş leylaklarda,
sapsarı bir şey taşındı ağıt yüklü kanatlara.
İnledi gamların yüküyle kül tablası ve
canı yazmak istemedi kalemin,
uzun oturdu kağıt.
Sarktı dudaklar, ağladı orman.
Bir çift yaş düştü sigara paketinin üstüne,
küstü perdelere düşen anılar,
küstü yeğen Gamze.
– Huyudur-
Süzüldü avuç içi kadar umut, gömlek kanlandı.
– Beğendin mi yaptığını? –

Yakutlara ağır basan yanağında, seher taşıyan analığın,
değdi sokaklarımıza anne.., emsalsiz...

Havada kararsızlık.
Bir beyaz ürperti ve hüzün damladı aynalara.
Bir selvi,
bir martı, bakraçlarda karaçalı.
Kireç badanalı sofalarda soyulmayı bekleyen bir mandalina,
yüzünde üç utangaç nokta.

Üç.., ne olacağım.
Sarktı yaprak, kurudu fidan, zamansız kaldı gölge.
Bu aşk, bir sağalmaz dert, tarihe aktı akacak.
Bir şebnem yumuşaklığı ile geçti güzellik anı.
Gitmedi rehavet ve ağırlaştı bu dava, soğuk bir hatıra.
Uzakta bir çay ağzı, yakında kapı komşu ve
ortada sevdayı ezen kocamış yük.
Başköşede istenmeyen misafir.
Söylenmeyen kavak görüntüsüne bürünmüş sevgili.

Ve sümbül gölgesinde ceviz yaprağıyla sunulan içi aşk ve
Kevser dolu kadehler.
Kalanlara hey,
şerefe hey,
vuslata hey.!
Hey gidi yorgun bahçeler hey.
– Al ipek –
Yak bi filtreli Bafra'dan...

Bir aydınlık eridi eriyecek.
Eşinde, yumurta topuk, kolalı gömlek, kösteksiz cepken,
yiğit sinesi, bir Harput beyefendisi.
Giden bir ömürlük canan, bir sevgili gibi büyülendi zaman.
– Gülüşün bir umman –
Vakitlere sarkan, rengi hep aynıdır gözyaşlarının.

Ve bir bakire uykusunda uyandı uyanacak,
rüyasında sam yeli, serçe parmağı ve karanlık mezar taşları.
İncilerin doğurduğu ve ellerin aldığı kız.
– Muradına eren dilber –
Kervan ve küheylan ve gün hatırası ile kalan acı bir keman.
– Elvedaları hiç sevmedim –
Sokaklarımızda Eyüp sabrı anne.

Çetin bir türkünün bağrında giden gelin, elleri narin.
– Beyazda ne yakışırmış ya –
Anlımıza kondurduğun buse ağlıyor anne, sahipsiz...
Of ki off...
Bir zeytin rengi, bir sürme ki değme gitsin.

Sustu kalemin dili ıslandı kanadı..., öldü aşklar,
yetim kalan duygular.
Sırtımda kanlı bıçaklı çırpınan bir inkâr!
-Sen bendeki güzelliğinle kal., emi –
Kaşları çatılan yıldırımlar ve salkım salkım çürüyen ayıplar.
Şafağa taylar sürüldü sürülecek.
Seherde kalan çiğler, ve yüksek tepelerde ölen güller.

Sokaklarımızda senden kalan, nazar değmemiş yüzünle,
hançer yarası bırakılmış'lığım anne..

Bir hayat nakil faslında..
Seni götüren ayaksız at sesinde, bırakma beni anne..
Ve terkinde...,
- ödünç bir kurşunun var mı –?
Ve hurma gölgesinde yılan öpüşlü bir kader......

(Adımızın önüne yıldız koydurtan, hangi değerlerimizdi yitirdiğimiz,
hangi adreste unuttuk sevinçlerimizi?
Hangi manzaraydı önünde poz vermekten gurur duyduğumuz?
Çınaraltı-Harput.)

Bu şiir Şairin 'YASAKLI AŞK' adlı şiir kitabından alınmıştır.

30 Ocak 2018 25 şiiri var.
Beğenenler (2)
Yorumlar (1)