Arkadaş
Senin hatıralarını süsleyen sevgilinin umurunda olmamak ne kadar acı bir his,
Değil mi arkadaş...
Bunu anlamak için medyum olmaya gerek yok ki.
Dudaklarının kıvrımlarındaki yeknesak titreyişler de gizlenen acı hatıralardan belli zaten...
Sessizliğin sesindeki acı tınıyı duyabiliyorsun artık, değil mi?
Yavaşta olsa, hayata olan bakış açını ve kabiliyetini artırıyorsun.
Benliğindeki yalnızlığın, sevdalının yokluğu değil aslında...
Sevdasızlığın varlığı.
Sence ; Sevdasız insan nedir ki?
Neye benzetilebilir ki?
Aya mı , güneşe mi?
Ayın Dünya'ya olan sevdası olmasa, gece karanlıklarını aydınlatmak için kendine ait olmayan ışıkları verir mi?
Güneş sevdası olmasa neden böyle delicesine kavrulsun ki?
Başka neye benzetilir ki sevdasız insan sence?
Ota mı?
Otun süte sevdası olmasa yedirir mi kendini, acıtmaz mı tadını?
Sevdasız insan küle benzer arkadaş...
Artık yanmak için hiç bir şeyi kalmamış.
Hayattaki varlığını, idrakteki hissiyatını, benlikteki yalnızlığını yemiş bitirmiş küle.
Güne güneş olarak başlayıp, kül olarak mı bitirmeli?
Yoksa ay olarak devam mı etmeli?
Acıtan acıların, sevdasızlığına mı akmalı?
Acıdan zevk alarak yolumuza mı bakmalı?
Kokusunu yitirmiş sevdanın, vurdum duymaz kölesi olan yüreğimize hançer mi vurmalı?
Sevdalının, hissiyatını kaybetmiş sevdasına esir mi olmalı?
Boşluğa düşer gibi sevdaya mı koşmalı örneğin,
Yalnızlığın kıdemine kadeh mi tokuşturmalı?
Esiri mi olmalı hiçsizliğin...
Kulu mu olmalı sevdasızlığın.
Sevmeli mi , sevdirmeli mi arkadaş...
Sence hangisi?
Hayallerini, masallaştırmak mı?
Masalları gerçekleştirmek mi...
Gerçekleri hayallere adayıp, masal dinlemek mi?
Sorular çok, cevaplar yok! Arkadaş! Yok!
Edebiyatla'ya Hoş geldiniz Kürşat bey nice paylaşımlarınıza