Arp

I

ben bir vakit kaybolmuştum,
ama bu öyle alalade bir kayboluş değildi hani
bir anlamı vardı ilkin sezemiyordum,
uzun uzadıya bir yağmur sonrası gökyüzüne bakmak gibiydi
ve yağmurun hemen sonrası sesi hala kulağındadır,
işte böyle bir sesi hatırlamak gibiydi.
bu ses öyle bir sesti ki hiçbir canlının tanık olmadığı
ve daha önce hiç işitmemiş olmama rağmen
bu sesi bir arp tınısısıyla özümsedim.
bir deniz kabuğunu dinlemek gibiydi,
sesin nasıl ve nereden geldiğini bilmiyordum.
yani bir çocuk kadar saftım anlayacağınız
bu ne müthiş bir saflıktı!
ve ölesiye titriyordum...

nereden geldiğini önemsemiyordum
bana çok şey anlatıyordu,
ben alalade kaybolmamıştım ve bu ses
bu ses alalade değildi;
son dinin son peygamberi kadar kutsal olan bu sesi
bir havari azizliğiyle takip ediyordum.
o kadar güzel di ki,
gözyaşlarım onun hüznüne yetişemiyordu,
duyularım içiçe geçmişti insanlığımdan şüpheliydim
ve o an anladım ki yağmur hala yağıyordu!
sanki ezelden beri biliyordum,
aynadaki aksin hiçliğinin de bir sonu vardı
ve ucundaki okyanus beni bekliyordu!
kendimi yokluğun taşlarından yontarken buldum,
okyanus köpük köpük yüzüme çarpıyordu.

II

kendi yokluğuna can veren adamdım ben,
hezeyanlarımın sonu yoktu,
sebebi yoktu cambazane iplerden salınışımın
oysaki ben ne büyük bir korkaktım!
fakat bütün korkularım çok geride kalmıştı;
ne dünyam aynı dünyaydı,
ne de ben aynı adamdım.
yokluğun orta yerinde duruyordum
kulak verseniz dalgaları hala duyabilirsiniz,
bütün ikincil ve üçüncül şahıslardan uzaktım
ve dünyanın tüm gölgeleri yüzüme dokunuyordu
öyle gölgelerdi ki bunlar, hem karanlıktılar üstelik ölüm kokulu!
ölümü de karanlıkları da yokluğumun anlamsızlığıyla yenmek isteyen ben,
bir yokluk kadar anlamım olsun istiyordum...

kendi yokluğuna sarılan ben, savaşlar açacaktım,
yüzyüze gelmeye korktuğum halde, sarılacaktım
sarılacaktım bütün o karanlığa, gölgelere ve sancıya
yokluk kadar anlamım olmasını dileyerek ölecektim!
ve bir kuşluk vakti belki de yediverenler gibi açacaktım,
yedi sene rüyalar görecektim sizler için,(dokunmamak üzre)
dünyalar boyayacaktım yokluğumdan, renkleri gölgelerden sıyırıp,
bir can çizecektip adına hayat deyip! ve ardıma bakmayacaktım!
sizlere bir doğru verecektim yanlışı hiç göstermeden!
bir aşk verecektim kusursuz, hiçbir aşık ölmeden!
bir tanrı verecektim üstelik hiç bir şey istemeden!
adına dünya diyecektim! (ancak o zaman diyebilirdim...)

III

bazı gecelerde yokluğum varlığımın sınırlarını aşıyordu
öyleki yağmurun sesini duyamaz hale geliyordum,
bir banka oturuyordum herkesten kaçıp,
taze gecenin yalnızlığına bürünüyodum.
beklediğim her neydiyse ya da her kimdiyse
bir sigara yakıyordum onu beklerken
ve yarasaların anlamını çözer oluyordum
henüz izmariti söndürmeden, farkına varıyordum
içimdeki sancı bastırdıkça kanıyordu,bir çaresi yoktu üstelik,
böyle gecelerde bir yokluk kadar anlamım oluyordu...

bu farkındalık herşeyin çaresi bir ölümken,
sancıya bir çare bulamamaktı, ben kaçmazdım.
ben böyle dedim ve sigaramı söndürdüm.
dünya çirkinleşiyordu ve buna rağmen küçülüyordu
en çok da buna karşı gelenler bunu doğuruyordu,
ben de onlardan biriydim, duramıyordum.
alevden bir sarkaçtaydık da sanki
momentum etkisindeydi yaptıklarımız veya vazgeçtiklerimiz
bir kelebekten daha fakirdik, misal kanatlarımız yoktu
ve kim ne derse desin yalan söylemeye muktedirdik hani
bu ardı sonu gelmeyen sancıya yeminliydik! izin vermeyecektik!
bir kelebek kadar katkımız oluyordu ancak, ötesine gücümüz yetmiyordu
ve bunu ben biliyordum.

dünya çirkinleşip batıyordu,
kuşlar geceler dolusu incinmişti çoktan! sesleri çıkmıyordu,
ne gölgelerime ne de yokluğuma söz geçiremiyordum.
bir kelebek bütün dünyayı uçtan uca dolaşmıştı,
üstelik tek bir güne sığdırıp,
işte böyle birşeydi geldi geçti...


------------------------------------------
26.06.2010 Adapazarı
Ender Özdemir

24 Temmuz 2010 94 şiiri var.
Beğenenler (2)
Yorumlar