Ayazla Yamalanan Evler
Gecenin ihtiyar saçları düşer kirpiklerime
Yaprak döker gözlerim en hazin anılarda
Yağmura susuzluğum ölüm kadar eski
Karanfil ve olağan değil biçimsiz gülüşlerim...
Ey aşk!
Piçimsi hayatın dizelerine yıkma beni
Bilirsin bir damla çocuk gözyaşı sonum olur
Çıplak ayaklı yıldızların ellerinde ölürüm...
“Ayazla yamalanan evlerde intihar soluğu
Yalanlarla uyutulan deniz gözlü gelecek
Ve Tanrısız yakılan mehtap kıyıları
Cennet vaadiyle yaşatılan cehennem
Gökkuşaklarını ruhumun salyangoz sıcaklığında kemirir
Kanarım! Kaldırmaz içim ihaneti!”
Kaz ağaçları kan gölünde ufuklarımı karartır
Ben şairim, bilirsin
Kessen mısralarımı isyan dolanır parmaklarına
Sırt üstü uzanan süt beyazı bayram tedirginliği
Yokluğu dağlayan yoksul dua dilleri
Ömer’in çöle gömdüğü üç yaşındaki melek
Rüyalarımın sinir uçlarını ağır yaralar
Her köşeyi zulmetmeyi hüner sayanlar zapt etmiş
Nefretten köprüler yalıyor felaket çığlıklarını
Rüzgar susan narçiçekleri koşuyor toprağa
Masum narçiçekleri güldüğüne pişman
Yarınsız bir buse, ölüm bulaşığı gözleri
Ülkem o kadar acıkmış ki mertliğe
Dört yanımız puşt zulası...
Bütün namuslu insanlar gibi, korkak ve köle olma yüreğim!
Nakış nakış örülen yangınlar düşer avuçlarıma
Buz çiçekleri taşır bulutlar
İndirsem gökyüzünü pamuk aklığında cılız sokaklarına
Uyanır mı acaba benden önce ağlayan koca şehir?