Dört Kapıdan Seninle
acımış:
şaha kalkan yalnızlıklar ordusu
cadde artığı
kömür kokulu kalabalıkları
kirli yağmurun
güya...
hüznün onuru yenik
tanısız:
kent
terkeldilmelere bağımlı
ben atında son süvari
dört nala dolu dizgin
umutsuzluk çağını aşmak itili
saçlarınla dizginlenir yüreğim
dizginlerim sende dizginsiz
yakınlığın:
hangi mevsim yanarsa yansın içimde
her yanım öksüz bir kış kuşluğu
ah bilsen lacivert buzulların içinde
ayaklarım donarak
bir ağacın arkasına tünemiş oğlan çocuğu
o benim...sana baktığım anda kalıveren...
zamanımın yanında ol lütfen...
şekerim:
görüşlerinde ömrüm kadar
gözlerimde sanık bence
inkar ettiğin bana olanın o
ölümüne bir ön yargı gibi
şimdi ne yapsam doğal afet
her adımım ayrı bir şekilsizlik
seni seviyorum
"şekerim"
Ne kadar dogal, bir o kadar icten samimi bir siir olmus. Tebrikler kalemin sahibine.
Ben senden önce ölmek isterim. Gidenin arkasından gelen gideni bulacak mı zannediyorsun? Ben zannetmiyorum bunu. İyisi mi, beni yaktırırsın, odanda ocağın üstüne korsun içinde bir kavanozun. Kavanoz camdan olsun, şeffaf, beyaz camdan olsun ki içinde beni görebilesin Fedakarlığımı anlıyorsun: vazgeçtim toprak olmaktan, vazgeçtim çiçek olmaktan senin yanında kalabilmek için. Ve toz oluyorum yaşıyorum yanında senin. Sonra, sende ölünce kavanozuma gelirsin. Ve orada beraber yaşarız kolumun içinde kolun ta ki bir savruk gelin yahut vefasız bir torun bizi oradan atana kadar... Ama biz o zamana kadar o kadar karışacağız ki birbirimize, atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz yan yana düşecek. Toprağa beraber dalacağız. Ve bir gün yabani bir çiçek bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse sapında muhakkak iki çiçek açacak: biri sen biri de ben. Ben daha ölümü düşünmüyorum. Ben daha bir çocuk doğuracağım Hayat taşıyor içimden. Kaynıyor kanım. Yaşayacağım, ama çok, pek çok, ama sen de beraber. Ama ölüm de korkutmuyor beni. Yalnız pek sevimsiz buluyorum bizim cenaze şeklini. Ben ölünceye kadar da Bu düzelir herhalde. İçimden bir şey: belki diyor.
Nazım Hikmet