Eksilmenin Anatomik Atlası
Bir pazartesi sabahı,
bir taksi camında unutulmuş bir diş izi buldum.
Bütün duygularımı oraya bıraktım.
Biri çiğnenmişti, biri eksikti,
biri de hiçbir dile
çevrilemeyecek kadar parçalanmıştı.
Dünyanın damarlarında petrol değil,
yenilgilerin fosili akıyor.
Çocukken öğrendiğim ilk kelime
"katran"dı.
Annem öyle anlatırdı:
Her şeyin altı yapışkandır,
üstü unutuş.
Biri bana eski bir çinko leğenin kenarında
ölmeye karar vermiş bir sineği gösterdi.
İşte dedim,
ben tam olarak o hissim.
Zaman,
çürümüş bir narın içini oymak gibi ilerliyor.
Parmak uçlarımla hayatın kabuğunu kazıyorum,
altından hiçbir şey çıkmıyor.
Sadece kesik tırnaklarım
ve zamanın yenik muharebesinde
meydana dağılmış
aşksız cesetlerim.
Açlık artık mideyle ilgili değil.
Bir adam geçen gün kalabalığın ortasında
kendi kolunu dişliyordu.
Kimse bakmadı.
Çünkü herkes kendi eksilmesinin
tadını biliyor.
Ben kendimi
beş yıldır suskun bir antika dolabın
en alt çekmecesinde saklıyorum.
Arada biri açıyor,
bakıyor,
kapatıyor.
Sesimi yalnızca
asfaltın altına gömülen
eski köpek ulumaları duyuyor.
O yüzden bazı geceler
tüm şehir,
hiç açılmamış mektuplar gibi şişiyor.
Bazı şeyler
insan daha doğarken eksik değil mi zaten?
Hayatın fiziği işte.
Bir şey tamamlanmadan da kendini tüketebilir.
Bir elin içinde un ufak olmuş bir taş gibi.
İsimsiz, biçimsiz ve gereksiz.
Ben bazı günler, varlığımın tavan arasına çıkıp
kırık kiremitlerin arasından bakan
o eski benle göz göze geliyorum.
İkimiz de birbirimizin eksik tarafıyız.
Birbirimizin hatırlamadığı isimleriyiz.