Göç
Bilirim bilirim elbet
çaresizlik içinde köyden kente göçün hüznünü...
Umutlarını, eşyaları gibi kamyonlara yükleyip gider insanlar...
Yüreklerini ardında bırakırlar yaşlı gözlerle,
içleri kan ağlar ve kabaran öfkeyle feleğe hayıflanırlar
ve de durmaksızın bilinmezlere doğru yol alır garibanlar......
Bilirim
yaşama şanslarının sudan çıkmış balıklarla eş olduğunu,
umut ile umutsuzluk arasında sıkışıp kalan düşünceleri
ve kalp atışlarından belli isyankâr tedirgin yürekleri
bilirim elbet!.........
Bilirim bilirim elbet
umutsuzluğa yol alan umut yüklü kamyonları...
Onlar ki;
karamsarlığı kendilerine yol yaparlar,
dondurucu soğukları - kavurucu sıcakları bağrında taşıyıp,
deli rüzgârlara, amansız yollara ve bitmeyen özlemlere meydan okurlar......
Bilirim
gurbet ellere varışın şaşkınlığını
ve bir gecekonduya can havliyle kamyonların varışını.
Yeni yerlerin yeni filizlenen umutlarını
ve mahşer kalabalığında yalnız kalan şehrin yeni konuklarını
bilirim elbet!............
Bilirim
derme-çatma bir gecekonduyu yuva yapma telaşını,
şehir hayatına yabancı kadınları, kızları ve çocukları...
Sokaklara ilk çıkışları, ilk ekmek alışları,
hüzünlü adımları, düşünceli yürüyüşleri ve ürkek bakışları
bilirim elbet!...........
Bilirim bilirim elbet
geçim derdiyle yoğrulan kadınları, kızları...
Onlar ki;
sabahın erken saatlerinde fabrikalara koşarlar,
içleri kan ağlayarak
çocuklarının ellerine kalem yerine fırça
ve omuzlarına çanta yerine boya sandığı asarlar......
Bilirim
minik elleriyle fırça sallayan, simit satan küçük çocukları...
Arkadaşları güle oynaya okula giderken,
parklarda bahçelerde neşeyle oyun oynarken,
buğulu gözler ve buruk yüreklerle onları izleyen emekçi küçük çocukları
bilirim elbet!...............
Bilirim bilirim elbet!...
O kadınlar ve kızlar ki;
akşamlara kadar fabrikalarda çalışırlar
ve akşamları da evde yuvalarına özveride yarışırlar...
Farkedemezler bile köyden şehre geldiklerini,
çalışmak, didinmek ve özveridir çünkü yaşamlarının tek değişmeyeni............
Sadece işe gidişlerde bakarlar etraflarına ve farkına varırlar hayatın,
özlemini duyarlar ojeli tırnaklar, topuklu ayakkabılar ve kürklerle sürülen saltanatın...
Bulamazlar otomobili, otobüs ve dolmuşlara dahi hasrettirler,
dert olur yüreklerine yürümekten şişen ayaklar, çalışmaktan nasırlaşan eller....
Bilirim!...
Gün gelir şehrin havasına kapılır, özenirler her şeye oğullar ve kızlar,
bazen hayallerinin peşine düşer, bazen gönüllerini birilerine kaptırırlar,
kendileri gibi saf ve temiz sanırlar çünkü herkesi,
belli olur mu hangi namertliğin, kötülüklerin onları beklediği?...............
Bazen yanlış zaman ve mekânlarda, yanlış insanlarla dostluklar kurulur,
çoğu zaman yer-yurt, eş-dost ve aileler unutulur,
bir bakarsın düşmüşlerdir gençler birilerinin ağına,
dönülmez yola girilmiştir artık, saplanmışlardır şehrin bataklığına...
Bilirim!...
Bir gecekondu edinmişlerdir, dişlerinden tırnaklarından artırdıkları paralarla.
Sıcacık yuvaları olmuştur, dertlerini ve sevinçlerini saklamışlardır koynunda...
Bir gün ansızın yıkım ekipleri kapılarına dayanır yuvalarını yıkmaya.
Feryat, çığlık ve gözyaşları fayda etmez,
makinalar başlar hoyratça duvarlara vurmaya...
Gözlerinin önündedir her şey, olanlar dayanılmazdır.
Umutlar, düşler, anılar ve alınteri toza-toprağa bulanır.
Belleri bükülür garibanların, umutsuzca kıvranırlar, tanrım çaresizlik ne yamandır?
Ümitsizdirler artık herşeyden- herkesten,
yaralarını saracak tek şey zamandır.....
Daha dün gibidir;
Ne umutlarla eşyaları kamyonlara yükledikleri,
nasıl bir heyecan ve şevkle bilinmezlere yöneldikleri......
Şehir hayatının mahşer kalabalığı kuşatmıştır onları her yandan,
insanlığını unutmuşların canavarlığı kâbus gibi çöker üzerlerine,
bezdirir garibanları candan...............
Elde kalan;
vahşi hayatın pençesinde parçalanmış dünyalar,
boşa giden emekler, kavuşulamadan yitirilen umutlar......
Hayal kurmak ve insanca yaşam isteği suç ise, hepsi suçluydular...
Hayat değirmeninde öğütülüp, garipler hemencecik unutulurlar............
Köylerinde aş ve işleri yoktu amma onurları vardı!...
Umutlarla süslenen şehir hayatı her şeyi ellerinden aldı.
Darmadağındılar artık ve tek varlıkları çaresizlikti!...
Sarhoş etmişti feleğin sillesi, çözemediler bu illeti!?.......
Dayanılmazdır artık sılanın-köyün hasreti;
Dağları-ırmakları, havası-suyu, dostlukları ve muhabbeti,
koyunları-keçileri, bağları ve bahçeleri ...
Burunlarında tüter velhasıl geçmişlerine dair her şey,
ulaşılmazdır artık tüm özlemler,
kalmamıştır onlara nefes aldırabilecek bir şey......
Göçün pişmanlığına mı, yoksa heba olan hayatlarına mı yansınlar?
Kızgınlık ve utanç yüreklerini kavurur, köylerine de dönemez garibanlar...
Çaresizlik içinde bırakıverirler kendilerini yaşamın çarkına,
düşünmek istemezler bile geçmişi, salıverirler umutlarını hayatın ark-ına............
Merhaba arkadaşlar!
Bu şiirimde , geçim derdiyle köylerden, kentlerin varoşlarına göçerek, hayatla mücadele etmeye çalışan ve bazen de bu mücadelede yenik düşerek dağılan ailelerin hüznünü yansıtmaya çalıştım. Hoşçakalın!
Çoğumuz gurbet denen o uzak diyarlarda sevenlerimizden ve sevdiklerimizden ayrı sürdürülen yaşamın birer parçası olmuşuz. Gurbet uzadıkça da Sılamız, hasretimize hasret, sevdamıza sevda, gecelerimize katran katıp, yüreğimize hançer gibi batar ve burnumuzda bahar gibi kokar olmuş
Gurbet hep olacak..Yeter ki insan kendi içinde, kendi gurbetini yaşamasın.
Saygılar