Hâlâ
gözlerimi oyuyor bu yalnızlık
ağır beton harflerle kazınıyor anlıma
adeta bir ihtiyarın adımları gibi
sendeleyerek bir tane daha
kötürüm kalmaktan korkuyorum
aynalara zaten bakamıyorum
arttıkça hırsım
başbaşa kalıyorum bu azgın, kudurmuş, saldırgan mahlukatla
ve hergün biraz daha kendine benzetiyor beni
övüyor kendini bu mükafatla
duvarlarımda çürüyen saatler
zamanın dişleriyle çiziliyor benliğim
her tıkırtı kalbimi deliyor
bir kara kuş kanat çırpıyor zihnimde
dikenli gölgeler düşüyor ayaklarımın altına
sessizlik bağırıyor, acı çığlıklarla
kendi sesimden korkuyorum
çoğalıyor fısıltılar
çıkmaz sokaklar gibi uzuyor geceler
kayboluyorum bu labirentte
parmaklarımın ucunda siyah çiçekler açıyor
her yaprağı bir hatırayı parçalıyor
tutunamıyorum geçmişin kırık dallarına
gözlerim gecenin karanlığına esir
bir aynada iki ben, biri çığlık atıyor
diğeri sessizce kanıyor
her nefes, bir mahkumun prangası gibi
bedenimden geçiyor
acı ile besleniyorum
kendimi unutmak için
yıkıntılar arasında yürürken
toprağa yapışıyor ayaklarım
bir hayalet gibi sürükleniyorum
soğuk rüzgar arka sokaktan fısıldıyor
kulaklarıma
ölüm ile yaşam arasında sıkışmışım
her damla gözyaşı
kendi cehennemimin harcı
inşa ediyorum kendimi tekrar ve tekrar
kendime yabancı bir evde
kendime düşman, kendime dost
ama en çok kendime esir oluyorum
duvarlar kanıyor, taşlar ağlıyor
kendi sesimi yutuyorum
kalbim kütleleşiyor, taşlaşıyor
her dokunuş bir yara bırakıyor
zaman bana ihanet ediyor
her anı, her nefes bir zincir
ve ben onları boynumda taşıyorum
sessiz çığlıklarla dolu bir ormanda
her yaprak bir sırrı fısıldıyor
onları topluyorum
korkularım dans ediyor, karanlık bir sahnede
gölgeyle karışıyor, ruhumla birleşiyor
her gün biraz daha kayboluyorum
kendimden kaçmak için
ama kaçamıyorum
bu mahlukat içimde büyüyor
ona tapıyorum,
yada katlanıyorum buna
gece ve gündüz çürüyen yıldızlar
yıldızları topluyorum
kendi gökyüzümde asılı
her biri bir kabus
her biri bir övgü
ve ben hâlâ ayakta
kırık, kudurmuş, ama hâlâ
