İç’re Nâr-ı Leyl

Kapının eşiğinde durdum;
eşik dediğim, gecenin kendi kendini doğurduğu
bir sancıydı,
eşik dediğim, gecenin kendi kendini boğduğu
bir susuştu,
eşik dediğim, doğumla ölümün birbirine
değdiği,
hiçlikle varlığın birbirine gömüldüğü,
tek bir an,
tek bir kesik nefes,
tek bir sarsıntıydı.
Eşik, eşik, eşik…
Bir kapı değil, bir sır.
Bir çizgi değil, bir uçurum.
Bir eşiğe durdum, bir eşiğe yaslandım,
bir eşiğe gömüldüm.
Arkamda gölgelerden örülmüş kıpkızıl bir
duvar,
duvar, duvar, duvar…
bütün çocukluğumu, bütün günahlarımı,
bütün susuşlarımı taşlarına gömmüştü.
Önümde ihtimallerden dokunmuş
bembeyaz bir perde,
perde, perde, perde…
bütün gelecekleri,
bütün doğmamış kelimeleri,
bütün saklı cennetleri sessizliğe sarmıştı.
Ne yer vardı,
ne gök;
yalnızca içeriye çağıran,
adı konmamış bir hiçliğin soluğu vardı.
Döndüm.
Bir leyl gibi değil,
bir iç gölge gibi döndüm.
Döndüm, döndüm, döndüm…
Eteğimden yıldızlar dökülmedi,
eteğimden kalbimin taşları döküldü.
Her dönüşte göğe çıkmadım,
her dönüşte yere inmediğim
gibi,
her dönüşte,
daha da derin,
daha da dipsiz bir iç kuyuya savruldum.
Kuşlar göğe yükselmedi,
yere de inmedi;
kuşlar içime yükseldi.
Yükseldi,
yükseldi,
yükseldi içime…
Yükseldi içre,
yükseldi leyl’e,
yükseldi bana,
yükseldi, yükseldi, yükseldi!
Göğsümde açılan karanlık odalara girdiler,
kanat çırptıkça,
kanat, kanat, kanat çırptıkça,
kemiklerimin mağarasında yankılandılar.
Onların uçuşu bir ezan gibi değildi,
bir haykırış gibi hiç değildi,
onların uçuşu,
kalbimin paslı kilitlerini kıran görünmez
bir çekiçti.
Ve ben anladım;
bu beden dediğin
kabuk,
bu isim dediğin
yalandır.
Ben, hiçliğin içinde
kendine doğru düşen bir yankıyım
yalnızca.
O an,
Leyl sesleri kulağımda değil,
damarımda dönmeye başladı.
Her “Leyl” bir damarımı yırttı,
her “Leyl” bir boşluğu açtı,
her “Leyl”,her “Leyl”, her “Leyl”…
ve ben kendi içimde
yok ola ola,
var ola ola,
daha derin bir hiçliğe doğdum.
Ey aşk,
artık adını söylemiyorum.
Çünkü senin adın ne gökte,
ne yerde,
ne de bende yazılıdır;
senin adın yalnızca hiçliğin
kendi üzerine kapanan suskunluğudur.
Ve işte orada gördüm;
hiçliğe
oturan ben değilim,
hiçliğe oturan,
benim içimde saklanan o sonsuz senmiş.
…
Ama işte sevgilim,
bütün bu derinlik,
bütün bu sessizlik,
bir bakışın ucunda eriyip gider.
Ve ben, bütün sırları anlatmış gibi,
bütün yolları yürümüş gibi,
susup yalnızca derim:
Nâr-ı Leyl,
Nâr-ı Leyl,
Nâr-ı Leyl
ve ardından,
bir ney sesinin ansızın kırılışı gibi,
bir gök nefesiyle savrulur:
E…eeh sevgilim …
...
2024hazşalteri…2025Agust
Anlamam için kaç kere okumam gerekir,bilmiyorum.Hiçliğin etrafında dolanırken varlığı irdelemek.Ne kadar varız,o kadar da yokuz anlamını çıkardım şimdilik.Her okunduğinda yeni şeyler çıkar.Sanki Didem Mamak şiirin ruhunda dolanıyor geldi bana.Tebrik ederim Tülay Hanım.Selam ile.
Bu şiir şaşırtmasın kimseyi ki uyarmalı okuyanı, sevgiliye seslenişten ışık yılı ötede evrensel yankısı bilincin, ilahi benliğe kavuşma yolculuğu, her şeyi ile ama her şeyi ile mutlak bir teslimiyet hali...
Çok güzeldi... Sevgiyle şair.
https://youtu.be/qAreio2qhCo