İhanet
Gözlerimin kanlarını içiyorum şu çanaktan
Yok olmaya yüz tutmuş kadim bir dil gibi
derdimi anlatamadan içiyorum
ruhumun pıhtılaşmaya yüz tutmuş pisliğini
Gecenin küflü kitaplığında saklıyım
Sayfaları yanmış bir duanın fosforuyla
Bir çocuğun düşlerinden arta kalan
Kırık bir salıncağın gıcırtısıyla yürüyorum
Çivilerden yapılmış bir taç taşıyorum
Kafatasımın çentiklerinde uyuyan yarasalar gibi
Sözcüklerim sürüne sürüne çıkıyor
Toprağa gömülmüş unutuluşun menfezlerinden
Bir ağıt taşır omuzlarım
Adını unuttuğum bir mezar taşının soğuğu kadar gerçek
Parmak uçlarımda kırılan ışığın sesi
Çatlarken dökülür bana miras kalmış gölgelerden
Kanıma karışmış eski bir ihanetin küf kokusu
Tavan arasına saklanmış bir tabut kadar suskun
Kendime konuşurum:
beni benden ayıran her şey karanlığımdır aslında
Bir kuyunun dibinde çırpınan harfler toplarım
Kör bir saat ustasının avuçlarında
Zamansızlığa mahkûm edilen akrep ve yelkovan gibi
Çırılçıplak dönerim kendi sessizliğimin etrafında
Tenimde biriken pası kazırım geceden
Kanatları sökülmüş bir meleğin nefesi değer dudağıma
ve bilirim, her ölüm ölçüp biçilir önce
Ruhun karanlık harman yerlerinde
Yeniden içiyorum kendimi
tuzla buz olmuş bir aynanın dibinde
Ne kadar içsem, o kadar eksiliyor
o kadar çoğalıyorum karanlığın hanesinde
Son yudumda çöker üzerime
Dudakları çürük bir tanrının sessizliği
Gözlerimin kanlarını içerken
İhanetin tarifsizliği
