İpekböceği
Kızgın sularda haşlanan bir kozanın
Emektar tırtılıydın sen!
Ölümüne koşturmuştun iç-deniz atlarını;
Başkalaşan cisminle uçmak heveslerinden
Mahrum bıraktı yurduna göz dikenler,
İpeksi kanatlarını...
Geçen gün,
Rast gele katıldığım bir defilede,
İşveli mankenlerin yakaza çiğinlerinde,
Dal-çiçek desenlerle tiril, tiril,
Savrulurken gördüm de içim ezildi,
Dekolte dışavurumlar da parıldayan
Muhteşem umutlarını...
O gün, orada yaşadım, gördüm:
Emin ol (!) , pek çok kişi,
Ellerinin tersiyle alınlarından silmişti,
Fokurdayan kazanların buharında terleyen
Ölümcül feryatlarını...
Yıllar öncesi,
Devletimizin ikinci bânisi
Kara Osman Gâzi Bey'in türbesini,
Ziyârete gittiğimde uğramıştım:
Bursa'da, Uzunçarşı'da
Bir ' Koza Han ' vardı;
Her kim gezerse onu,
Âhın merkezi sayardı;
Kasvetine Uludağ tutulur,
Duvarları sarıya çalardı.
Çağırsam tüm koza simsarlarını,
Dağıtırlar mı dersin,
Gözlerimi tutsak alan,
İntizârınla ezgilenmiş,
Hüzzam bulutlarını?
Yüreklerinde duyarlar mı bir kez olsun,
Hoyrat ellerin sağdığı,
Çile sarmallarında buğusu tüten
Ve çıkıntı darasında diyeti ödenmeyen,
O telif yazgıların,
Kavruk ağıtlarını?
Taze dut yapraklarından süzdüğün,
Değişimin geçici barınağı
Mahreminden kaçman mümkün olsa da,
Bu yakıcı tutku dimâğında var;
Ateşböcekleri görse kıskanır,
Her özgür pervâne bir alev arar;
Benliğe güdümlü şifre komutla
Sanki yok etmeğe programlılar,
Kurtuluşun özden kanıtlarını...
Böylesi bir sonu kabullenmekle
İrâden ürktüğün korkuya teslim;
Değişmek isterken ördüğün duvar,
Gerçekte,
Bezirgân destekli kör coşkularla
Ruhuna kazdığın soyut bir mezar...
Doğrusu, anlamakta zorlanıyorum:
Kim öğretti sana umarsızlığı,
İstismar döngüsü duyarsızlığı?
Bir ateşten kurtuluyor
Diğerine koşuyorsun;
Sorgula kendini, sonlandır artık,
Düşmana ram eden kararsızlığı!
"Belâyıberzâh"ın salıncağında,
Panik-atağını hayat sandıkça,
Özgelik tahtından nemâlandıkça,
Ürettiğin değer can ister naçar;
Azatlığa cezâ,
Nemrut'a sezâ,
Er veya geç sana değmekte bu hâr...
Oturdum, bin pişman bir destan yazdım,
Kopuksuz çözdüğüm saf ipeklerden;
Okuyanlar, haberdar olur mu (?) , bilmem,
Kalplerinin kaynarında kavurmak için,
Kor-kütükçe yanıp tutuştukları,
O mahzun ve mâsum kelebeklerden...
Oturdum, bin pişman bir destan yazdım, Kopuksuz çözdüğüm saf ipeklerden; Okuyanlar, haberdar olur mu (?) , bilmem, Kalplerinin kaynarında kavurmak için, Kor-kütükçe yanıp tutuştukları, O mahzun ve mâsum kelebeklerden...
Yusuf hocam varsın anlamasınlar ve birgün o kazanda yürekleri fokur fokur kaynarken nasıl olsa anlarla.
İpek böceği olmakta değilmi şu alemde yüreklerimiz.Acılar ağıt olarak örmüyormuyuz be hocam.Yüreğin dert görmesin.
bu şiiri daha önce de hayranlıkla okumuştum
şimdi de aynı hayranlıkla okumanın tadındayım şair
tebrik teşekkür ve saygıyla
Ve Üstat diyorsun ya !
Okuyanlar, haberdar olur mu (?) , bilmem,
Okumayanlar tırtıl kaldıkça !
Kalpleri kaynayacak o kazanda !
Saygılarımla !
Üstat maalesef şimdilerde Çin İpeği moda !
Yine dokundun ruhumun ipekten ibrişimine !
Kopmaz be Üstat kopmaz bu gönül bağı !