Keman Ve Piyanonun Dansı 2

Eski İstanbul'un Son Nefesi...
Karaköy'de bir meyhane bodrumu,
dudakları kızıl bir
sokak kedisi adı "Leyla", keman sesine küsmüş...
ruj izleri rakı kadehlerinin kenarında,
"Ben" diyor, "bu şehrin son deli dilberi!"
Oysa kimse duymaz çalınmış bestelerini...
Moda'da bir kedi, geceyi yalıyor,
paslanmış bir konserve kutusundan...
ve az ötede kaldırımlarda rüzgarla savrulan
yarım kalmış bir şiir "İstanbul sensiz bir martı çığlığı..."
Rıhtımda balıkçılar ağlarını örüyor,
her düğümde 1980'den kalma bir hikaye,
her küfürde 90'lardan alıntı bir ah çekiş...
Soruyorum nasırlı bakışlara,
"Bu şehir kaç kere battı?"
Ve sessizlik. Sadece vapurun düdüğü.
Bir sokak lambası sönerken ansızın,
ışığın düştüğü yerde,
bir çocuk mendil satıyor,
bir adam siyah gül,
ve ben
şiirin son dizesini
bir rakı kadehinin dibinde.
Ve biz bizi kaybettik Marya...
Karaköy'den bir vapur kalkar,
iskelede kalanların hepsi yarımdır...
Şair "Marya!" diye haykırır,
rüzgâr alır sesini, Boğaz'a gömer...
Boğazda çırpınırken ruhu,
bir çocuk mendil satar, gölgesi uzar, ve uzar
düşer sokak lambasının altına...
çocuk annesinin gölgesine "der," "Bu şehir neden hep üşütür?"
ve onu kimse duymaz.
Ben de duyamam, zaten benim de cevabım yok...
Taksim'de darağacına bir şair asılır,
Beyoğlu'nda şiirleri yakılır,
dumanı Galata'yı karartır...
İtfaiye sirenleri araya girer,
geriye kalan sadece
şiirin küllerinden doğan bir martı olur…
Ve keman ağlamaya başlar…
VE BİZ...
...kadehin dibinde kalan son şiir,
Marya bir turna oldu, uçup gitti Boğaz'a,
Leyla'nın kırmızı rujundan bir iz,
Taksim'in asfaltında süründü...
O çocuk artık büyüdü,
mendil değil, "şiirlerim var!" diye bağırıyor,
ama kimse almıyor...
Zaten gerçek şiirler hep sokaklarda yazılır ama okunmaz,...