Kızıl Bir Tufan
gün ışığı kalbime çöreklenmiş mahşer
şakağımın ortasına saplı bir çocukluk öyküsü
sert bir başkalaşmanın içinde uykularımı hoplatan
bir okul zili
geri dönmeyişin sokaklarıma...
diretiyorum işte kızıl bir tufan bu
dumanlı bir mart öğlesini geçe
ve kalbim son çığlığını atacakmış gibi
sendelerken sensizliğe
önümde bildirisi perdeleri güneşe kapalı
siyaha yakın bir çarşamba
sırıtkan
nazlı
çığrışıyordu kuşlar seyrek saçlı ağaçlarda
sen bunu bilemezdin
bilemezsin
hiç bilemeyecek misin? ...
ve korkarım ki göçebe yalnızlığım
kan gibi oturacak bir gün
gözbebeklerinin nahoşluğuna
kavak ağaçları huzurludur
her zaman
bir ırmağın yarınını düşünmeden
sıcak bir ağustosu yararak
usul usul akışının kenarında
ve ben
kimseciklerin düşünmediği
düşlemediği
açık toprak rengi bir akşama doğrulukta
kıvrılıp sonsuz bir uykuya dalacağım
seni unutmaya çalıştığım bir çocuk parkında
çipillenişli ve öpülmeye asla alışmamış kirpiklerini
yuman sen olacaksın
uyuyan ben
ömrüm beni unutacak
ben seni unutmayacağım...
gün ışığı kalbime çöreklenmiş mahşer şakağımın ortasına saplı bir çocukluk öyküsü sert bir başkalaşmanın içinde uykularımı hoplatan bir okul zili geri dönmeyişin sokaklarıma...
Okul zilleri eskisi gibi hoplatmıyor Kağan. Mozart, Beethoven, Bach çalıyor artık ziller. Hatta geçenlerde Farid Farjad çalanını bile gördüm. 👍
Siir öylesine ayrı, öylesine apayrı bir dildir ki başka herhangi bir dile çevrilemez hatta yazılmış olduğu kendi diline bile... Jean Cocteau