Metrobüs Hatlarındaki Hayatlar

Bir fincan kahvenin yüzeyinde
kopuk kopuk yansıyor gökdelenler,
kulaklığımdan sızan martı sesleri
durmaksızın yağan yağmura karışıyor…
Otobüs camında buğulanan nefesimle
çizdiğim isim kayboluyor
ıslak caddelerde.
Şehrin göbeğinde bir ada gibiyim;
paçalarımda birikmiş çöp dağları,
üstümde uçuşan martı çığlıkları…
"Kentsel dönüşüm" tabelaları
gecekondu duvarlarını yalıyor
tıpkı dilimin kırık dişlerimde
gezinmesi gibi…
Emperyalizmin asansöründe sıkışmış bedenler,
her kat çıkışta biraz daha
eriyoruz.
Seçim pankartlarının son sloganı:
"Mutluluk bir seçimdir!"
Cep telefonumun ekranında
donup kalıyor…
Akşam metro istasyonunda
bir dilenci gazete kağıtlarına sarılmış ağlıyor,
hiç kimse
ve hiç kimse
dönüp bakmıyor…
Ayakkabılarımın tabanına yapışmış
bir sakız gibi uzuyor
bu sessiz çığlık…
Evde buzdolabının kapağında
son kullanma tarihi geçmiş
bir ilaç prospektüsü:
"Yan etkiler:
uykusuzluk,
kâbus görme,
intihar düşünceleri..."
Pencereden süzülen ay ışığı
reçetesiz ilaçların üstünde
titriyor…
Gece yarısı haber bülteni:
"Yine bir kadın,
yine bir park,
yine bir kayıp..."
Kumandayı sıkıyorum avucumda,
kanıyor parmaklarım
sessizce…
Sabahın altısı,
uyanma vakti.
Metro kartını
tamamen bitirmişim,
farkında değilim…
Sokaktaki beton arasındaki lale
son yaprağını da dökmüş,
ben hâlâ
ayakkabı bağcıklarımı
bağlamaya çalışıyorum…
Kahvem de soğudu,
içmeden…
Aşk hani nerede?
"Çoktan buharlaştı
fincanın kenarında
bir kadının
bıraktığı son ruj izi gibi…
Özgürlük mü?
Cep telefonumdaki
parmak izi kilidi bile
açılmıyorken…
Söyle güzel kadın,
hangi metro hattı ulaştırır
beni senin kalbine?
Söyle hangimiz
daha çabuk
çürürüz
bu ruhsuz şehirde?