Şehirlerim, Kadınlarım Ve Zaman

bir varmış bir yokmuş
develer tellal iken
ben annemin babamın besiğini tıngır mıngır sallar iken
işte böyle başlar yaşam içindeki tüm hikayeler
biraz umut, biraz gırgır, biraz tebesüm ile
çıplak bir bedenin kafa aşağı sallandığı
senin ağladığın çevrendekilerin güldüğü bir anla başlar her hikaye
zaman başlar ileri ileri koşmaya senin emekleme zamanlarında
sonrası ilk adımlar sonrası koşturmalar
dizdeki yaralar, yola düşen dondurmaya ağıtlar, kaybedilen bilyeler
renkli plastik çay bardaklarda hayali çay yudumlarında
çocuk yüreklerdeki masumiyetlerde, hülyali masallarda akar gider zaman...
ilk kalem kağıdı tutuş, ilk çizgiler, ilk kırmızı kurdale merasimi ile
koca bir yarışmanın ilk olmasada devam eden bitiş çizgisini göğüsleme yarışı
yaşam başladığı gibi devam eder.

karşımda mavi deniz, mavi gök
hangisi hangisinden çalıyor rengini bilmem
ama seyretmesi bir başka güzel şimdi
yanımda tüten elma kolkulu nargilem
kahveci rıza ustanın kendi gelmeden kokan şekersiz kahve kokusu burnumda
önümden geçen ele ele tutuşan, tartışan çiftler
yalnız başına bu ortamı yaşayan silüetler
zaman sahnesinin isimsiz fügüranları bilmediğim oyunlarının başrol oyuncuları
tetikde beklemekde hepsi sanki
bu provasız oyunun yeni sahnesi için

yaşam devam eder
ve seyretmek ne güzeldir bu yaşam içinde anılarımdaki şehirleri
yedi tepeli istanbul, turunçların cenneti antalya, egenin incisi izmir
ve çocukluğumun başlangıcı bu ufacık ilçe iskenderun
hepsinin ortak noktası mavinin güzelliği
hain, güzel, şefkatli, acımasız, yosma kadınlar gibi hepside
şehirlerim....
bir martı çığlığında herşeyi terketmek arzusu ile tatli candan kopmak isteminde bu yürek
bırakmadı inadina beni mavinin hüznünde gizli kalmış
sırdan öte, paylaşılamayan sevda gibi bu memleket kokusu
dört memleket, dört sızı, iki kadın onlarca yaşanmışlık ve
elde kalan hüzzamdan hicaza akan kocaman bir boşluk

susamlı simidin yanında ki peynir gibi
çaya karıştırılan şeker gibi
varlığında, yoklukda sıcacık tende hissedilişi gibi
anılarım, şehirlerim, kadınlarım ve
ben...

şehirlermiydi sizi güzel yapan
yoksa sizmiydiniz şehirlerimden bu kadar nefret etmemi sağlayan
gidilen gelinen yolların çıkışı olmayan sahipsiz yolcusuyum
yani senin anlıyacağın sevdiceğim ben bu şehirlerde
ne misafir ne evsahibiydim

ama bir parçam kaldı her birinde
her caddesinde her sokağında olmasada
taksimde bir gece izbe barların kuytusunda yıkılan umutlarım
avcılarda derme çatma bir otel odasinda ki çarşafta birbirinden ayrı damlayan iki ten teri
güllükte ki postane onunda beklemelerim
dokumada dört duvar içinde nikotin kokan nefesim
konakta baygın bakışlarım
hatayda telaşe adımlarım
otogarlarda terminallerde umutsuz umutlara uzanan umutlarım
şehirlerim...

mavinin güzelliğinde kararan anılarım
herşeye rağmen gülümseyen yüzüm, hüznüm

dalgaların kıyı kayalarını dövüşü gibi geçmişimin izleri dövüyor yorgun bitkin yüreğimi
yüzümdeki çatlak izlerden yağmur suyu süzülüyor
bu bahar sabahında yazdan çalınan güneş sıcaklığında
gözlerimin önünde içimi ısıtacak bir gök kuşağı arıyorum
bulamıyorum...

maviden başka hiç bir renk gelmiyor gözlerimin önüne
birde hasret kokusunu ekledim kahvemin, sigaramın dumanının içine

acılarımın balkonuna çıkmış seyreyliyorum bu mükemmel tabloyu,
neresindeyim diye, düşünmeden yaşıyorum bu güzelliği
rıza ustanın çığırtkan çırağının sesini,
denizin dalga sesleri, martıların çığlıkları, insan sesleri
hepside kulaklarımda bir musiki ahengindeler
yaşananlar yaşanamayanların, yaşanmak istenenlerin gölgesinde
hangisi acı bilinmiyor
şekersiz çifte kavrulmuş kahvem mi?,
yoksa yalnızlığımda adımladığım kalabalık koca şehirlerdeki izsiz, isimsiz adımlarım mı?

artık kalan zamanı bir tık geriye alma vaktidir...

başlangıçtan itibaren meğer, hep geriye doğru sayarmışımda farkina varmazmişim
daima ileri dediğim zamanlarda manolyalarımın beyaz yapraklarına düşen tuzlu damlalarmiş yaşam.
ey! hayat hadi soyun şimdi çırılçıplak
seviş benimle dört şehirde
yedi tepeli istanbulun mineralerinde ezan sesinde
turunç ağaçlarının beyaz çiçeklerinin gölgesinde
izmirde saat kulesinin durmuş tiktaklarında
ve bu küçük ilçenin iskenderunun altın kumlarında
seviş benimle
yeniden doğurup yaşamın hüznünü katıp yeniden yoğur beni
bir anka kuşu gibi olmasada bir kez daha yaşama şansı ver bana
ben şehirlerime yani şehirlerine
kadınlar, insanlar, acılar koymasam

pamuk şekerinin tezgahında ışıl ışıl gözlerle, afacan çocuksu halimle baksam hep sana
burnumda yanık şeker kokusu
ellerimde annemin sıcaklığı
hadi bir daha sevişelim seninle
bir kez daha sadece bir kez daha doğursan beni,
sonra sonsuzluktaki ebediyete bıraksan, hiç bitmesen ,hiç gitmesen
puslu bir gün batımı yüreğimde kadınlar, şehirler, elimde valizim
bir seslenenim olsa nereye gidersin ey yolcu dese
dururum orada bırakırım elimdeki valizimi
gitmeye değil kalmaya geldim derim
ahh... bir seslenenim olsa belkide durup
ağlarım tam şuracıkta sevinçten hıçkıra hıçkıra

02 Haziran 2009 44 şiiri var.
Yorumlar