Taht-ı Ra Valli
İstanbul'un kaçıncı değişen yüzüsün?
Ellerin
Asya üzerinden Avrupa sırtını okşar
Bana da bir kez dokun...
Bir kez olsun bak hatta!
Medeniyet tanımayan aşkın kollarında
Salınıp duruyorum her iki kıta arasında
Yalvar yakar bir dilenci oluyorum
Kapanarak ayak parmaklarının ucunda
Bir kez olsun bak Allah aşkına!
Bir kez olsun bak bana!
Ruhumun kamburuna sığınıyorum
Karanlık yerlerin ürkütüyor beni
Omzuma attığım ceketimin kolundan
Umudum yağıyor karla karışık olarak...
Oysa kelimeleri, kimse benim gibi kullanamaz
Hiç kimse benim gibi şiir de yazamaz derim...
Yine de anlatamam sana kendimi ulu orta
Çağın değişen hükümdarlarına
Değişmeyen hükümlerini de anlatamam
Alıp gidemem kendimi saçlarım sende iken
Gidemem bir yerlere
Tırnaklarım sende uzar iken
Çaresiz mi çaresiz başımla ben
Tahtına da göz dikemem...
Ve böyle şiirler yazar iken ben
Vezirinden adımın harfi de çıkmaz...
Şiir, küçük şeylerle mutlu olabilme işidir
Ne vezir bilir bunu
Ne vezin anlatır vezire huyunu
Bırakalım gitsin dünyayı bildiği yere
Bir avuç toprak değil mi hepsinin sonu?
İstanbul! Şehirlerin tanrısı ey kutsal mekân!
Aşkımın mezar taşısın, iki gözümün nuru!
Topla eteklerini kirpiklerimin ucundan
Toparlan da git ey koca Bizans oyunu!
Konstantin'den kalan yanlarınla git!
Osmanlı'dan hatıra erguvanı al da git!
Nasıl bir karmaşadır bu, hiç bilemem
İstanbul mu sevgili, sen mi İstanbulsun?
İki kıta arasında deliren zavallı ruhum
Hangi taşa sürünse paramparça olur!
Elini ver bana, bir kez olsun bana dokun
Çekildiğim ücra köşeleriyle İstanbul'un
Gözlerinden bana bak bir kez olsun!
Yemin dersen yemin olsun!
Nasıl istersen işte aynen öyle olsun!
Ama bir bak eriyip giden kemiklerime
Bir su gibi nehirlere karışan sözlerime
Sevdiğine yanan yüreğime bir bak!
Bak...
Düşürdün işte beni yine bir şiir bendine
Boğuldum gidiyorum...
İstanbul, senden bir aşk alacağım olsun!