Unutulmuş Nesneler Atlası
geceyi küstürdüm
bir lamba kendini kapattı içimde
havada asılı kalan kelimelerin
kimseye ait olmaması belki de
karanlık dediğin o metafor...
şimdi bütün kuşlar
yanlış yöne uçuyor bir fotoğrafta
ve ben sana yazdığım şiirlerin
sol elini kaldırarak
uzanıyorum
unutulmuş nesneler atlasına...
bir duvar kendi içinden çatladı az önce
bir deprem,
bir yıkılma eğilimidir hatırlamak dediğin...
senin adını
bir cümleye koyup
önce çoğaltıyor
sonra siliyorum camlardan.
beynimde
kırmızı renkli bir köpek dolaşıyor bazen
adı yok.
bazen sen diyorum ona,
bazen evrenin sağ cebindeki unutulmuş bir harf.
bu şehir,
pencereleriyle konuşuyor.
camların dili var, sesi yok.
ama gece olunca
ağaçların içinden bir fısıltı geliyor
en çok susanlar bilir
sessizlikte ilk önce hangi harf ölür?
bazı isimler söylenince eksilir
bütün ölü tarihleri seninle özdeşleştirdim
bir portakal kabuğu gibi gölgen masanın ucunda
yıllardır çürümüyor.
belki senin yerine
o kaldı diye.
sen bir türlü
dilimde bitmeyen bir harf gibi
en güzel halini
benim hafızamda buldun
ve bu
herkese ait olmayan bir hüzün.
iki suskunluğun arasında
şehrin ışıkları sönüyor,
o karanlık metaforun frekansında
bütün dünya uyuyor
ve bir tek ben
gözlerimi kapatmadan bekliyorum
seni...