Yağmalanmış Ömür
karaya çalmış yüzü
ekmeği beyazlatır avurtlarında
ve hayat, "gece" demektir onda
Halil, o gece yine umudun dibine indi
yirmisinde toprağı kucaklamak tek gerçeği
boş atıp dolu tutanlara uzak(tı) gözleri
önce elleri kirlendi
omuzlarına bindirilmiş yoksullukta,
yukarıda
soğuk ve telaşsız bir dünya dönerken
bedeni, yağmalanmış bir öyküye satılıyordu
ey insanoğlu
ne saklıyorsun gömütlerinde
tükenir mi karanlık sen başını eğdikçe...
saymalısın on üçe kadar
sonra kırılmalı parmakların
diz çökmelisin akşamın garipliğine
ve küçük bir odaya sığdırmalısın düşlerini
kapın çalınacak olsa
adımsız kalmalısın, açlıktan
yaşamak istiyorsan
perdesi eksik camlara sokulmalısın
ağlama abaküsüm
seni on dokuz kere saymıştım
unuttun mu?
haber alınamamış sesi
dağları yerinden oynatır, tek çığlıkta
ve ölüm, "ocak" demektir onda
çocuk kimsesiz
kadın er'siz
batıyorsa dalga dalga
bir sabah daha
yetim bacalar yükseliyorsa arş'a
bu kadar yalan
ve bu kadar sahipsiz
kalmışsak tutanaklarda,
yapışmalısın vicdansızın paçasına
sor gu la ma lı sın
'kaç yürek sönerse,
dağılır aydınlığın'
'çarşamba'yı sel alıyor'
ve biz yeniden
bin emek soluyoruz zeytin ağacından
peki sen, paranın kölesi
hala korkuyor musun
Halil'in gizli sevdasından...
Yorgun bedeni kimsesizliği dinlerken
Avuçları, ölgün serçelere kanat çırpıyordu...
Çok güzeldi...