Yörük Kültürü

Hangimiz farklı bulmayız bir çadırda kamp yapmayı, yada bir kıl çadır gördüğümüzde meraklı gözlerle incelemeden geçtiğimiz olur mu? Türk milleti kadar dağa, kıra, bayıra özenen, yaz gelince bir başka yöreye, kış gelince başka yerlere gitme isteği depreşen başka hangi millet vardır ki? Kırda bayırda, tarla kenarında bir çadır çardak görsek, uyduruk bir kulübe görsek ''vallahi şu adamdaki keyfe bak, şurada bir gece yatmanın keyfine doyulur mu?'' diye hep içimizden geçirmez miyiz?







Piknik kültürü bizim kadar hangi toplumun olmazsa olmazıdır ki, diğer milletlerin ilgisi bize özentisinden başka nedir ki, bizim için piknikte ne yenip içildiğinin, sıcağın soğuğun, nereye gidildiğinin bile önemi yoktur çoğu kez. Esas olan kapalı mekanlardan uzaklaşmaktır, peynir ekmek olsun yanımızda kafidir bize. ''ulan birde soğan olacaktı ki şimdi'' deriz en fazla, üstelik birkaç saatliğine gittiğimiz kıra bayıra her şeyimizi taşımaktan da hiç erinmeyiz. Halı, kilim, battaniye, yastık, yer minderi, çoluk çocuğun salıncağı, oyuncakları, bisikletler, toplar, ipler, kovalar, terlikler, hamaklar, olmadı yağmur yaş olur diye naylon ve hatta eğer varsa ki, hemen hemen her evde var artık, hazır çadırlardan götürüp laf olsun diye uzun uğraşlardan sonra kuranları görmüşüzdür çoğumuz. Çanak çömleği, çatal bıçağı, tencere tavayı, mangalı, yufka sacını, oklavayı, senidi, piknik tüpünü, çay semaverini, meşe odununu, kuzine sobayı, mantıyı, böreği, kuzuyu, oğlağı, tavuğu, kediyi saymıyorum bile...







Üstelik bu kısacık piknik süresince hiç tanımadığımız piknik komşularımızla öyle sıcak dostluklar kurulur ki değme gitsin. Erkekler okey veya kağıt masalarını çevirirler, kadınlar kırk yılık ahbap gibi koyulurlar derin sohbetlere ki bazen bu yüzden ocaktakiler bile yanabilir. Gizli mahrem denmez ne varsa dökülür ortaya, el işi, dantel, oya örneği almalar, benim kız şöyle, yok benim gelin böyle anlat anlat bitmez. Çocuklarsa her zamanki çocukluklarıyla çoktan kurmuşlardır yalandan, riyadan uzak, oyundan dünyalarını, daha da önemlisi bu kısacık zamanda komşularla öyle güzel yardımlaşma örneklerine şahit olursunuz ki lazım oldukça her şey paylaşılır, hiç yok denmez, mangaldan artan kömür bile teklif edilir ziyan olmasın diye. Çeşme başlarında karşılıklı nezaketler, yol vermeler, saygı göstermeler, bulaşıkta yardımlaşmalar, vs. vs...







Bu sevdanın altında yatan bir neden olmalı diye düşünüyorum açıkçası. Apartman hayatı yaşadığımız günümüzde yirmi otuz dairelik apartman veya elli yüz dairelik sitelerde kaç komşumuzla sıcak diyaloğumuz vardır şunun şurasında, kaç komşumuzla ailecek görüşürüz veya bir şeyler paylaşırız, çoğuyla kapıda asansörde arabada sokak girişinde, belki pencerede bir merhaba veya günaydından ibaret değil midir muhabbetimiz, ya da apartman toplantılarında karşılaşmaz mıyız genellikle? Çarşıda pazarda rastlasak tanımayız beklide üçüncü kat komşumuzu.







Bırakın hepsiyle samimi komşuluk ilişkilerini, bir çoğuyla eften püften meseleler nedeniyle kırgın yada büsbütün kavgalı değil miyizdir aslında? Ya çocuklar gürültü yapmıştır, ya merdivenler kirletilmiştir, camdan bir şeyler silkelenmiştir, balkonda sigara içilmiştir, çok misafir kabul edilmiştir, televizyonun sesi çok açılmıştır gibi nedenlerle incir çekirdeğini doldurmuşuzdur. Küsmek bahanesiyle, hem de dinimizin komşu haklarına verdiği önemi, neredeyse mirasçı olacak kadar, üzerlerimizde hakları olduklarını bildiğimiz halde ve bazen külüne muhtaç olsak bile...







Bunları biliriz bilmesine de, özümüzün de ötesinde bizim damarlarımızda taşıdığımız bir kültürümüz vardır. Yörüklük kültürü, bu yüzden bize yabancıdır yada terstir apartmanlarda üst üste, alt alta yaşamak, bizim özgür olmamız lazım, sınırlarımızın keskin olmamasını, birileri tarafından kuşatılmamasını isteriz, sınırlarımızı kendimiz belirlememiz gerekir.








Bu yüzdendir köylere bitmeyen özlemimiz hasretimiz, şehir hayatı hele hele apartman hayatı sıkar bizi, alışamamışızdır bir türlü, bir ayağımız toprağa değmeden yaşamaya. Boşuna değildir koca koca apartman blokları, siteler arasındaki küçücük bahçe duvarları dibinde konu komşu toplanıp yufka açıp, börekler pişirmeler, salçalar, tarhanalar yapmalar, boşuna değildir site içerisine sünnet çadırı kurmalar, tüm yasaklara inat, kurbanlarımızı illaki kendi evimizin önünde kesmeler ve bahçemizde mangal yakmalar...








Eskiden bizim köyden geçerek kışın Antalya çevresine, baharda ise Anamas yaylalarına keçi sürüleriyle göç edip duran bir Yörük vardı, babamın da dostuydu, her defasında bize uğrar sabahlara dek sohbet ederlerdi babamın sağlığında. El dokuması yün şalvarı ve çorabı gibi, konuşması da doğaldı Hayta amcanın. Koyunlarının keçilerinin sayısını kendisi bile bilmezdi, sürüsünün bir ucu ovanın diğer tarafında kaybolur, arkası öbür taraftan gelmeye devam ederdi. Sürünün kalabalığından toz bulutu kabarırdı havaya, kalabalık bir şeyi tarif ederken ''Haytanın sürüsü gibi'' derlerdi bizim oralarda. Yük taşıyan onlarca hecin devesi ise cabası. Çoluk çocukları evlenmiş, torunları var bir sürü ama, yinede hep beraber göç etmeye devam ediyorlar sülalece. Antalya civarından çok arazi aldığını ama ekip dikmediğini söylerdi Hayta amca babama, zaten anlamam ben ekip dikme işinden derdi. O zamanlar yetmişini çoktan geçmiş olan Hayta amcaya babam bir defasında ya emmi yorulmadın mı böyle göçüp durmaktan yağmurda yaş da, kırda yabanda, bak yerin yurdunda varmış, satsan bitirsen şu hayvanları, güzel bir ev yaptırsan oturup rahatına baksan çoluk çocuğunla dediğinde, boş versene Süleyman ağa, şu çalının arkasına geçip o... o. hacet gidermeye bile değişmem ben apartman hayatını, şehir hayatını, o yaylaların soğuk suyunu, temiz havasını, kıl çadırın gölgesindeki uykunun tadını ben nerede bulacağım demişti...








Üç günlük dünyaya kazık çakmaya değer vermeyen bir milletiz biz. Çakılacak kazık da çadırın ipini bağlamak içindir oysa, bunun için bile kazık çakmaya gerek görmeyiz, bağlarız ipin ucunu bir ağaca, taşa geçeriz o kadar. Şimdilerde binaların yükseklikleri bir birleriyle boy ölçüşse de görünürde, aslında gönlümüz hep çadırlardadır yine de, en modern makinelere inat yinede yayık ayranını tasla içmeyi severiz, köy yumurtası özeldir bizim için ve otlu köy çökeleği...








Bilmem Orta Asya'dan çıkmakla başlayan, bilmem daha da evvelinden kalma, genlerimizde bulunan bir alışkanlıktır Yörük Kültürü, Türk milletinin ortak paydasıdır göçebe hayata olan özlem, toprakla, doğayla iç içe yaşamak, özgür olmak, sınırlarını kendisinin belirlemesi isteği, bu yüzdendir hiçbir milletle bulunmayan toprak için severek ölüme koşmalar, yaşadığı toprağı, vatanını şehit kanlarıyla sulamalar, ve en önemlisi vatan söz konusu olduğunda bir yumruk gibi kenetlenebilmesidir bu milleti asil yapan...

11 Nisan 2011 6-7 dakika 4 denemesi var.
Beğenenler (3)

Henüz beğenen olmamış...

Yorumlar (6)
  • 10 yıl önce

    Geçip giden yıllarla kültürümüzün, özümüzün yitip gitmemesi dileğim...

    Üstadım emeğinize, yüreğinize sağlık. Var olunuz.

    Saygılar.