Bir Daldı Ispanak

Başı önde idi. Uzunca saçları rüzgârın etkisiyle öylesine dağılmıştı ki; birbirine düğümlenmiş dense yanlış olmazdı.

Farkında değildi saçlarındaki pejmürdeliğin. Hatta içine akıtmaya büyük çaba gösterdiği, dıştan belli olmasın istediği gözyaşlarının, nereye aktığını bilemeyecek kadar ruhsuzdu bu anda. Aslında buğday rengi olan teni mor görünüyordu uzaktan. Gözleri ferini yitirmiş, sonsuza dek kapanmak istiyordu sanki.

Adımları çok yavaş, çok sessizdi. Dizlerinin titremesini bile hissetmiyor, içindeki titreme nöbetleri daha bir etkiliyordu O'nu.

Oysa sahnede gibi hissediyordu kendini. Öğrencilerinin, seyirci koltuklarında hüzünle izlemeye geldikleri tiyatro sahnesinde... Güldürmek istiyordu,
"Anlamasınlar hiç birşey." diyordu içinden. Okul sıralarındaki gibi mini mini olsunlar, söz dinlesinler, hayat dersi alsınlar düşüncesi geçiyordu ruhunun derinlerinde. Bu yüzden içine akıtıyordu gözyaşlarını. Bu yüzden sessiz adımlarla yürüyor, onlar duymasın, onlar görmesin istiyor; ruhundaki sızıları, ruhsuzluk gömleği ile gizlemeye çabalıyordu.

Neyse ki kaldırımdaydı ve son varlığı olan evinin bulunduğu apartmanın kapısına az kalmıştı. Şöyle bir baktı kafasını kaldırıp... Akşam karanlığı başlamış gibiydi.

İyi ki alacakaranlıktı. Aydınlık olsa, uzamış sakallarını, kravatsızlığını gören olsa ne derdi? "Yalancı! Yıllarca bize temiz olun, traş olun, uygar olun, kravat takın diyen yalancısın sen!" diyerek haykırmazlar mıydı öğrencileri?

İrkildi birden, döndü gerçeklerine. Elindekine baktı acı acı. Tüm parasını verdiği, küçücük poşetteki solmuş ıspanaklardı elindeki. Çocuklar istemişti... Sıklaştırdı adımlarını. Üşümeye de başladı. Rüzgâr kırbaç gibi çarparken bedenine, teninin buz gibi olduğunu hissetti. Ruhunda ateş, teninde soğuk... Dışıyla içinin tezadıydı işte bu...

Apartmanın kapısı açıktı neyse ki. Zile basamayacak kadar üşüyordu. Bir an önce içeri atmak istedi bedenini. Kocaman bir adım atarak girdi içeri.

Asansör son kattaydı ve bekletiyorlardı. Hafifçe vurdu, asansörün yer yer boyası solmuş kapısına. Kapı da kendisi gibi bitkindi. Yavaş yavaş inmeye başladı asansör. Dayanamayacak gibi idi beklemeye. Yüreği çarpıyor, beyni uyuşuyor, elleri titriyor, uyumak istiyordu.

Açıldı kapısı asansörün. Üst kat komşularının küçük, haylaz oğlu idi inen. Çok severdi. Cana yakın, tatlı dilli bir çocuktu. Her karşılaştıklarında gülümser, elini açar, çikolatasını beklerdi. Bir aydır veremediği için çocuk düz geçip gitmişti.

Hayat da böyleydi demek ki... Beklentileri olduğu ve karşılandığı sürece yakın ve dost olanlar, beklentilerinin artık olamayacağını anladıklarında dev cüsseli de olsan göremiyorlardı. Ya da görmek istemiyorlardı.

Bindi asansöre. Düğmeye bastı çıkacağı kat için. Hafif sallanarak hareket etti asansör. Yere ilişti gözü. Bir dal ıspanak vardı asansörün tabanında. Farkında olmamışlar, tepelemişler, soldurmuşlardı.

Önce elindeki ıspanak poşetine baktı. Sonra yerdeki tek dal, solmuş, ezilmiş ıspanak dalına baktı. Alsa, poşetine koysa kimsecikler görmezdi. Bir lokma daha artardı belki evde pişecek yemek.

Eğildi almak için. Öylece kaldı, kımıldayamadı sanki...

"Ne utanmaz bir adam oldum" dedi içinden. Daha birkaç ay önce arabasına çocukları ile doluşup, su sesi eşliğinde yedikleri yemeklerin bitmediğini, garsonun soğudukça götürüp yerine başka yemekler getirdiğini hatırladı. Hatta masalarına iyi baksın diye verdiği yüklü bahşişleri getirdi gözünün önüne. Çocuklarının mutlu, cıvıl cıvıl sesleri kulaklarında çınladı.

Araba yoktu şimdi. Garsonun masayı bolca donattığı yemekler de yoktu. Buna karşılık, son kalan birkaç kuruşla zorlanarak alınmış, solmuş, asıl yeri çöplük olan ıspanak vardı elindeki poşette. Ve yerde de ezilmiş bir dal ıspanak...

Bir lokma artacağını düşündü yeniden... Almalıydı. Muhtaçtı bu bir dal ıspanağa.

Eğildi yeniden. Yine kaskatı kesildi ve kaldı öylece.

Ya kendisine saygısı ne olacaktı? Bir lokma için ruhunu mu satacaktı? Ama almalıydı. Bir lokma fazla yemek demekti.

Kalmıştı eğik durumda. İç geçirdi... Dünyasına ne de çok benziyordu şu durumu. Bu anki bedeni gibi eğik ve ezikti ruhu. Bu bedene cezayı vermeli, yok etmeliydi.

Ruhu ile bedeni çatışırken, yüreği beyni ile hesaplaşırken farkında olmadan hafif hafif eğiliyordu almak için. Yeniden doğruluyordu almadan. Saniyeler geçiyor, ruhundaki savaş bitmiyordu.

Bir daldı ıspanak... Ezilmiş de olsa fazladan bir lokma idi. Verdi kararını... Değişmeyecekti artık kararı...

Eğildi almak için. İyice eğildi. Uzattı elini asansörün tabanına...

Evinin katına gelmiş, titreyerek ve sallanarak durmuştu asansör. İç kapının açılış sesi duyuldu. Işık dıştan görüldü. Kapı açılmadı...

Ta ki, karşı komşularının çocuğu, aşağı inmek için asansörün kapısını açıp, haykırışıyla apartmanı inlettiği ana kadar açılmadı asansörün kapısı...

Çocuk açtığında kapıyı, deprem halindeki bir bedene bağlı titreyen bir elde, ezilmiş bir dal ıspanak duruyordu...

Bir daldı ıspanak...

16 Haziran 2010 4-5 dakika 27 öyküsü var.
Beğenenler (7)

Henüz beğenen olmamış :(

Yorumlar (9)
  • 14 yıl önce

    Hatice Hanımın eleştirisine katılıyorum. Yazarın yaptığı açıklamada, gerçek yaşam öyküsü olduğunu belirtmesi üzerine, anlatımın olayı tam kapsamadığı daha da belirginleşiyor. Sunulan biçimiyle değişim abartılı geliyor okura. Hayalle tamamlama payı fazla bırakılmış. Çok etkileyici olabilecek "gerçek yaşam öyküsü", vasat düzeyde kurgulanmış. Emek ve paylaşım, kutlamayı değer.

  • 14 yıl önce

    Bu öykü bana, insanın ne oldum değil de ne olacağım demesi gerektiğini öğretti. Hayatta insan başıma gelmeyen kalmıyor. İşte bu öyküdeki gibi, insan bir dal ıspanağa bile muhtaç duruma düşebiliyor. Sevgili Turgay etk,leyici öykülerinin sadece birisi bu. Diğer öykülerinde en az ıspanak kadar güzel. Sizi yürekten kutlarım. Sevgilerimle...👍

  • 14 yıl önce

    Hayat zor...yaşamak zor....ödün vermeden bir yerlere gelmek, gurur, sorumluluk duygusu .....

    yazılarınızı her zaman severek okumuşumdur....

    ne mutlu bana sizin gibi bir ustayı tanıdım..

    teşekkürler hocam..tebrikler..

    saygılar

    sevgiler

  • 11 yıl önce

    Tebrikler