Şiir Yanıkları
Geçer diyordun...
Geçmedi...
Orda işte, gözümün içine bakıp duruyor.
Saçların Yeni Kurulmuş Bir Ülkeyken Daha;
Asıl mesleğim rehincilik; emanet bırakılan hayaller için tehlikeli şeyler tutuyorum aklımda
ve adım kırık camlar ansiklopedisine geçsin diye başıma iş açan sözcüklerden
otobiyografi yazıyorum alnımda vurulacak yeri özenle tutarak yaşadığım zamanlar için...
Bugün, asırlar önce kendime yolladığım mektuplar geldi bana bir masalın kanayan elleriyle
Telaşlı şiirlerde tükenen tenim ve hastalıklı sevişmelerle seçilmiş bir ıssızlığa taşınan ruhum
Hepsi içindeydi, tastamam.
Sen el bombaları atıyorsun kendi içine, sırf sinirinden
Ben toplayıp kaçıyorum, üzerimde patlıyorlar
Sen durmadan küfür ediyorsun, ağzında kırılmış bir krallık
Ben ağzımı kımıldatıp suçu üstüme alıyorum
Yakama yapışıp 'Neden' diye bağırıp kendini yırtıyorsun
Benim de sana karşı tek silahım bu işte, Roza.
Sonra diyorum ki sana;
(hani sen uykudayken ve saçların yeni kurulmuş bir ülkeyken daha...)
Diyorum ki;
Aşk tüm zamanların en iyi oyuncusu
Memeleri ruhlarına dökülmüş çamurdan kadınlar
Ve kalplerini mükemmel bir yalana bile bile teslim etmiş
Zavallı adamlardır geriye kalan.
Ve her hainin ayaklarında ustalıkla sektirdiği bir şiiri vardır, yalan mı Roza ?
Şiir ki, içinde bir sürü kanserli sorular ve bitmeyen bir kelime katliamı
Şiir ki, okuyanın parmağında kanayan yüzük gibidir dünyanın mutsuzlukları için;
şiirin intiharı diyorlar buna literatürde.
Şiir ki, kanıyorsa olur olmaz zamanlarda, üstüne başına sıçrıyorsa
Bir uzman kontrolünde okumalısın; bu da dip not olarak verilmiş.
Gittiğin her yere koluna girip seninle gelen ihanetin için üzgünsün,
tamam, biliyorum, ama artık bunu yapma
Hatırla Roza lütfen hatırla; karşımda durmuş bana bakıyordun balonlarla süslediğin veda gününde
Yüzümde hüzün ve masumiyetin yan yana dizilmiş sadık hizmetkârları
Ellerinde düşecek yaralı yıldızları toplamak için birer sepet tutuyorlardı, lütfen hatırla.
Dağları sırtlarına yükleyip giden karınca sürüleri taşımıştı
Bir çukurun içine dökülen çocukluğumu, yüzündeki çölden.
Ve ölü kardeşlerimin hayaletleri beni ilk yirmidört saat uyutmamışlardı sırf yaşamam için
Başım dönüyordu çünkü...
Ben seni ikibinbeşyüz kitapla aldattım Roza, üzülme artık, vicdanına söyle evine dönsün
Şimdi gözbebeğimde bomboş üşüyorsun sadece
Hepsi bu'sun.
Seni affetmemi istiyorsun, af kırılmış bir krallığın ismidir
Ağza alınmayacak acılarla dolu bu dünyada
Çelik gibi yağan nefretin altında gözlerimi kapattım, değmedi.
Sana inandığım için bana ateist dedikleri zamanlarda bile
Tanrıdan seni affetmesi için yalvardım
Ve sen hep aşk olarak kaldın ve senden hiç nefret etmedim
Bu da mı yetmiyor sana, Roza?
Ama sakın bana dudaksız sözlerle gelme
Çünkü biliyorum, boynuma sarılmak isteyeceksin o zaman
Boynum yok ki Roza...
Boynum bir kılıcın oyuncağı
Boynumdan damaklarıma açılan yarıklardan
Akan düşsel kan imgesi koca hüzün ovasının bereketi
Bu bereketli topraklarda bir ülke var; hani sen uykudayken saçların ona benziyordu.
Bu ülkede herkes eşit
Acılar eşit paylaştırılır
Sonra pankartlar ve dövizler var; şiirler arası yolculuk reklâmları
Herkes, her hücre iyilik denen soyut bir maddeden yapılmıştır
Her hücre birbirini yaralarından öpüyor
Hiçbir molekül birbirini sırtından vurmuyor
Edebiyatın gücü ve adaleti işte bu Roza, işte bu.
Yüzümdeki şiir yanıklarını görüp
Yandığımı sanacaksın o kusursuz ayrılma gününden sonra
Ateşten ateşe koştuğumu sanacaksın rekortmen bir olimpiyatçı gibi.
Sakın Roza, sakın bunu yapma.
Bilsem ki bu gün tanrının doğum günü
Uzun uzun gözlerinin içindeki aya baksam; yenilgilerimin uydusuna
Ve tek kelime etmesek.
Çünkü bak; kirlenmiş ve yalana bandırılmış makyajlı sözcükler geçiyor önümüzden
İfadesiz konuşmalar
Kürsüye çıkmış ihanetler
Çalıntı dizelerle şiir dinletisi ve alkışlar nasıl da kopuyor, tanrı aşkına bak
Yas ormanı; bu dilsiz kuşlar, bu ömrüme doğru büyüyen mor ağaçlar
Uçurumların çekiciliğinde dublörsüz düşüşler (I, II, III ve bu da dördüncüsü)
Mağlup kalpler körfezinin dibinde batık narsist aşklar
Parantez içi anlatımlarda bırakılan açık yaralar
Çelenkleriyle gelen yabancılaşma konvoyu, hepsi senin eserin; kabul etmeliyim ki iyi yazıyorsun
Ve adın; yani başkentim; yani ömrümün imgesi
Dilimde eriyip gidiyor ilk kez Roza, ilk kez...
Ey şiirimin dikeni
Hayatla kavgalarımın başladığı güzergahın usta okçusu
Hayal kırıklıklarımın çöplüğü
Hayatla düelloda; silahı sen seçmedin mi?
Göğüslerinin ucu diyorum cinayet yeri; cam emziriyorsun bana; sütten kesilen aç şiirler adına
Onca yangını çıkartıp kaçtıktan sonra şimdi gelmiş bütün çeşmeleri açalım diyorsun
Git rüzgarı karşılama merasimine katıl ve önünü ilikle ruhunu satılığa çıkartan fırtınaya.
Tiyatro salonunda yatak odası öykülerine alkış tutuyorlar, bak yanıldın işte, yadırgamadılar,onlarla oyalan sen
Göz çukuruma gömülmüş hazin-eden kovayla acı çekiyorlar yukarı, içlerindeki fesat çöl için
Neyse ki ben öykümü bozdurup yol parası yaptım ve baba evine döndüm,
Tanrı'ya şükür iyiyim şimdi...Git Roza, git.
Daha fazla üşüme.
17 Mayıs 2010

Emeğinize yüreğinize sağlık. Candan kutlarım.
ÇOK YAŞA metin dost.
şiirsel soluğun daim olsun.
saygımla.
kutladım...
çok güzel ifadeler var, yeni söylemler ki şiir budur bence .. biraz daha az düz yazı koksaydı çok daha keyifli olacaktı ..
gene de hakkıyla yerinde şiir..
sevgiyle..
kutlarim gunun siir ve sairini
bu uzel duygular daim olsun dileyim
çok hoş bir şiirdi uzun olmasına rağmen akıcılığıyla insanı sıkmayan ve içine çeken türden,sevgilerimle..