Abukça Subukça II

Cehalet, Toplum ve Düşmanları

Doğru düşünce nedir?

Bu damdan düşer gibi bir soru değildir. Düşünmeye ilk başlayan insanların sormaları gereken, kendi düşüncelerinin nesnel olabilmesi için düşünce sistemine giriş sorusudur. Bu sorunun cevabını yine bize doğa vermektedir.

Amatör ötesi çiftçilik deneyimimiz olduğu için bitkileri, deneysel (amprik) değil ama gözleme dayalı bir bilgi kaynağı olarak hep kullanmışızdır. Aslında bu; doğanın kendisinde bilinmeyi bekleyen büyük kaynaktır, olması gereken en doğru kaynaktır. Bu büyük bir nimettir.

Bir bitkiyi ya da herhangi bir yabani otu dünyaya merhaba dediği andan itibaren gözlemlerseniz onun kendi doğasına uygun olarak yetiştiğini izleyebilirsiniz. Isı, nem, toprak yapısı, yel hareketleri vs. bitki üzerine etki eden faktörlerdir. Doğal etkileşim etkenleri olan bu tür şeylerde dönemsel değişmeler bitkiyi olumsuz yönde etkilemezler. Bitkideki cılızlık, erken solma, yeteri kadar gelişememe gibi bizim olumsuz olarak niteleyebileceğimiz etkiler bir olumsuzluk değil aksine bitki ya da türün geleceği için olması gereken zorunlu şeylerdir.

Biz burada bitkiyi bir düşünce olarak imgelersek, tüm bu etkiler doğanın bilgisinin bitkiye etki edişidir. Yani bizim doğru, olması gereken düşünceyi bulabilmemiz için düşünce sistemimize etki eden eğitim öğretim dediğimiz şeyler böyle olmalıdır.

Doğrusu budur. Doğru düşünce budur.

Eğer bir bitkiye gelişme adına dıştan etki edecek isek, bu ancak ve ancak bitkinin doğru ihtiyaçları yönünde olmalıdır. Isı, toprak yapısı, bitki beslenmesi, nem gibi ortamları bitkinin doğal özelliğine uygun en yüksek, optimum düzeyde tutuş o bitkiden elde edeceğimiz verimi sağlar.

Düşünce de böyledir. Olması gereken yani düşüncenin doğasına uygun eğitimler olağan en yüksek düşünme seviyesine ulaştırarak, doğru düşünmeden en fazla yararlanmamızı sağlar.

Bitkini beslenmesinde daha yüksek verim elde etmek için yani bitki olağanın dışında sömürebilmek için bilim adına da olsa iz elementleri, hormonal yapısı, psikolojik yapısı (bitki stresleri), toprak ve su formlarında ki uygun olmayan değişiklikler, hem bitkinin olması gereken durumunu yitirmesine, bitkinin az ya da çok etki edeceği şeylerin de riske girmesine ve en önemlisi geleceğin olması gerekenden farklı yöne gitmesine sebep olur.

Düşünceler de böyledir…

O zaman düşüncelerimiz, düşünmenin doğasına uygun biçimde besler isek toplumların hatta insanlığın geleceği olması gerektiği gibi olur. Elbette ki bu kısa açıklamalar düşüncenin omurgasını oluşturmaz ama düşüncenin nasıl olması gerektiğine bir yön verebilir.

Öyleyse;

Hadi soruyu bir kez daha soralım.

Doğru düşünce nedir?

Bu soruyu sorduk, selamete mi erdik, kurtuluşa mı erdik? Sonuçtan kendimize bir haklılık payı çıkararak kibirlenerek başımız göğe mi erdi?

Hım!…

Hiç de öyle değil vallahi.

Zamanın ötelerinden beri, ezelden beri insanlığın düşünce sistemi olması gerektiği gibi değil “istendiği” gibi gelişmiştir. İstenilmeyi tırnak içine aldık, bu çok önemlidir.

Tarihte toplumlar, iki görünür güç ve onları yöneten bir görünmez güç tarafından yönetilmişlerdir. Aslında güdülmüşlerdir lafı daha doğru bir laftır ama insanın gururuna dokunduğu için bu sözü kullanmaktan imtina ediyoruz.

Toplumlar, “sözü” çok iyi kullanarak insanların yönetimine talip olanların (derebeyler-kral devletler-politikacılar) ile insanların yaşamda olmalarının en büyük amacı haline gelen, ölüm ötesi alanı içine alan inanç sistemi adına hareket ettiklerini yani Tanrı adına yetkili olduklarını söyleyen gücün tahakkümü altındadırlar.

Yukarıda bahsettiğimiz görünür olan iki güç; bu güçlerdir. Biri hissedilebilir olanın diğeri hissedilemez kavranılabilir olanın umutları olarak ortaya çıkarlar.

Bunların üzerinde, bu iki gücü de yöneten hatta emir altına alınmış olarak yön veren görünmez güç ise egemenlerdir. Bu egemenleri varlığı hep elinde tutan asiller ve zenginler sınıfıdır. Yeri gelmişken hemen söyleyelim, bu sınıf taşra tüccarı sınıfında ya da seviyesinde değildir. Global olarak düşünürsek ulusal seviye de bile değildir.

Görünmezdir değişkendir. Vizyon değişir, misyon değişmez. Bu yüzden görünmezdir. İşte yukarıdaki istenilmeyi bu güç ister. Düşüncenin biçimlendirilmesinde bu güç vardır. Dolaysıyla sahip olduğumuz, mevcut düşünce ne derece doğru düşüncedir. Bitki örneklerini bir düşünün isterseniz.

Öyleyse bu kısacık yaşamımızda ne yapalım? Sahip olduklarınıza dört elle sarılın, küçük sorunlar üreterek ya da sorunun parçası olarak yaşamı kendinize ve en yakın çevrenize zehir etmeyin.

Keyif alın…

Konuyu çok fazla bireyselleştirdik galiba. Gelelim kendi toplumsal gerçekliğimize; yaşamak, yüzleşmek zorunda olduğumuz sosyal yaşamımızdaki birey yapısına.

Bilgi ve anlayışın az olduğu yerde haklılık üzerine cahil kişinin cüretkarlığı artar. Hele ki bu cüretkarlığın etki ettiği insan kitleleri budalalığa yatkınsa, o toplumda yaşayan aydın insanlar için büyük üzüntü sebebidir. Cahil cüretkardır ve ona inanan insanların budalalığı toplumun geleceğinin aydınlanması için de çok büyük handikaptır.

Yani bitkiyi kökünden söküp atar.

Doğru şeylerin anlaşılmasına direnç göstermek, bu direnç karşısında “tekrarlar yapmak” çok can sıkıcı da olsa gerçek aydınlar için geleceğin umudu olmak adına bir zorunluluktur. Pes edip bırakmak yoktur. Bu anlamayı toplum adına engellemeye kalkışanlar ise gerçekten kötü niyetli insanlardır. Bunlar cehaletten, dar görüşlülükten öte hatta planlamış senaryoların, kurgulanmış insanlarıdır.

Halkın bir şeyi anlayamaması budalalıktır. Budalalık bir hakaret değil en basit haliyle farkına varamama durumudur. Bu budalalık avamileşmeye, bayağılaşmaya doğru gider. Bu durumun temelinde gerçekte ve büyük ölçüde dünyevi kaygılar vardır. Bu kaygılar, insanı olması gereken, yaklaşılması gereken merkezden uzaklaştırır.

Bizim asıl konumuz; toplumsal aydınlanmayı önleyen “kötü niyetli” kişilerdir. Organize olmuş kişilerden bahsetmiyoruz, organize içinde yer alan belli bir örgüt yapısına sahip olan bireyler kötü niyetin ötesinde amaçları “kasıt” olan organizasyonlardır. Bunların incelenmesi hem farklı hem de bunlar hakkında bilgiye ulaşmak oldukça zor ve tehlikelidir. Bu yüzden konumuz dışıdır.

Bu incelememize konu olan “üç tip” kötü niyetli kişiler, ister modernizm adına, isterse tersine çevrilmiş maneviyat adına, isterse de “toplum için bir iyilik yapma” adına hareket ederlerse etsinler kurdukları temeller yanlış ve çürük olduğu için toplum yararlı değildirler.

Entelektüel seviyesi yüksek olduğuna inanılan modernist bir kişilik (sosyalist, materyalist, hümanist, var oluşcu vs.)daha ilk baştan yanılgı içerisine girer. Çünkü entelektüel bir zihin, metafiziksel bir temele dayanır yani bu alanda bir adım atış, akıl ötesi bir şeydir. Öyle söyledikleri gibi kuşaksal bilgi ve kültür birikmeleriyle entelektüel olunmaz. Ürettikleri terim veya kavramlar içinde haksızlıklarını kanıtlamalara boğulacak da değiliz.

Kendileri bilir…

Doğu öğretilerinde sezgisel akıl, saf akılla edinilen zekaya dayalı bilgilerin kaynağı, batıya gittikçe akıl seviyesine çekilerek “entelektüelite” bozulmuş bir halde bulunur. Bu bozukluk terimsel sadece anlama bozukluğu olsaydı pek mesele kalmayacaktı lakin bu “değer” organize ve kasıtlı bir şekilde aşağıya doğru çekilmektedir. Bu bir “kabuğu çekirdek zannetme” yanılgısıdır. Basit diyalektikle öze varılamaz. İşte bu yüzden modernist kişilik entelektüel olamaz. İşin komik tarafı da buradadır zaten, bu kişiler aynı zamanda anlamsız ve anlaşılması güç bir sahte entelektüel kibir içindedirler. Bu kibirleriyle toplumu sürekli aşağıda görme histerisine kapılırlar. Hal böyle olunca bunların kendileri ve toplum adına yapacakları da bir şey yoktur.

Tüm bunlar ulaşılabilecek doğru düşünme fırsatının zayi olmasıdır, insanlığın ziyana uğramasıdır. Adeta Hissedilen gücün yani somut iktidarla birlikte hareket ederek, gerçek gücün adına farkına varmadıkları bir bilinç haliyle, uyuşmuş beyinle bunların tetikçiliğini yaparlar.

Terse çevrilmiş maneviyat adına hareket etmenin topluma hiçbir yararı olmadığı gibi kişinin kendisini “kutsal”ın karşısında modernist kişilikten daha aşağı konuma sokar. Kutsal olan inanç gereği, doğası gereği her şeyi kapsar yani yönüyle kutsalın dışında hiç bir şey yoktur. İnsan ne yaparsa yapsın kutsalın kuşattığı alanın dışında bir eylem ortaya koyamaz. Bazılarının sandığı gibi maddeyi bilimle yüceltme kutsalı aşağı çekmez, çekemez. Kutsalın zayıflaması veya azalması bu iki tip insan aklının dejenerasyonundan ortaya çıkan “yargı”lardır. Aslında gerçekte bir şey olduğu da yoktur.

Buradaki kutsallık aşağı çekilmiş, altlaştırılmış, bozukluğa uğramış bağnaz din veya inanç yapısı sistemleriyle ilgisi yoktur. Kutsallıktan kendilerine pay çıkarmaya kalkmasınlar.

Tanrı, kendisini kutsallıkla ortaya koyduğu andan itibaren bilgi net ve değişmez olmuştur. Bu netlik ve değişmezlik “kıyamet”e kadar da öyle kalacaktır. Tanrı, insan aklı karışıklığa uğradı diye, netlik ve değişmezlik de sapma yapmaz.

Yani Tanrı insanı değil insan Tanrı’yı anlamak zorundadır.

Bu ancak kötü bir bireyin tersine çevirme çabasına konu olabilir. Tersine çevrilmiş maneviyatla kötü birey bundan çıkar sağlamaya, yararlanmaya kalkışır. Bu kalkışmayla birlikte kutsalı “bozmaya çalışmak ” eylemi hem kendi adına hem de toplum adına zarar vericidir. Bunlar kutsalın asalakları durumuna girerler, inanç veya dini soğururlar, sömürürler. Ve bunlar kötü niyetin ötesinde “kasıt”ı olan organizasyonlar için hizmetkar hazirunları gibidirler. Yani hali hazırda bekleyen orijinin, farklı misyonerleri gibidirler. Toplum için en zararlı olan bu kesimdir. Bunların akılları kötülük kökenli“şeytani”dir. Doğru düşüncenin temellendirilmesi açısından ne kötüdürler.

Yazık!..

Halk aldatılmayı sevdiği gibi budalalığı da sever. Çünkü buna cehaletle hazırlanmıştır, bu hazırlayıcılar “bilgi halk için neden gerekli olsun ki” sorusunu soran ve halkın gerektiği kadar değişken bilgiye ulaşmasını sağlayanlardır. Bunlar basit sıradan hokkabazlar olabileceği gibi bilim adına hareket eden bilim insanları da olabilir ki, genellikle maalesef bu böyledir. Bilimin emperyalizme hizmet ettiğini kimse yadsıyamaz. Bilimin insanlığın kurtuluşu adına uydurulmuş ütopyaları bilimsel maneviyatın tersine çevrilmesinden başka bir şey değildir.

Üçüncü tip insan tiplemesi ise toplum yararına bir şeyler yapma gayretiyle yola düşenler bizce en saf anlayışsızlardır, bunlar bir tür “saftivist”lerdir. Bunlar toplumun yararına inandıkları eylemi ortaya koymadan önce, öncelikle kendilerinin nasıl hazırlandıklarının farkına varmasını dileriz.

Böylelikle; ortaya çıkan “istenilen” toplumun nasıl olduğunu birazcık ortaya koymak istedik.

Aynı zamanda abukça düşünenlerin, subukça söyleyişlere yol açtığını da biraz olsun anlamış olduk.

Aslında konuyu günlük yaşamın pratiklerine uygun olarak işleyebilirdik ama günümüz insanı, yani bu durumları anlaması gereken hedef kesim yeni nesil veya nesiller, dijital dünyanın renkli hayalleriyle çok fazla uğraştıklarından sıkıcı bulabilirler.

Bitkinin kendisini düşünmektense nasıl daha çok maymuna çeviririz gibi fantastik renkli düşüncelere daha yakın ve yatkın duruyorlar.

Bu yüzden, beyhude uğraşların içinde olmak istemiyoruz.

Şimdilik…

13 Şubat 2024 10-11 dakika 27 denemesi var.
Beğenenler (3)
Yorumlar (2)
  • 2 ay önce

    Maalesef zamanımızda insanlar para odaklı ve din merkezli konulara duyarlı oldu,vicdan korku sevgi saygı empati gibi duygulardan uzaklaşarak egonun ve şiddet eğiliminin etkisi altında vahşileşerek cehaletin pençesine düştü, hayvanlar bile evrim geçirirken insanlar yok olup gidiyor anlamlı paylaşımınız için teşekkür ederim Sayın Kına