Af Bahsi

"Her af, yeni kederlere gebedir."


Günlerdir üzerinde düşünüyorum bu cümlenin. İrdeliyorum, şimdiye değin affetmek zorunda kaldığım insanları düşlüyorum. Tek tek, itinayla ve şiddetle duyumsuyorum onları. Kaçışım yok! Ben, her defasında kendimi bir kenara iterek vahşice, onları bağışlayarak gözümde, yeni bir hüzne saplanıp kalıyorum. Bunun asıl nedeni, aşırı anlayıştan kaynaklanmıyor elbette; bunun tek bir sebebi olabilir: O da yaşamaktan en çok korktuğum olayın, insanlarla aramda bir küslük oluşmasıdır. Bunu yaşarsam eğer kahrolmaktan kendimi alamam, hele de bu benden kaynaklı bir durumsa, kendime gelmem aylarımı alabilir. Önlenemeyen bir keder başıma tüner, geçmek bilmez. Sırf bu yüzden kırmayı değil de kırılmayı seçmiş olurum çoğu kez.



Nitekim, bu aflardan dolayı yavaş yavaş içime boşluklar yığılıyor. Kof bir duymazlık yaşamaya başlıyorum. Ve biliyorum ki bu boşlukların dolması yazmakla doldurulabilir ancak. Yazdıkça sakinliyor, yaşadığımı hissediyorum. Nefes dağarcığım genişliyor yazdıkça. Ruhumdaki ağırlık şiddetini azaltıyor, kalbimdeki naif izler teker teker iyileşmeye başlıyor. Canımı yakan her adama, "Ben buradayım hala!" diyebiliyorum yazdıkça. Yorulmuyorum böylece. Aksine diriliyorum. Yavaş yavaş yeniden doğuş başlıyor benliğimin içinde, ötelerde. Bu o kadar sakince ve ağırca gerçekleşiyor ki, tam anlamıyla kendime geldiğim noktayı tam olarak kavramama imkan yok! Farkındasızlıkla iyileşiyorum belki. Duymazlıkla, uyuşmuşlukla, alışmışlıkla..



O sırada görüyorum, hissediyorum fakat tepkim, yeni doğan bir bebeğin ağlamasında ki arayış kadar sahipsiz kalıyor. Yüreğimden kalkan kelebeklerin dolanmaktan yorulup, gerisin geri dönmesi kadar berbat ve içtiğim kahvenin aslında sade olmadığını bitirdikten sonra idrak etmem kadar saçma tepkiler veriyorum. Af isteyenleri bağışladım fakat bunun bana yansıması son derece acımasızca oluyor. İş, kendimi nasıl affedebileceğim sorusunu bana yöneltmeye kadar büyüyor. Sessizlik... Dünya bile sesini kesiyor o anda. Susuyoruz. Sorunun şiddeti azalana dek öylece bekliyoruz. Herhangi bir cevabımız yok çünkü. Hiçbirimizin yeterli bir açıklaması yok. Cevapsızız.



İyileşme, gerisin geri çekiliyor köşesine. Ve ben yine yazılarımla baş başa kalıyorum. Bu sefer iyileşmek için değil, intikam için yazıyorum. Hayattan, canımı yakanlardan, kendimi affetmeme hiçbir fırsat tanımayan yaşanmışlıklardan, yılgınlıklardan, sustuklarımdan... Böylelikle önüm açılıyor. Göz kapaklarıma çöreklenen sis dağılmaya başlıyor. Cümlemin sonuna gözüm ilişiyor. Yanılsama! Heyhat! Diri bir dibe çöküş ve yeniden diriliş! Her raddede aynı sonucu veren yazma eylemi! Kapımın açılışından kapanışına dek kelimelerimi zapt edemediğim hoş yanılgı! Defterin silik satırlarında solup yitecek, kederli cümlecikler! Affına salık verdiğim ruhların dibimden öylece sıvışıp kaybolmaları ve yine yeni bir keder!..



Her af, hüznünü hayatıma yerleştirmek için geliyor. Genişçe bir yara açıyor zihnimde ve bunun sonu gelmek bilmiyor. Her yara iyileşse de izini ömür boyu taşımak mecburiyetinde kalıyorum. Soğuyor; beni zamanında kahreden şey işte bu tek kelimeye sığıp katılaşıyor.. İpin ucu çoktan kaçtığından, herkesi, her şeyi affetmekte en ufak bir tereddüt duymaz oluyorum. Biliyorum, bunun bitmesi için yaşamın sonlanması gerek.



Her af, benim yeniden silinip, yeniden dirilmem demek. Sonsuza değin... Her cümlem teker teker yok olana dek... Bu böyle sürüp gidecek..

Ocak//2015

26 Ocak 2015 3-4 dakika 88 denemesi var.
Beğenenler (2)
Yorumlar (1)
  • 9 yıl önce

    Kimi zaman affedilmeyecek hataları biz de yaparız az da olsa ve mutlaka birileri de biz affeder belki de kim bilir defterden siler. En başta kul olarak hepimiz Allah'ın affına muhtaç değil miyiz? Büyüklük biz de kalsın demek çok da germemeli insanı ruha huzur veriyorsa. Güzel bir yazıydı Filiz kutlarım...👍