Akıllı Telefonlar Fotoğraf Sanatını Nasıl Etkiledi
Bu soru bugün sıkça soruluyor. Oysa benim için yeni bir soru değil. 2017 yılında kaleme aldığım bir metinde de benzer bir tartışmanın tam ortasında duruyorduk. Değişen teknolojiye rağmen, fotoğrafın özüyle ilgili temel meselelerin hâlâ aynı yerde durduğunu görüyorum.
Güzel bir fotoğraf ile sanat eseri niteliği taşıyan bir fotoğraf arasında ciddi bir değer farkı vardır. Güzellik, izleyicide uyandırdığı haz ile ölçülebilen göreceli bir kavramdır. Sanat eseri ise yaşadığı zamana tanıklık edebilen, evrensel bir dili olan ve izleyicide düşünsel bir karşılık bulan üretimdir. Bu ayrım, kullanılan ekipmandan bağımsızdır.
Fotoğrafın icadından bu yana makine ve teknoloji sürekli gelişti. Karanlık kutudan günümüz dijital sistemlerine uzanan bu süreç, fotoğrafçılığa her dönemde yeni imkânlar sundu. Akıllı telefonlar da bu gelişimin doğal bir devamı olarak hayatımıza girdi. Ulaşılabilirlikleri, taşınabilirlikleri ve paylaşım hızları sayesinde fotoğraf üretimini ve dolaşımını olağanüstü ölçüde artırdılar.
Bugün dünyanın herhangi bir noktasında çekilmiş bir görüntüye anında ulaşabiliyor, bir öz çekimi, bir anıyı, bir belgeyi ya da bir sanat eserini aynı ekran üzerinden izleyebiliyoruz. Bu durum, fotoğrafın gündelik yaşamla kurduğu ilişkiyi güçlendirdi. Ancak bu yakınlık, fotoğrafın sanatsal değerini otomatik olarak artırmadı.
2017’de de ifade ettiğim gibi, bugün de değişmeyen bir gerçek var:
Fotoğraf çekmek kolaylaştı, iyi bir fotoğrafçı olmak kolaylaşmadı.
Teknoloji; netlik, renk, kontrast, tonlama ve ışık–gölge ilişkisi gibi teknik alanlarda ciddi avantajlar sağlıyor. Akıllı telefonlar artık birçok durumda kompakt makinelerle yarışabilecek düzeye ulaştı. Hatta cep telefonu fotoğrafçılığı başlı başına bir üretim alanı hâline geldi. Tüm bu gelişmeler, fotoğrafçının işini kolaylaştırıyor; fakat fotoğrafın ne anlattığı sorusunu tek başına cevaplamıyor.
Henri Cartier-Bresson’un söylediği gibi, fotoğraf çekmek insanın aklını, gözünü ve yüreğini aynı hizaya getirmesidir. Işığı kaydeden araç ister bir fotoğraf makinesi olsun ister bir cep telefonu, eğer doğru veriyi taşıyabiliyorsa gerisi ikincil bir meseledir. Asıl mesele, görüntünün ne ile değil, ne ile bezendiğidir.
Bir fotoğrafın sanat eseri olabilmesi için yalnızca estetik bir etki yaratması yetmez. Yaşadığı zamana ışık tutabilmeli, gerekirse bir soruna işaret edebilmeli ya da bir değerin devamlılığına katkı sunabilmelidir. İzleyenin yalnızca gözünde değil, aklında ve yüreğinde de yer edebilmelidir.
Yıllar içinde binlerce kursiyerle çalıştım. İyi makineye ve ileri teknolojiye sahip olan çok kişi gördüm; ancak nitelikli fotoğraf üretebilenlerin sayısı her zaman sınırlı kaldı. Çünkü iyi bir fotoğrafçı, elindeki ekipmanı düşünerek değil, anlatmak istediği duyguya odaklanarak üretir.
İnsan, zaman, mekân, yaşam, doğa…
Fotoğrafçı neyi anlatmak istiyorsa, onu fotoğraflar.
Kullandığı cihaz, bu anlatının yalnızca aracıdır.
Ve bugün hâlâ aynı noktadayım:
Fotoğraf, dünyanın ortak dilidir; güzel ve düzgün konuşmak gerekir.Bu dil bağırarak değil, doğru kelimeleri seçerek konuşur.
Teknoloji sesi yükseltebilir ama sözü derinleştirmez.
Fotoğrafçı, önce ne söyleyeceğine karar vermelidir.
Çünkü makine yalnızca kaydeder;
anlamı inşa eden, insanın kendisidir.


