Akıp Giden Zaman

Kimileri zamanın peşinden koştuğunu, kimileri ise zamanı peşinden koşturduğunu söylese de öyle ya da böyle saatin kumları usulca tükeniyor ellerimizde...Rüzgar ormandaki ağaçları hışımla sallarken bir yandan da doğaya, kımıldayın ey ağaçlar, uçun kuşlar! komutunu veriyor adeta kendi diliyle...Bahara hazırlık yapmak kolay olmasa gerek. İnsan yeşermek için çabalamalı diyorum karşı dağı seyrederken ben de içimden...

Doğa ile sürekli bir etkileşim halinde olan insan, olumlu ya da olumsuz nasibine düşeni alır mevsimlerden. Kış mevsimi ile iyice içine çekilirken, zamanın da ağır işlediğini zannetmeye başlar. Baharı özler, bir an önce gelsin ister güneş, yürek evine. Oysa henüz geçmesi istenen zaman geçmemiş, insan istediği olgunluğa erişememiştir. Zamanın hızlanması ya da yavaşlaması bile bu bakış açısı ile ilgilidir doğanın etkleşimlerini saymazsak. Malum, pazarların hızlı ve hafta içinin yavaş akışı gibi mesela...

İnsan nasıl geçerse geçsin zaman, kendi çizdiği doğrularla yaşamayı bilsin yeter.Ve bir gün her bir tanesi için yalvaracağı kum saati adına yaratıcıya şükretmeye devam etsin. İnsan yazsın, iyiyi kötüyü, ne geçerse geçsin beyninin treninden. Yeter ki boşluğa terketmesin rayları, düşünceleri uzasın sonsuzluğa. Üretsin, azı çoğa dönüştürebilsin, zamanı eritmek gailesinden uzak...Zaman niye eritilsin ki ya da tüketilsin sırf tüketmek düşüncesi ile?

Öyle çok şey var ki anlatılacak, yeniden yazılacak, sayfa sayfa haykırılacak cümleler kuşağında. Hayat, yetmiş yaşındaki bir ninenin ya da dedenin gözlerinde ç/ağlıyor bir filmin fragmanı gibi. Adına " Hayat Filmi " diyoruz ömrün sonuna doğru, yaşarken çile yolu, sınav yokuşu v.s...Mutluluk Yolu diyenler de var elbette ama daha çok filme döktüklerimizde...

Gerçekte acıtır hayat, yalan söyletir, iyiyim dedirtir her sualde, adetten söyleyişlerle. Ama gözler yalansız, onlar anlatır önce insanı, yüzdeki kır(ışı)klar yaşanmışlıkların ta kendisi. Fazla söze de hacet kalmaz hal böyle olunca. "Esas olan rolünü güzel oynamak..." derdi bir büyüğüm konuşma esnasında, rolünü iyi ezberlemek... Hayat filmi uzunmuş gerçekten, rolünü iyi ezberlemek gerekiyormuş, şimdi iyice düşününce...Eeee finalin nerde, ne zaman, nasıl olacağı belirsiz zira? Sonuç odaklı değil, hayat odaklı olmak şart. Bugünü iyi yaşamak bir bakıma rolünü iyi oynamak demektir kanımca. Bu da finale götürür zaten kişiyi, hem de iyi bir finale farkında bile olmadan...

İnsan kendini ihmal etmezse, zaman kendine düşen rolü usulca oynar zaten, kimselere çaktırmadan. Kendi akışına bırakmak dediğimiz şey zamanla yapılmış sessiz bir anlaşma değil mi sanki uzaktan bakınca? Zaman insanın elini kolunu bağlar mı? Bağlar evet, bir bakıma. Zaman akmadan bazı şeylerin süresi dolmadan ne ileri ne geri gidiş mümkün olmaz, kader dediğimiz kısır döngüde. İşte kum saati dediğimiz şey, hep bizim istemimiz dışında yavaşlar ya da hızlanır. Zaman nasıl akarsa aksın, biz o zamanın içinde üzerimize düşeni yapmışsak, yapmak için çabalamışsak, zaman çoğalır, bereketlenir ve sığmaz olur yüreğimize. Zamansız yazar, zamansız y/aşarız öyle ki. Bu da bir süreç ister herkes için kendine özel....Zamanla yarışmak rafta kalır belki bu aşamada, zaman atı geride de kalmaz ileriye de gitmez...Zamansız sevilir sevilen. Zamansız gidilir, terk edilir sevgili. Her şeyin bir zamanı var denilse de zamanı aşan konuşmalar, anılar taşar sonsuzluğa. Bizden önce ulaşır göğe dualar, ve akıtılan yaşlar, sonra gökten yere...Zaman durur aslında. Zamanda hareket eden yüreğimiz, dudaklarımız, ellerimiz konuşur sadece. Zamanı hareket ettirenin kendimiz olduğunu anlarız. Biz yürürsek yürür dünya, biz olmadan da yürüyecek evet ama biz yürümezsek bu hareketi göremeyeceğiz hiçbir zaman. Bir adadan farksız, doğuş ve batıştan ibaret sanacağız dünyayı...

"Doğmayı bilmeyen, ölmeyi bilemez" Zamanda yeniden doğmak için de ölmeyi bilmek, ölmeden ölümü tecrübe etmek gerek.' Öldüm öldüm dirildim' derken ne kadar da anlamlı bir şekilde özetleriz yaşadığımız sıkıntıları...Doğmadan ölünmezmiş demek ki, ölmeden de doğulmaz yeniden...Ne kadar yakın ne kadar da kardeş, doğmak ve ölmek, iç içe ve anlamlı...

Biz yazarken bile ölü kelimeleri canlandırdığımızı unutuyoruz çoğu zaman. Ölüp ölüp diriliyor kelimeler klavyemizde birer birer...Tarih bile hatalarımız ya da doğrularımız nisbetinde tekerrür yani tekrar ediyor iyi ya da kötü şekilde...Doğru adımlar talihimizi belirliyor, sonra kaderimiz bizi. Biz dünyamızı, dünyamız geleceğimizi. Yine karışık, yine belirgin. Yine mantıklı, yine saçma. Ölüm ve doğum gibi iç içe ve zıt. Kum saati yalan söylemiyor bir tek. İleriye derken biz, geriye sarıyor makara, filmi. Ve sona giderken başa dönüyoruz. Geldiğimiz yere...Sanki zaman diye bir şey hiç olmamış. Biz duruyoruz bu defa. Aynı noktada. Sahi nokta neydi? Sonsuzluğun ta kendisi...Sevgiler...

Yazınca dirilirmiş kelimeler.
Bu gece, uykularından yeniden uyandılar.
Ve kelime oyunları, zihnimde zamanı kovaladılar...
Şimdi uyku vakti dedim, beni dinlemediler.
Gereksiz yere dökülüp, rahatsızlık verdiler.
Bir baktım, yine akıp gitmiş zaman...

24 Ocak 2014 5-6 dakika 243 denemesi var.
Beğenenler (1)
Yorumlar (2)
  • 10 yıl önce

    Zaman hep aynı doğrultuda ve aynı hızda akıp gidiyor aslında, sorun bizim zamanı algılama biçimimizde odaklanıp duruyor. Bize öyle geliyor. Sıkıntılı zamanların zor geçiyor gibi görünmesi, mutlu anların çabuk geçiyor gibi görünmesi hep algılarımızdan kaynaklanıyor. Burada kul olma bilinci ile hareket edersek ve tabi kaderin akışına bırakırsak yaşadıklarımızı, olayların bizi incitme ve acıtma yanlarını da daha bir olgunlukla karşılama becerisine ulaşırız sanırım. Güzel bir deneme Şule kutlarım yürekten...👍

  • 10 yıl önce

    güzel,içten...

    tebrik ettim yazan yüreği...