Aslı Gibidir

Ey Zeus! Tanrılar Tanrı’sı…

Ya da Odin mi demeliyim ya da Aldacı. Öf!.. Ne çok ad değiştirdin kuzeyden güneye, doğudan batıya… Ya da ebeveynleri uzaylı olan bir Tanrı ne renkli olurdu değil mi? Misal, anası Voltranlı, babası Siriuslu.

Neyse…bu neyse boş ver anlamında değil.

Hatırlar mısın ey Zeus!

Kendi halimizde geçinip gidiyorduk. Çiftçiye ya da hayvan yetiştirenlere ihtiyaç duymuyorduk. Çünkü acıkmak yoktu… Suya, güneşe teşekkür etmiyorduk, gerek yoktu. Barınmak ne demek, onu burada öğrendik. Sağlığımız hiç bozulmazdı, oramız buramız ağrımazdı. Her şey tıkırındaydı yani. Aslı gibidir değil aslı idik galiba.

Şimdi ne değişti de ne oldu? Neden kovdun bizi asıl olan yerden?

Ha aklıma gelmişken ey yüce Zeus. Falan yerde bir adam vardı işeyememiş, torbası patlamış acı içinde kıvranmış ölmüş zavallı. Fistan yerde gebe bir kadın doğuramamış kıvrana kıvrana bebesi de kendisi de ölmüş. Filan yerde bir akbaba, açlıktan ölecek çocuğun başında beklemiş, hem de anasının gözünün önünde. Yirmi yedi yıllık yaşamının yirmi yılı işkenceyle geçen, bir hayvan gibi bedeni doldurulan siyahi Baartman, bağıramış bile.

Yetmedi mi?

Gözle görülemeyecek kadar küçük katiller düştü peşimize. Üstüne üstlük bir de öyle bedenlendik ki hep acı verici yapılarla donatılı, zamanın eskitmesine tabi.

Ne oldu da kötülük Tanrılarını üzerimize saldın ey koca Zeus. Tavuğuna kış mı dedik sanki.

Neyse…bu neyse boş ver, alacağın olsun anlamında.

Geldik varlık alemine. E.. ne yapalım yaşam çevriminden çıkamıyoruz, yaşamak zorundayız, dönmek için savaşmak zorundayız.

Bi kurtulamadık gitti şu muhtaçlıklardan ve Tanrısal isteklerden.

Biz ölümlülerin elinden bir şey gelmiyor ki…ne yapalım boynu bükük bekliyoruz.

Ya adaletini kur ya da geri çekil, dedik ama adaletini cehalete bıraktın.

Adalet cehaletle yürümüyor. Ne çok karşıtım var benim…”doğru”lamıyorum.

Benim yapmamı istemediğin eylemlerimde ve hatta okuduğun düşüncelerimde seni zaman zaman çok öfkelendirdim. Beni bundan sorumlun tuttun ve benim üzerime senin yardımcın olan Tanrıcıklar ve yarı Tanrılar gönderdin, ezim ezim ezdiler, korkuttular beni. Dehşetin izleri düşmüş gözlerimle sana yalvardım, kapandım. Adaklar adadım.

Kan döktüm senin adına senden korunmak için. Kötülükleri uzak tut benden…dileğim veya dualarımla.

Karşılığı olmayan soru, çözümü olmayan sorunlarımla baş başa bıraktın, beni bir başıma.

Ve üstelik ihtiyaçlara zorunlu bıraktın beni. Bu zorunluluklara da sorumluluk yükledin durup dururken.

“Yap ve yapma”larla bütünledim kendimi ve sonra düşündüm Tanrı neden kötü olsun ki?

Düşüncemi okudun.

Tüm kötü Tanrıları yok ettin. Sonra şeytan peydah oldu günah keçisi olarak ve o Tanrılar kötülük töhmeti altında kalmaktan kurtuldu ve onlar sosyal ömrünü tamamladıkları için öldüler, yani yok oldular, yani bir tarihin arkasından fırlayan masal karakterlerine dönüştüler.

Şeytan onları ne güzel yendi değil mi? Hem de onların yani kötülük Tanrılarının yerine geçerek. Olsun gıcır gıcır bir şeytanımız oldu. Ele avuca sığmayan, cin gibi zeki. İnsan ne aptal, ne saf kalıyor onun yanında değil mi.

Ama onlarla birlikte sen de öldün harabelerin arasında harap oldun gittin. Ey ölümsüz Zeus!

Öldün!...

Yasalara karşı gelmenin, günah işlemenin ötesinde varlık dünyasında ölüm olduğunu bildiği zamandan geldim ben.

Yap ve yapmaları artık şeytan üzerinden emrediyordu yeni Tanrı. Yeni Tanrı şeytanı pek sevdi.

“Yapma”ya bekçi oldu bu şeytan. Oysa yapmamız gereken şeyler vardı bu şeytan yüzünden yapamadık.

Misal;

Hakkımız olanı alamadık. Öyle güçlüydü ki zihnime işledikleri bekçileri, yani şeytan yani günah yani yasalar…

Daha ilk başta korktum. Rızkımı alamdım.

Çünkü kapısında şeytan bekliyordu. Sıkıysa gir…

Ey Zeus hatırlar mısın…

Kutsal yasalara karşı gelmenin en sefil biçimini yafta yaptık, yapıştırdık karşında olanlara.

Senin için tapınaklar ve sunaklar yaptık yıllar, yılı ter akıttık, kan akıttık, zaman akıttık. Kurbanlar adadık ve kestik sana sunduk. Hem havyalardan seçtik bu kurbanları hem de insanlardan. Üstelik en yakınımız olanları kurban sunduk sana…

Ama yine de;

Ne senden kurtulabildik ne de feda ettiklerimizden. İçimize öyle yapışmıştı ki tüm bu yakınlaşmış olduklarımız, içselleştirdiklerimiz.

Yeni Tanrı ile başka bir oyun başladı.

Tanrı,

“aslı gibidir”damgasını vurdu insana…yolladı. Daha doğrusu kovdu cennetinden durup dururken. Bize öyle anlatıldı, biz ne bilelim…inandık.

Karşı mı gelmişti, isyan mı çıkarmıştı ya da başına buyruk hareket etmeye mi kalktı özgürlüğü için.

Yok dediler öyle değil iddialaşma olmuş, şeytanla iddiaya girmiş Tanrı? Biz ne bilelim öyle dediler…inandık.

Hani zar atmazdı Tanrı, tesadüfe bırakmazdı hiçbir şeyi…hele ki varlığın kaderini.

Peki aslı gibidir ne demek. Öz demek, gerçeğin kendisi demek, sahip demek, olmak demek. Ve ben bunların hiç biri olamıyorum, oldurulamıyorum.

Bu gün ne çok soru soruyorum kendime. Az müsaadenizle şu satırlara kıvrılıverip uyuyasım var. Fazla gürültü etmeyin emi.

Rüya, rüyet, hayal, yakaza, hülya neyse ne fesüphanallah.

Hayrınız karşı gele.

Şer meydanı…

Böbürlenerek gezen şeytanla karşılaştı insan. Yabanıl duygular yaşandı, karşılıklı bakışlarda. Ayağının ucuyla hafifçe itekledi, şeytan insanı. Hişşt leyn! Sen buralarda yenisin galiba. Karşılık vermedi insan suskunluğunu korudu.

Pek de korkak bir şeymiş bu, dedi insanın duyabileceği sesle. İnsan arkasını döndü şeytana umursamaz bir tavırla.

İşte en büyük hatası da bu oldu.

Şeytan, insanın arkasındaki damgayı gördü. Aslı gibidir ne demek lan, dedi. Ve kendine haksızlık yapıldığını düşündü.

Kıskançlık ve kötülük doğdu durduk yere. Gerek var mıydı?

Diş biledi ama belli etmedi bunu. İnsana bir kez daha seslendi. Hey dost olmak ister misin benimle? Sesi o kadar yumuşaktı ki insanın duyguları kabardı. Tam önünü dönüp evet diyecekti ki düşündü. Ya beni aldatıyorsa, kandırmaya çalışıyorsa.

Şek ve şüphe doğdu durduk yere. Gerek var mıydı?

İkinci bir sesleniş duydu daha düşüncelerinin sonuna gelmeden. Bak buralarda yenisin çevreyi gezdireyim sana ister misin? Bu teklif de çok hoşuna gitti yalnız başına, bir başına gezmek pek keyifli değildi zaten.

Tamam dedi insan. Ama bir şartım var.

Söyle nedir?

Bana hiçbir zaman emir vermeyeceksin? Yap yapma demeyeceksin.

Tamam söz, dedi. Hem de şeytan sözü… Birlikte biraz yol aldılar bir elma ağacının yanında geçiyorlardı. Bak bundan ister misin? Çok güzel bir yiyecektir. Tıpkı daha önce koparttığımız türlü türlü meyveler gibi. Onlardan hiçbir farkı yok.

Olur dedi insan. Nedense garip bir güven oluştu içinde şeytana karşı. İki tane meyve kopardı şeytan. Bak önce ben birini ısırayım sonra sen diğerini ısır. Seç birini…

Tamam, dedi insan elmaları ısıra ısıra yediler. Bak bi şey oldu mu sana hep yalan söylediler.

Kime, dedi insan?

Boş ver, deyip geçiştirdi. Sonra en duygusal tonuyla seninle arkadaş olduk artık değil mi? İnsan biraz suskun kaldı ama başıyla da hafifçe onaylamak zorunda kaldı. Bu bir kötülük onaylamasıydı.

E…bunca zamandır yol arkadaşı olduk, elimi omzuna atmamda bir sakınca var mı? Bu bir soru değildi emirdi ama insan buna hazırlanmıştı öncesinde. Şeytan insanın omzuna attı kolunu, elini hafifçe büküp aşağıya sarkıttı tırnaklarını çıkartı, insanın sırtını kaşımaya başladı. Bu öyle hoşuna gitti ki insanın sırtındaki “aslı gibidir” damgasının kazındığının farkına varamıyordu…

İnsan acıktı.

Elmam nerde diye sordu insan.

Boş ver, napcan onu dedi şeytan. Yapmaların arasına girdi.

Ve insan yalnız kaldı, kendisi bile kendisine dost değildi.

Şeytan insana dedi ki,

Hadi gel seksek oynayalım.

Neden?

Çünkü öyle istiyorlar…

Ah! Ne unutkanım, dedi insan.

Neyi unuttun, dedi şeytan.

Düşüncelerimi.

Boş ver napcaksın onu. Hem o da yapmaların arsına girdi.

Hayır ona çok ihtiyacım var, bulmalıyım.

İlk kez itiraz etmişti insan. Ve geriye çekildi uzaklarda bir yerleri işaret ediyordu şeytan.

Sahipler cehaleti sever. O zaman oraya gireceksin. Bak kapıda ne yazıyor görüyor musun?

Düşünce insanın cehennemidir…

Bilindik bir öykü, insanlık tarihi boyunca hep böyle devam etti

Ey Zeus! Biz seni her şeyin sahibi olarak biliyorduk oysa;

Senin sahibin de varmış, bu dünyada bunu da öğrenmiş olduk. 

14 Temmuz 2023 8-9 dakika 27 denemesi var.
Beğenenler (3)
Yorumlar (2)
  • 2 gün önce, Devlet; "gel Fırat, epeydir göstermedin kendini, gel" dedi... Özlemiş mi ne... Bizimkiler biliyor ya huyumu, bugün burada kalıyorsun, yarın da Kardeşin seni devlete götürecek, başında duracak, demeye getirdiler... Uzunca bir zamandır, ne derlerse, "tamam" diyorum.

    Sabah 9'dan akşam üzeri 16 sularına kadar güneşin alnında sıra bekledim. Mahşere baya bir benziyordu kuyruk, ama ben yine siyah giymiştim tabi. Galiba diğerlerinden daha çok ter attım. Neyse ki hallettik işlerimizi. Kardeşim dedi ki; "biraz gezelim Abi, yarın benim tatilim..."

    Gezmelere doyamadık tabi. Play Stationlar, Faust'ta kahveler, çayevinde çaylar, barlarda ben Cola o kokteyller. Eve çok az uğrayabildim, Abi. O da çocuklar için. Geldik, gezdirdik, oynattık, biraz başlarında durdum, sonra çıkıp gezmelere devam ettik. Yaklaşık 3 gündür daha yeni evimdeyim.

    Hiç yaramazlık yapmamışlar can özlerim benim. Tek bir tanesi hariç. Aynısından 593203468 tane olan siyah, düz t-shirtlerimden bir tanesini yemiş birisi. Sorunca, "kim yedi lan bunu" diye, kulaklarından, ağızlarının aldığı şekillerden o suçu kimin işlediğini biliyorum. Sormadım. Kim yaptıysa yaptı dedim içimden. Öpüştük, merhabalaştık, kuyruklar kalçalarla birlikte sallandı. Merhabalaşma, öpüşme, koklaşma faslı biter bitmez, dişi aldı t-shirtü, yatağa zıpladı. Erkek ise koştu, diğer ucundan tuttu... Başladılar "raw raw raw hır hır hır"... Ben sormayınca, bunu kendilerinin yaptığını ispat etmek istercesine, çılgın çılgın hareketler. Paramparça edene kadar bekledim. Sonra başlarını okşadım. Topladım t-shirt'ün parçalarını. İşte tam orada anlamaya yaklaştım bir "Zeus" olmanın nasıl bir şey olduğunu...

    Bu nasıl bir yazıdır ki neresinden tutacağımı şaşırıyorum. Eh, bu sebeple de sadece anekdotlayabiliyorum. Az önce bu yakınlardaki "lüks" avm'lerden birisinden yine iki tane düz siyah t-shirt aldım. Kardeşim görüntülü aradı yolda. N'apıyorsun Abi? İyiyim, 2 parça kıyafet ve bir shaker aldım eve dönüyorum dedim, bakayım aldıklarına dedi, gösterdim, "aa ne kadar ilginç bir tasarım seçmişsin bu kez" dedi.

    Ama ben seçmedim, "miki" seçti...

    Saygı ve özlemle.