Ateşin Keşfi

Ateşin Keşfi

En çok duvarların canını yaktım…

Yanmakla öyle meşguldü ki canım, sönmenin ferahlatıcı hikayesini hiç dinlemedim. Köz olmak neymiş,hatta kül olmak da neymiş, hiç mi hiç bilmedim.

Alev alevdi içim. Ben yangınlarımı, hep serin bir güz akşamı gibi yaşadım.

Baharları severdim...

Güle düşman değilim hiç. Goncasına doymadan dalında kuruyup düşünce yaprakları, ben kimsesiz kalan bülbül gibi ağlayarak bulutlara hüzün yükledim. Öyle acıyla çıkıyordu ki sesim, sesimi sarıp sarmalasın diye toprağa gömdüm…

Öldüm, ardımdan sessiz kalacağımı bile bile…

Öldüm, hüznümü emanet ettiğim bulutların acısıyla yıkandı bedenim.

Ve ben isimsiz ve değersiz bir hiç gibi, sessiz sedasız toprağa verildim.

Düşüncelerden daha çok düşlere daldım...

Baharları düşlerken yakaladım kendimi rüyalarımda. Cezaya kalmış yaramaz bir çocuk gibi, utanmaz ve haylazca ‘bir sonraki sefere başaracağım’ der gibi, sinsi sinsi gülümserken, aslında kulaklarım ve avuç içlerimin sancısından köpek gibi titriyordum. Yine de belli etmedim ya acımı...

Anladım ki, ben acıyı, her türlü umuduma merhem gibi içirmiştim.

Hayatla aram iyi değil...çoğu zaman...

Kalabalıklara karışmıyorum artık. Kalabalıklardan uzak ne kadar tenha varsa, tekin gözükmeyen ve çoğu kişinin girmeye korktuğu karanlıklarda dolaşıyorum. Ben hayatı bırakamadım, belki bu sefer, olur ya, bir kör kurşun gözünü benim bedenimde açar diye şansımı zorluyorum sadece.

Ama şans bana hiç gülmedi ki, şanssız olmak için bile şans gerekiyormuş ya insana, işte ben bu küçük ayrıntıyı her seferinde unuttum.

Oysa...

Eski zamanlar, belki de çok eski olmayan ama yine de bedenimde yaraların kabuk bağlamasına yetecek kadar bir zaman öncesi, gülerdim ben de. Kahkaha atmışlığım bile olmuştur tahminimce. Ama şimdilerde, yüzümde öyle eğreti duruyor ki tebessümler; sanki üzerime beş beden büyük ya da aksine bir o kadar küçük bir kıyafete girmeye çalışan ya da girip içinde kaybolmuş biri gibi…

Saçma, kaybolmuş, eğreti, bildiğin hırsız gibi, duruyor tüm o tebessümler yüzümde.

Hani tanrı çıkıp karışma “kimden çaldıysan o tebessümü, çabuk geri ver sahibine” deyip beni oracıkta çarpacak gibi geliyor bana.

Ciddiyeti sevdiğimden değil bu halim...

Anlayın işte...

Manevi dengem de pek iyi değil aslında.

Karnımı ağrıtacak kadar günahım var kuşkusuz. Aksine yönelik olan durumu benim söylemem ise yasalara aykırı olurdu sanırım.

Bu noktada kötülere sahip çıkıp, iyileri, iyilere bırakmak en iyisi olacak gibi geliyor bana. Kibre kapılmadan, ölçülü ve mütevazi bir düşünce içinde olmak bunu gerektiriyor sanırım.

Ama, iyi kimdir ve iyilik kimin iyisine göre tartılır…

Ölçme tartma işleri kula ait değilken, kullar niye tartının sahibi gibi davranır…

Boş mu versem ne...

Çünkü tüm bunları düşünmek, kalan minnacık berrak zihnimi elimden alacaktır.

Kabul oldukça dağılmış, oldukça vazgeçmiş, oldukça karamsar duruyor tüm bu düşünceler uzaktan bakınca. Bana öyle acıyan gözlerle bakmayın…

Farkında olmak yenilmek anlamına gelmiyor sonuçta...

Hatta hey sen…

Oradaki…

Evet evet sana diyorum. Hayatı küçümsediğimi düşünüp bana kötü gözlerle bakan sen. Eminim ki, sana sorsam-ki, sormayacağım, çünkü eminim, içindeki kör kuyuyu benimkiyle kıyaslamak ve beni ezmek için, içerlerinde dayanılmaz bir istek duyuyorsun.

Ama unuttuğun bir şey var;daha az önce ilk nefesini alan bebeler bile dünyaya içinde kör bir kuyu ile geliyor.

Ne ilkiz bu hayatta ne de son olacağız.

Hatta ve hatta arttırıyorum...

Ateşi bulan kişi, içindeki acıyla gecelerce kıvranıp, derdiyle kahrolduğu karanlık kuyusuna bir zerre ışık tutmak umuduyla ateşi keşfetmişti kesin.

Acılar için bile özel değiliz. Henüz bizle işi bitmemişken, bitmeyen bir iştahla bir sonraki kurbanını ararken o acılar, sıradan olmaktan öteye nasıl geçeceğiz.

Her şey bir yana acılar için bile özel değilken, kendini bize layık görecek bir mutluluğu nasıl bulacağız.

O yüzden bana tuhaf şeylerden bahsediyormuşum gibi bakma. Ben söylemesem bile konuyu herkes gibi sen de biliyorsun.

Zaten kimseden özür dileyecek bir şey de yapmadım ben sadece duvarlardan helallik alıp gideceğim.

Karnımı ağrıtacak kadar çok dedim ya günahım…

Ben acımla kıvranırken hiç düşünmeden o duvarların tenini kanattım...

06 Şubat 2024 4-5 dakika 96 denemesi var.
Beğenenler (7)
Yorumlar (4)
  • Duvarlar bu kadar bağışlayıcı olabilir mi bilemem... Başlarda şiir zannettim eseri ki giriş bölümünden güzel bir şiir çıkar dı bence, sonra yazıya dönüştü.Buruk bir iç hesaplaşma. İşi ölçme ve tartmanın sahibine bırakmak lazım galiba.Unutmadan Kabe de bir duvar...

  • Finali çok etkileyiciydi. Eşya adını verdiğimiz şeyler bile karın ağrımıza eşlik edecekse düşününce onlar da canlı birer şahit gibiler...Tebrik ediyorum Menekşe hanım, akıcıydı yazınız.👏👏👏