Avın Sessizliğinde Keklik Düşleri
Bazen bir tüfeğin tetiği, bir çiçeğin tomurcuğundan daha kuvvetli bir yazgı yazar doğaya. Bazen insan, öldürmeden yaşayamayacağını sanır. Ve bazen, susturulan her keklik, yalnızca dağlarda değil, içimizde de bir ekosistemin çöküşüdür.
Keklikler geri dönüyor şimdi. Dağlara. Sessizce. Kimsenin alkışlamadığı bir dönüş bu. Çünkü kimse, geri gelen şeyin farkında değil artık. İnsan, susturduğu sesin yasını tutmak yerine, yerine başka bir gürültü bulmakla meşgul.
Bir zamanlar keklik sesine uyanan köyler vardı. Sabah rüzgârında o kanat çırpışlarını duymak, yaşamın sıradan mucizelerindendi. Şimdi bir veba gibi yayılan keneler, o susturulmuş kanatların intikamı gibi.
Her şeyin çözümünü yine öldürdüğünde arayan insan...
Kekliği sal, sonra ona yeniden tüfeği doğrult. Bu nasıl bir paradokstur?
Belki de insan, yalnızca kendi çelişkilerinde yaşamayı becerebiliyor.
Kars’ta, Ardahan’da, Kırıkkale’de... Keklikler yeniden salındı doğaya.
Ama doğa eski doğa mı? İnsan eski insan mı?
Keklikler belki yeniden uçar, ama ne gökyüzü onların eski gökyüzü, ne toprağın kokusu onların hatırladığı gibi.
Sahi, kaçımız hatırlıyoruz çocukken bir kekliğe su verdiğimizi?
Ya da sessizce onu izlediğimizi bir taşın ardından.
Şimdi çocuklar ekran başında keneleri öğreniyor; keklikleri değil.
Ve öğrenilen her bilgi, hissedilmeyen bir doğaya bir duvar daha örüyor.
Çözüm, doğayı eski haline döndürmek değil.
Çözüm, kendimizi o eski doğaya yeniden ait hissetmek belki.
Çünkü doğa, yalnızca ağaçlar, hayvanlar, dağlar değil...
Doğa, içinde biz de olabildiğimiz bir dengeydi.
Şimdi biz o denklemin dışında kaldık.
Ve keklikler...
Artık yalnızca türkülerde değil, şiirlerde bile ürkek.
Çünkü insanın belleğinde bile korkuyla anılıyorlar.
Turgay Kurtuluş