Bazı Acılar Ses İstemez

Bazı acılar ses istemez. Yeterince büyüdüklerinde, insanın yerine susarlar.
Günler birbirine benzedikçe anladım: kırgınlık, insanın içinde kendi evini kuruyor. Kapısı kapanmıyor, penceresi hep karanlık. İçeriye giren her umut, çıkarken biraz daha eksiliyor. İyileşmenin adını çok duydum; ama kırgınlığımın adını hiç koyamadım. Çünkü adını koyduğum an, sanki gerçek olacakmış gibi korktum.
Kırılmak, bir olayı anlatmaz; bir yolu anlatır. Önce inanırsın, sonra bekler, sonra susarsın. En son aynanın karşısına geçip gözlerindeki yorgunluğu seyredersin. O bakışın içinde; yarım kalmış cümleler, boğazda kalmış nice “neyse”ler… Ve kabul edemediğin bir yalnızlık vardır. En çok da o yalnızlık, insanı olduğundan daha ağır yapar.
Kimseye kızmıyorum bugün. Kızmak için hâl bırakmayan bir yorgunluğum var. İçimde taşıdığım küskünlük; duvarlara değil, kendime. “İyi olmalısın” diyen bütün sesler sustu artık. İyi olmak, bazen insanın kendine attığı en büyük iftiraydı. Ben iyi değilim; ben hâlâ unutmaya çalışıyorum. Unutamadığım her şey, hatırladıkça büyüyor.
Bir kalbin nasıl kırıldığıyla değil, kırıldıktan sonra nasıl yaşadığıyla ilgileniyorum artık. Kırık bir kalp; gülmeyi öğrenir yeniden ama eskisi gibi gülmez. Sevilmeyi ister ama kendine yaklaşanı önce kontrol eder. Güvenmeyi diler ama avuç içini saklar. Kırgınlık işte böyle öğretir: sevgiye mesafe, umuda sınır, insana ihtiyat.
Geceyle barışmayı da burada öğrendim. Gece, insanın iç sesine en dürüst aynadır. Gündüzün gürültüsünde üstünü örttüğüm ne varsa, gecenin sükûtunda tek tek kalkıyor üzerimden. Her cümle biraz daha ağır, her nefes biraz daha dar… Ama yine de en temiz yer gece. Çünkü kimse istemese de insan, gecede kendisiyle yüzleşir.
Kendi içimde bitiremediğim bir mahkeme var. Sanık da benim, tanık da. Delil olarak kalp atışlarımı dinliyorum: hızlandığında, adı geçmeyen şeyler aklıma geliyor. Yavaşladığında, vazgeçmeyi öğreniyorum. Belki de hikâyenin gerçeği şu: Vazgeçmek, unutmaktan daha dürüst bir eylem. Unutmak kendini kandırmaktır; vazgeçmek ise “evet, oldu ve bitti” diyebilmektir.
Bir gün biri sorarsa “nasıl iyileştin?” diye; “iyileşmedim” diyeceğim. Sadece alıştım. Acının ağırlığını taşımayı, içimdeki gürültüyü susturmayı, bazı kapıları kapalı tutmayı… İyileşmek, çoğu zaman mümkün olmuyor. Ama insan, yaşamak için kendine küçük alanlar açıyor. Ben, o alanların adını buldum: sessizlik, mesafe ve yazmak.
Yazarak kendime yol açıyorum. Kelimeler, içimde biriktiği kadar ağır; dışarı döküldükçe hafif. Bazen bir cümle, bütün günün yükünü indiriyor omuzlarımdan. Bazen tek bir kelime, yılların suskunluğunu bozuyor. Ne kadar kırık olursa olsun, kalemimin ucunda toparlanıyor hayat. İyileşmiyorsam da, yazarken eksilmiyorum. Bu bana yetiyor.
Kırgınlığımın adını yine koymadım. Koymayacağım da. Çünkü isim verilmiş her şey, uğurlu bir kapanış ister. Oysa bu, kapanmayı reddeden bir hikâye. Bazen hayat, “tamam” demeden, insan “devam” demeyi öğrenmek zorunda kalır. Ben de tam oradayım: tamamlanmayan şeylerin ortasında, devam etmenin en sessiz hâlinde.
Ve şunu biliyorum: Herkes bir yerinden kırık. Kimisi saklıyor, kimisi gururla gösteriyor. Ben saklayanlardanım. Ama sakladığım şey, beni tükettiği kadar büyütüyor da. Kendi karanlığımı taşıyabildiğim her gün, başkasının ışığına daha az muhtacım. Belki güç bu değildir; ama ayakta kalmanın sessiz bir yoludur.
Kendiyle barışık kalemi tebrik ediyorum. Bazen de kalem kalemle şifa bulur. Okuduk ve payidar olduk. Selamlar, sevgiler.🌺🌾