Bilim Esneklik ve Dogmatizm / Kutsallaştırılan Bilim Tehlikesi
Bilim, insanlığın evreni anlamasını sağlayan en güçlü araçlardan biridir. Ölçüm, gözlem ve deney yoluyla bilgiye ulaşmak, insanın akıl yürütme yeteneğini nesnel temellere oturtmasının temel yoludur. Ancak modern toplumda sıkça gözlemlenen bir paradoks vardır: Bilim, kendisi bir araç olmasına rağmen, insanlar tarafından dogmatik bir otorite gibi görülmektedir. “Bilim böyle diyor” söylemi, çoğu zaman eleştirel düşüncenin önüne geçer ve bilimsel tartışmayı sınırlamaktadır. Oysa bilim, temelde dogmatik bir sistem değil, esnek, değişime açık ve sürekli olarak kendi hatalarını test eden dinamik bir süreçtir.
Bu denemede, bilimin dogmatik bir otorite olarak görülmesinin riskleri, tarihsel örnekler ve güncel tartışmalar ışığında ele alınacak; bilimin esnekliği ve sorgulanabilirliği vurgulanacaktır.
Bilim, ölçme ve deney yoluyla ortaya çıkan bilgiyi sürekli olarak sorgular ve doğrular. Ölçüm, yalnızca fiziksel büyüklüklerin sayısal olarak ifade edilmesi değildir; aynı zamanda iddiaların nesnel temele oturtulması, spekülasyonların ayıklanması ve teorilerin gerçekle sınanmasıdır. Bir bilim insanı, her zaman veriyle konuşur; kendi önyargılarını veya toplumsal baskıları değil.
Tarih boyunca bilimsel ölçümün gücü, insanlık için hayati sonuçlar doğurmuştur. Örneğin, astronomideki teleskopik gözlemler, Dünya’nın evrenin merkezinde olmadığını gösterdi. Galileo Galilei, teleskopunu kullanarak Jüpiter’in uydularını gözlemledi ve Dünya merkezli evren modelinin hatalarını ortaya koydu. Ancak o dönemde bilimsel otoriteler tarafından bu gözlemler dogmatik bir şekilde reddedildi. Galileo’nun yaşadığı baskılar, bilimin kendisine atfedilen mutlak otoritenin tehlikelerini gözler önüne sermektedir.
Bilimsel bilgiye mutlak güven, yalnızca teorilerin değil, insanların düşünme biçimlerinin de esnekliğini tehdit eder. Modern toplumda, birçok kişi bilimi dogmatik bir otorite olarak kabul eder ve karşıt fikirleri reddeder. Örneğin, iklim değişikliği tartışmaları veya bazı tıp alanlarındaki konular, çoğu zaman “bilimsel gerçekler” adı altında mutlak kabul edilebilir. Bu yaklaşım, bilimin kendisine zarar verir; çünkü bilim yalnızca eleştiri ve sorgulama ile güçlenir. Karşıt görüşlerin bastırılması, yeni fikirlerin ortaya çıkmasını engeller ve bilimi durgun bir dogma hâline getirir.
Bilimin dogmatikleşmesi, aslında onu dinleştirmekle eşdeğerdir. Bilim, eğer sorgulanamaz ve eleştirilemez hâle gelirse, bir inanç sistemi gibi davranır: Kurallar değişmez, yanlışlar kabul edilmez, ve insanlar “bilim böyle diyor” diyerek düşünmekten vazgeçer. Bu durum, bilimi kendi mantığının ötesine taşıyan ironik bir paradokstur. Bilim, mutlak inanç için değil, ölçmek, gözlemlemek, deney yapmak ve sürekli olarak doğrulamak için vardır.
Newton’un evrensel çekim yasaları, yüzlerce yıl boyunca mutlak gerçekler olarak kabul edildi. İnsanlar, bu yasaların değişmezliğine inanarak evreni bu çerçeveden yorumladı. Ancak 20. yüzyılın başında Einstein, görelilik teorisiyle bu “kesin doğruları” sarsarak fizik dünyasında devrim yarattı. Newton hâlâ doğru bir yaklaşım sunuyordu, ancak Einstein’ın çalışmaları, bilimin yalnızca mutlak gerçeklerin değil, sürekli gelişen bir sürecin ürünü olduğunu ortaya koydu.
Benzer şekilde, kuantum mekaniği, klasik fiziğin öngörülerini aşan bir alan olarak, bilimsel dogmalara meydan okudu. Atom altı parçacıkların davranışları, gözlemci etkisi ve belirsizlik ilkesi, bilimin kendi sınırlarını sorgulamasına yol açtı. Bu örnekler, bilimin sabit ve mutlak olmadığını, her zaman esnek ve sorgulanabilir olduğunu açıkça göstermektedir.
Günümüzde bilim ve dogmatizm arasındaki gerilim yeni biçimler almaktadır. Pandemi sürecinde, bazı tedavi yöntemleri veya aşı tartışmaları, bilimsel veriler yerine “bilimsel otorite” söylemi üzerinden değerlendirildi. Yapay zekâ ve iklim değişikliği gibi alanlarda, bilimsel süreçler yerine popüler kanılar veya otoriteler, bilim adına kabul görmüş doğrular olarak sunuldu. Bu durum, bilimin esnek ve sınanabilir doğasına karşı ciddi bir tehdittir.
Bilimin gerçek gücü, esnekliğinde ve değişime açıklığında yatar. Bugün doğru kabul edilen bir teori, yarın yeni gözlemler ve deneylerle revize edilebilir. Bu, bilimin zaafı değil, en büyük gücüdür. İnsanlık, bilimi yalnızca “böyle diyor” demek için kullanırsa, bilimsel düşünceyi bir dogmaya dönüştürür. Oysa bilimin görevi, sorgulamayı, eleştirel düşünceyi ve merakı teşvik etmektir. Bilimi kutsallaştırmak, onu durgunlaştırır; bilim, ancak sorgulandığında ve test edildiğinde gerçek anlamda özgürleştirici olur.
Bilim, kutsal bir otorite değildir; bir araçtır. Bilimsel bilgi, değişime ve eleştiriye açıktır; dogmatik bir biçimde sunulduğunda hem bilimsel süreci hem de toplumsal düşünceyi kısıtlar. Ne var ki günümüzde bazı çevreler, bilimi sadece din karşıtlığı aracı hâline getirmeye çalışmakta, onu mutlak bir otorite ve tek doğru olarak sunmaktadır. Bu yaklaşım, bilimsel düşüncenin ruhunu çarpıtır; bilim, sorgulama ve eleştiriyle güçlenir, dogma ve çatışma yaratmakla değil. İnsanlık, bilimi düşündüğü, sorguladığı ve deneylerle test ettiği ölçüde özgürleşir. Mutlaklaştırılmış ve ideolojik bir araç hâline getirilmiş bilim değil, sürekli sorgulanan, esnek ve bağımsız bilim, insanlık için gerçek anlamda yol gösterici ve özgürleştirici olur.

