Buğulu Gezegen

Evrenden silmeye çalıştığımız, buğunun üstüne yazıyorum bu notları. Bizi yiyip bitiren benliğimizi temizlemek için, kapımıza gelen beklenmedik misafirden bahsediyorum evet. Bizim, hayat adına, tecrübe adına bildiklerimizi buhar eden, o görünmez damlalar, ne kadar da bizi anlatıyor. Kabuğumuza sarılmış uyuyorduk ne güzel, kim uyandırdı, kim çıkardı bizi böyle ansızın? Açıkta kaldık derken, kim kilitledi bizi odalara? Biz zaten hapsolmuştuk da, kim saldı hoş geldin der gibi, dünyaya, bir sallan, bir silkelen der gibi?

Şu kaçtığımız damlalar, ete kemiğe bürünüp bizimle sohbet etseydi, neler derdi kim bilir bize? Hoş, içimize kadar girmişken, odalarımızda dolaşıyorken, onu ve kendimizi ne kadar tanıyoruz, hâlâ meçhul? Bir damlayı, bir damla yok ediyor, gezegenin ölümü, kendi elinden oluyor âdetâ. Bütün yaşadıklarımız, bir suyun özeti. Sudan sebeplerle çıktı bütün kavgalar ve su için sürmekteyken, şimdi bir damla su ile oluyor gezegenin sonu, ah ne acı!

"Evren bir damla su ise, suyu su temizler kabilinden, tek damla olmayı bekliyoruz, buğulu gözlerle..." İster su savaşları diyelim, yaşadıklarımıza, ister suyun su ile dansı. Gezegenin yüzümüze çarptığı gerçeği, er ya da geç kabullenmek durumunda kalacağız. Damladan denize, parçadan bütüne doğru akıyoruz farkında olmadan. Oysa bütünleşmek, farkındalığı gerektirir, özü sevmeyi, diğer canlıları da kendimiz kadar değerli görüp bilmeyi. Belki de kirli diye eleştirdiğimiz suları, akışına bırakıp, kendimizi görmenin zamanı gelmiştir. Kendimizi arındırmak mı, başkalarına arıtma cihazı olmak mı? Hatta biz değil, su karar versin, nasıl olması gerektiğine. Ve aksın, sularca, sellerce, varmak istediği yere kadar, inatla, aşkla, umutla. Geçerken, silip süpürsün yüreklerimizden öfkeyi, yıkasın ateşi, yıksın kendimizle olan mesafeleri. Ne kadar uzaklaşmışız kendimizden, ne zaman kopmuşuz köklerimizden, su anlatsın! Su, yolunda gerek...

Yanağımızdaki gamze, yüreğimizdeki çukura eş sanki...Her gülümsediğimizde, içimizden dağlar yükseliyor. Ne kadar çukur, o kadar zirve, düşmekle kalkmak arasındaki o büyük uçurum! Sönmüş bir yanardağın, közle barışık hikayesi ya da sekoyalaşan ruhlarımızın son yansıması; içimiz sıcacık, dışımız buz gibi...Bir gamzeye sığdırılmış, dumanlı dağlar, gamzesi küstürülmüş kadınlar, adamlar. Hepsi , gezegenin buğusunu çağırıyor sanki, ellerimizden, hücrelerimizden taşırdığımız. Sözlerimiz, yazdıklarımız buhar olup uçmadan, evrene nokta atışları yapıp duruyoruz. Söyleyemediklerimizden kurduğumuz düzeni, içimizdeki çığlıklar yönetir olmuş, kelimelerimiz de buğulu. Yine de yağamıyoruz, sığamıyoruz, dolduramıyoruz içimizdeki derin boşluğu...Boşluk, direksiz gerek...

Acı bir kudret helvası belki tabağımıza düşen, tatsız, tuzsuz bir döngü, hücrelerimizi alt üst eden. Sözün, çığlığa dönüştüğü yerdeyiz hepimiz...Evrenden silmeye çalıştığımız, buğunun üstüne yazıyorum. Çöplükte kaybolmuş umut, karanlığa saklanmış, sapsarı güneş ve sevgi, en çok özlediğimiz, o da toprağa uzanmış, unutulmuş bir tohum gibi...Geriye inanmak kalmış, inanmak yarınlara.

#buğulugezegen #elvedud

30 Aralık 2020 3-4 dakika 242 denemesi var.
Beğenenler (5)
Yorumlar