Büyütme Beni / Anne

Daha fazla büyümek,
Beni yüceltmez anne
Ancak küçültür!

Çocukluğumu unuttuğum yerden kurtarmam gerek, daha fazla ayrılamam çocukluğumdan, çocukluğum benim tek çocuğum çünkü. Başka çocuğum olmayacak. Seni anlamak için anne her şey, sana iyi bir evlat olabilmek için, sahip çıkmam gerek çocukluğuma...

Hâlâ yalanlara karşı körebe oynuyor çocukluğum ve elleri bağlı hâlâ tüm kötülüklere karşı. Sadece özgürlüğe giden uçurtmaların ipini arıyor parmakları. Yetişmeli ellerim, uçurtma ipi arayan çocukluğumun ellerine.

Eğer tutabilirsem, çocukluğumun ellerinden, o zaman ellerini tutabilirim anne!.

Daha fazla büyümek, beni küçültür anne, küçüldükçe de ölürüm ben!

'Büyütme beni anne'

***

Biraz anlayış bekliyorum senden zaman. Zamandan zaman istenir mi? Ben istiyorum, az daha zaman istiyorum senden. Biliyorum imkânsız şey bu, büyüyen yanlarımız gibi, yükselen boyumuz gibi. Büyüdükçe annemizin yanında kalmamızın imkânsızlaşması gibi...

Ama ulaşmam gerek, annemin ellerine. O ellerin kokusu terk etmeden saçlarımı, yakalamam gerek. Ağırlaşmadan ayaklarım yetişmem gerek annemin ellerine. Annem hem kırmızı elbise dikecekti bana, en güzelinden. Ellerindeki güç tükenmeden yetişmem gerek ellerine, üşümemek için en çok annemin elbiselerine ihtiyacım var, çünkü anne sıcaklığı hiçbir şeyde yok. Ağustos sıcağı bile böyle güzel ısıtamaz bedenimi, şefkatle.

Ağırlıklarımız çoğaldıkça yükselemeyiz, hem yer çekiminden, hem de aşağılığımızdan.

Büyürsem eğer, avuçlarımda büyür ve hiçbir şeyi tutamam o zaman. Küçükken ellerim daha kolay sarılırım sevdiğim kokulara ve korkulardan daha kolay saklanabilirim. Boyumu ölçebilirim kendim mesela, çömelip oturabilirim, oturmak istediğimde tozların üzerine. Üzerimin tozlanması, kirlenmesi umurumda olmaz, annemin umurunda olur her şey benim yerime. Denizleri, tepeler, binaları daha kolay atlayabilirim eğer büyümezsem. Oluru olmayan her şey daha olumlu görünür gözüme. Çünkü henüz küçüğüm, henüz umudum var, tükenmemiş sevinçlerim ve güçlerim var, henüz kimsenin yıldıramadığı, yıldırmak için keşfedemediği. Annem güzel saklamış beni, yalanlardan, boynuma dolanan yılanlardan. Şimdi, istediğim kadar doğru olayım, etrafımdaki yalanlar sardıkça beni, görünmüyorum ki, görünmüyor ki doğrularım. Çok uzaktan, en net şekilde izlenmem gerek, buna da kimsenin gücü yetmiyor.

Siyahı bol gelen elbiseler istemiştim anne senden, hayalim o, tek kırmızı elbiseydi. Dikemedi ellerin kırmızı elbisemi. Giyinemediğim elbisenin yasını tutuyorum uzun zamandır.

'Ellerin nerede anne?'

Neden en çok sana ihtiyaç duyduğumda, başka ellere sığınıyorum? Hiçbir el, hiçbir koku senin ellerine benzemiyor ki... Kimsenin elleri senin gibi yemek kokmuyor, ekmek gibiydi ellerin, yemek gelirdi içimden bazen. Sevmezdim soğan kokusunu, şimdi çocukluğumun o sevmediğim kokularını bile özledim. Duyabilsem bu kokuları belki de artık korkmam hiçbir şeyden.

Siyah hüzün demekmiş, ben saklanmak için kullanmıştım karanlıkları. Gelecek günlerin hüzün doğuracağını bilmeden, giydim siyah elbiseleri.

Sen ne renk olursan ol, karşındakinin gördüğü renksin ve ben istediğim kadar renkli giyeyim, hüznün elbisesi üzerimde olduktan sonra başka renk olamaz elbiselerim.

Geçimsizim artık, içimle bile kavga eder haldeyim. Ne de olsa çeyrek asır büyüdük. Kavga etmeye hakkımız olduğunu öğreniyorum şu sıralar ama ben sevmem ki kavgaları, soğukları, yazları. Bana hep bahar olmalı, herkes serin olmalı. Sakin olmalı, ellerin gibi. Ama ellerinin sakinliği, dinlenmişliği hiç kimsede yok anne. Kimsesiz kalışım bu yüzden belki. Okşadığın saçlarım uzamıyor artık, köklerini de mi aldın giderken? Ya ellerim, yetişmiyor artık hiçbir gidenin ardından. Ayaklarım o kadar üşengeç ki...

Giderken tüm gücümü götürdün benden, o yüzden yetişemiyorum hayatın ardından. Hep geç kalıyorum çeyrek zamanlarıma. Bir tek oksijen almaya yetiyor gücüm, o da zamanla azalacak gibi.

Kokunun peşinden sürüklenme isteği, seninle birlikte gelen güven duygusu nasıl da yerleşmiş içime, sanırım ben daha doğmadan önce yerleştirilmiş içime bu sonsuz duygu. O duygunun peşinden gitme isteği, nereye bağlayacağımı bilemediğim bir bağlaç gibi hayatımda, başı var, sonu yok gibi, sonsuz gibi.

Kesik kanatlarımla, kulaç atmamı bekledi benden hayat. Var olan bir şeyin, sonradan yok olması nasıl eksiltiyorsa insanı, öyle eksildim. Büyüdükçe küçüldüğümü hissediyorum, büyümek istemiyorum anne. Ama acıların geçmesi için, yaraların kabuk bağlaması için zamanın geçmesi gerekiyor. Ben bu zaman içinde, kendimi nereye koyacağımı bilemiyorum. Geçmişle gelecek arasında sürükleniyorum, rüzgâr incitiyor beni, yılların yağmuru birikmiş gibi gözlerimde. Ne kadar ağlarsam bitmeyecek, geçmeyecek gibi. Geçer mi sahi anne? Mümkün müdür bu? Yoksa dediğin gibi ölünce mi bitiyor her şey?

Dayanamıyorum anne! Ne yaza, ne kışa, ne karanlığa. Korkuyorum, beni saran ellerin olmadığı için, korkularım büyüyor, beni geçiyor.

***

Bana hep bahar olmalı
Hep bahar gibi gelmelisin...

Ilık, yumuşak, serin, sakin...
Artık ne soğuklarına dayanacak ellerim
Ne de rüzgârlarına göğüs gerecek bedenim var

Güçsüzüm; sıcağında yanacak kadar zamanım kalmadı
Soğuğunda ürperecek kadar dayanıklı değilim
Hep ılıman mevsimlerde baharı yaşamalıyız
Çünkü ancak buna dayanabilirim.
Ama sonra bir şey oldu, itti beni.
Bir rüzgârın kopmuş bir tüyü itmesi gibiydi, yumuşacıktı. Ama düşmedim, o ittikçe yükseldim
Şimdi kuşlarla yarışıyorum, martıları atlattım

Hangi kat gökyüzünde olduğumu fark edemeyecek kadar uzaklaştım dünyadan. Bu beni düşürmedi, yükseltti. Yükseklik illâ gökyüzünde olmak değildi, düşmediğin her an yükselebilirdin ve düştükten sonra kalkmak için çabalamıyorsan hatta yüksekteyken de çabalamıyorsan, o zaman kabul görmüştür düşmek. Ben düşmedim, düşlerimi de düşürmedim. Her birine en yüksekte tek başıma inşa ettiğim hayalden evime yerleştirdim. Arada uğruyorum yanlarına, bazen dünyaya dönmek zor oluyor ama seviyorum gitmeyi ve yükselmeyi.
Seviyorum kokunun peşinden sürüklenmeyi, çünkü bir tek kokunun değdiği yerlerde korku yok. Bir tek o yol güvenilir.

Kokuna ulaşabilirsem, belki de büyümem anne. Ne dersin? Böyle söyle, çünkü sen ne söylersen o oluyor...

Sana gelemiyorsam, sen bana gel anne. Kokunu ulaştır bana, içime daha ben doğmadan önce yerleştirilmiş güvenle birlikte. O zaman burası daha güvenilir bir yer olur. Zaman bir ileri, bir geri çarpıyor beni, çok hırpalıyor, izin verme anne.

Zamanın neresinden geldiğimi kimse bilmiyor
Sen söyle anne!




On Altı Ağustos İki Bin On Üç 12 40

23 Ağustos 2013 6-7 dakika 94 denemesi var.
Yorumlar