Çaresizlik ( Mazimden Kalan Bir Kesit )

Saat gece yarısı ve odasının penceresinde hala ışık vardı, ışık tül perdenin arasından zifiri karanlığa doğru gülümseyerek yayılıyordu.... Muhakkak günlüğünü yazıyor veya ders çalışıyordur diye düşündüm. Epey zamandır ayrı kalmış onu görmemiştim. Camına taş atıp veya kapısını çalıp dışarı çıkarıp kapıda görürü görmez ona doyasıya sarılmak arzusu duymama rağmen ne yazık ki yapamıyordum.

Çocukluğum haricinde gençlikdeki yıllarım boyunca huzur bulamadığım bir ortamda ayağına palanga vurulmuş bir mahkûm gibi yaşarken o karanlık hücreye benzeyen yaşantımda bir ışık gibi belirmişti. Babamın iflasıyla maddii imaknlarımızı yitirmemiş olsaydık. Belki bende bambaşka bir durum da olurdum. Bu yaşta el kapılarında çalışmaya başlayan babam ve her akşam küçük yaşta argın yorgun eve gelen ben bu ezikliğin altında eriyen bir anne işte buydu evimizin durumu...

Birçok arkadaşım, yaz tatilinin tadını tatil köylerinde ve deniz kenarında doyasıya çıkarırken, ben Rumeli İşkembecisinde bir garson yamağı komi olarak çalışırken, bir sürü insanın hakaretine maruz kalıyordum. Bende sadece okumak öbür arkadaşlarım gibi ellerimde kitaplarım okula gitmek, geceleri ders çalışmak isterdim ama çalışmak evime bakmak babama destek olmak zorunda olduğum için maddi imkânsızlıklar buna mani oluyordu...

Karanlık bir geleceğimi düşündükçe çaresizlik içinde kıvranıyordum.. Onu çok seviyordum ama sevmek neye yarardı '- Atalarımızın İki gönül bir olursa samanlık seyran olur -' sözü hiç aklımdan çıkmıyordu.. Oda seviyordu belki beni ama bambaşka bir insan olarak biliyordu lokantada çalışan bir garson yamağı komilik yapan biri olarak bilmiyordu.

Çocukluk ve gençlik heycanıyla başlayan bu beraberliğimiz arkadaşlığımız ne kadar sürecek merak ediyordum.. Ona gerçeği söylemek, ben senin tanıdığım gibi bir insan değilim demek beni korkutuyordu, ya beni terk ettiği an kimden teselli bulabilir, kime sığına bilirdim.. Erkekler ağlamaz derler fakat çaresiz bir insan bundan başka ne yapabilirdi..

Yine Kurtuluş parkında, sanki bize tapulanmış gibi sadece bize ait olan her zaman ki buluştuğumuz yerde, beni bekler buldum.. Şaşırmıştım, gözleri yaşlıyd,ı ağlamaktan olsa gerek, gözleri kızarmış yerlerinden fırlayacak gibi şişmişti, çok korkmuştum, bir şey olduğunu kötü bir haber vereceğini sezmiştim, ona doğru yürüdüm, yanıma yaklaştı ve;

-Sana bir şey söyleyeceğim ama bana üzülmeyeceğine dair söz ver; dedi

-İçim cız etti.. Ccevap veremedim...
Bu olanlardan hiç bir şey anlayamamıştım.

-Cevap vermedin dedi?

- Elimde olan bir şey ise neden üzüleyim ki.

-Üzülerek söylüyorum ama söylemeye de mecburum ve kararlıyım. Biz yakında ayrılacağız sanırım, babamın tayini çıkmış, onu öğrendim bu gün, yakında taşınacakmışız.. Bu kelimeleri söylerken hıçkıra hıçkıra hala içini çekiyordu...

Her zaman ki şakalarından biri sandım, ama bu çok tatsızdı. Tatsız bir şaka olmasını ne kadar isterdim. Ne yazık ki gerçekti. Başımı öne eğdim, içimi bir anda kapkara bulutlar kapladı. Birkaç adım yürüdüm ağlayacak gibi oldum, elimi yumruk yapıp sıkarak ağaca vuracak gibi oldum, kendimi tutup ağlamamamak için elime almış olduğum toprağı sıkarak ağlamamaya gayret ediyordum. Teselliye ihtiyacım olduğu halde onu teselli etmeye çalışıyordum..

Ve onun birden sinirleri iyice boşaldı. Haykıra haykıra ağlamaya başladı. Çevreden geçenler bize bakıyordu. Şaşırmıştım sadece yapacak bir şey bulamıyordum..

-Ne o ağlıyorsun sen.. Diyebildim...

-Gülmemi mi istiyorsun seni bırakıp gitmek başka ne gelir elden onun için ağlıyorum; dedi

-Boynuna sarılıp bu kaderimizmiş ayrı kalsak ne değişir, sevgimiz yaşayacak, kalplerimiz bir olacak ya sen ona bak diyebildim.. Benimde elimden başka bir şey gelmiyordu... Sarılıyorum olmuyor öpüyorum olmuyordu... Çaresizdim Çaresiz...

-Bir çocuk olduğumuzu anlar gibi oluyorum; dedi

-Niçin; dedim

-Sözlerin bir çocuğu avutacak bir elma şekerine benziyor da ondan; dedi..

Seni çok özleyeceğim diyerek yanağıma bir öpücük kondurdu ve vedalaşmadan, en kısa zamanda mektup yazarım diyerek koşarak uzaklaştı.. Donup kalmıştım iki-üç saat hiç kıpırdamadan kalakalmıştım...

Ertesi gün, onu son bir defa olsun göre bilmek için, çalıştığım işyerinden izin alıp acele ile terminale gittim. Onun ve ailesinin beni görmeyeceği bir yer olan, terminalin sütun direğinin arkasına gizlenerek beni hayata bağlıyan son demi de yolcu ediyordum... O ise beni göre bilmek için etrafını devamlı süzüyordu. Beni görememişti, görse bile beni bu kılıkta tanıması imkansızdı.. Çünkü üzerimde, iş yerinde giymiş olduğum yağlı kir pas içinde komi gömleği vardı. O ise ailesinden gözyaşlarını saklamak için, doğum gününde harç borçla alarak ona hediye ettiğim kalın siyah güneş gözlüğünü takmıştı. Gözünden süzülen yaşlar sanki Güneşin ışınları altında bir inci tanesin andırıyordu...

Bende ağlıyordum, üzerimde ki kirli önlüğün yağlı kollarıyla farkında olmadan gözümden yüzüme akan göz yaşlarını siliyor, yüzüm yağ lekeleri içerisinde kalıyordu. Otobüse binmişti umudunu kesmemişti camdan hala etrafı kolaçan ediyordu... Nihayet otobüsün motoru çalıştı. Ve yana doğru boynu düştü.... Söyleyin ağlamayıp ne yapabilirdim siz hiç böyle bir çaresizlik yaşadınız mı? Sevdiğinizi gizlenerek yolcu ettiniz mi? İşte buydu çaresizlik... Bu otobüs, sadece yolcu değil, beni hayata bağlayan, son demi de götürüyordu. Otobüs gözden kaybolana kadar takip ettim. Birkaç dakika boş yola baka kaldım, sütun direğinin arkasına bir külçe gibi yığılıp kalmıştım...

Aradan ne kadar zaman geçti bilemiyorum. Ondan sadece bir mektup aldım. O an dünyalar benim olmuştu sanki.

...........' -senden ayrıldıktan sonra bir süre kendime gelemedim. Ben bir şehre değil, sensizlik koğuşuna gelmişim. Her an tanrıma, bizi kavuşturması için dua ediyorum. O insanlara aşk denen bu duyguyu verirken, birleşmeyen insanlara da kavuşmayı armağan etmiştir. En kısa zaman da kavuşmak dileğiyle.. Seni çok çok özledim... Gözümde tütüyorsun.. Bu mektubu annem mutfakta iken yazıyorum kusura bakma, biraz kısa oldu. İkinci sefere daha uzun olur-...

' (I love you) ...........................................-'

Bu son sözlerden bir şey anlamamama rağmen sevincim sonsuzdu..

Günler, takvimlerden yapraklar gibi bir bir dökülüyor aylar ve mevsimler süratle ilerliyordu. Bu ara dört yıldır çalıştığım işimden ayrılmıştım, daha güzel mesleki bir işe yerleşmek için. Ama yinede işimden ayrılış bende bu boşluk büyük bir şok yarattı. Ani bir kararla onu arayıp bulmaya karar verdim.. Zaten o da iki-üç aydır mektup göndermez olmuştu... Bir proplem mi var? diye meraklanmıştımda..

Sabah erken saatlerde kalkan bir otobüsle yolla çıktım. Yorgunluktan olacak geçmişi ve olanları düşünürken uyuya kalmışım. son durak diye ses duyduğumda uyandım... Uyandığımda geldiğim şehrin terminaline gelmiştik, güneş doğmak üzereydi. Minarelerden yükselen ezan sesiyle rahmetli olan sevdiklerim geldi aklıma, içimin, ılık bir suyla yıkandığını hissettim. Otobüsden indikden sonra, vaktin geçmesi için, terminal çevresinde bulunan, parktaki banklardan birine oturup, vaktin geçmesini beklemeye başladım. Vakit epey ilerlemişti, onun göndermiş olduğu mektuptaki adresle onun evini aramaya başladım..

Üzerime giyecek, yeni şeyim yoktu, normal günlük giyeceklerimle gelmiştim ve onun karşısına bu kılıkla çıkacaktım. Zaten onun böyle şeylere çok önem veren bir insan olmadığını biliyordum. Ayağımda eski püskü üstü boyalı altı yırtık bir siyah ayakkabı, ütüsüz kahverengi bir pantolon ve zavallı annemin bir sene önce harç borçla aldığı kısa kollu bir gömlek vardı...

Zor da olsa, onun göndermiş olduğu mektupların üzerindeki yazılı olan aradığım adresi nihayet bulmuştum. Evlerinin zilini çalıp onu zor durumda bırakmamak için apartman merdivenleri süpüren bayana;

-Şey acaba ' ...... ' bu apartmanda mı oturuyor? onu çağırmanız mümkün mü?

-Evde sadece kendisi vardı zaten. İki nolu dairenin zilini çalıver; dedi

-Tam zili çalacaktım ki......

-Delikanlı unutmuşum af edersin aradığın o kızın ailesi Ankara taşınacaklardı, ev aramak için Ankara'ya gitmiş olabilirler..

-İçimden bunca yolu boşuna mı geldim diye geçirirken...

-Bakar mısın aradığın şu gelen kız değil mi?

-Ta kendisi! !

Ona ürkek bir ceylan gibi yaklaşmaya başladım. Heyecandan kalbim duracak gibi oluyordu, ona yaklaştığımda, ona seslenecek kelime bulamamıştım. Sanki dilim tutulmuş, hafızmdaki bütün kelimler silinmişti.. Hala kalbim hızla çarptığını hissediyordum.. Sonunda kısık bir sesle şey, şey diye seslenebildim..

O da beni görünce çok şaşırmıştı..

- '...........' aman Allahım sen ha ne arıyorsun burada?

-Şey şey senden mektup ve haber olamaz oldum da..

Birden lafımı kesip sözlerimi ağzıma tıkadı, halbu ki, beni görünce, boynuma atlayacak, dakikalarca koklayıp sarılacak sanmıştım....

- Bak bu gün tekrar Ankara ya taşınıyoruz.. Benim şimdi biraz işim var. Seninle sonra konuşsak nasıl olur. Ben seni, iki gün sonra, saat on üç de, her zamanki buluştuğumuz kurtuluş parkının çay bahçesinde bekleyeceğim. Orada görüşmek üzere hadi hoşça kal; dedi..

Çok şaşırmıştım... Beni bu kadar soğuk karşılamasına sebep ne olabilirdi, buna bir anlam vermiyordum. Ankara ya dönerken yolculuk boyunca kendi kendime bu olanları düşündüm... Evet haklıydı ona verebilecek neyim vardı. Onu lüks muhteşem apartman dairesinden varoşlardaki gecekonduya getirmem mümkün olmaz dı ' Davul bile dengi dengine çalardı' aldığım üç-beş lira ile onu nasıl geçindirebilirdim....Ona gelecek olarak yoksulluktan başka ne verebilirdim ki...

Ertesi gün randevu yerine gittiğimde hiç kimsecikler yok tu.. Çay bahçesindeki masalardan birine oturup, beklemeye başladım. Onu beklerken alkoli fazla içmeyen, hatta biranın tadını bilmeyen ben kendime bir duple bira söyledim.. Biranın ilk tatdını aldığımda içimde bir titreme hissettim... Yavaş yavaş biramı yudumlarken, vakit de epey ilerlemişti, beklediğim de gelmemişti, umudumu kesmiş, artık kalkmaya karar vermiştim. O an yanıma bir şahsın yaklaştığını hissettim..

-Af edersiniz o siz olmanız gerek?

-Evet benim..

-Size söylemek istediğim şudur '...onun....' peşini bırakmanızı istiyorum..

-Sebep?

-Çünkü o benim nişanlımdır..

-Nişanlınız mı?

-Şaşırmakta haklısınız ama ne yazık ki gerçek, acaba nişanlınızla son kez olsun-görüşebilir miyim?

-Bir şartla..

-Şartınız nedir.? Neymiş?

-Sizdeki resim ve mektupları geri vermeniz şartıyla..

Kahır dolu Dünya, azap defterine beni de yazmış, insanların kalpleriyle oynamayı hüner sanan birini daha çıkarmıştı karşıma. Delikanlı devam etti sözlerine;

-Cevap vermediniz?

- Zaten benim onlar saklamamın bir anlamı kalmadı, en kısa zaman da iade ederim..

-Anlayışınız için teşekkürler..

-Önemi yok artık...

Delikanlı yanımdan uzaklaşarak ayrıldı.

Ben ise kendi bilmez bir halde dolaşırken, Kendimi Kolej de Dallas meyhanesinin içinde buldum. İçkimi yudumlarken, çaresizlik içerisinde kıvranıyordum. İşte; buydu çaresizlik, siz hiç, böyle bir çaresizlik yaşadınız mı? Meyhaneden nasıl ve ne zaman çıktım hatırlamıyorum. Sabah olduğunda kendimi her tarafım tutulmuş bir halde, Kurtuluş Parkındaki bankların birinin üzerinde bitkin bir şekilde yatıyordum, hala kendimde değildim, başım ağrıyor, midem bulanıyordu, gözlerim şiş, üstüm başım perişan bir halde kalkıp yürümeye başladım...Parktaki çay bahçesine bir çay içmek için vardığımda, onu beni bekler buldum.

Biran beni bu halde görünce şaşırmıştı, bir şey söyleyecek gibi oldu, sonra vaz geçti, bende şaşırmıştım. Onun yokluğuna alışmam lazımdı. Bir o, bir ben, kaçamak bakışıyorduk, o eski sevgi dolu bakışlar yoktu artık.. Oda bende göz göze geldiğimizde bakışlarımızı kaçırıyor başımızı öne eğiyorduk. Etrafımızdaki sevgi melekleri uçuşmuş, onun yerine çek git diyen şeytanlar dolaşıyordu sanki. Bir süre hiç konuşmadık, nihayet sonunda o söze başladı..

-Bak çok özür dilerim, senin hayallerini yıktığım için, bir zamanlar seni sevdiğimi sanmıştım, ne yazık ki aldanmışım, o bir çocukluk duygularıymış, belki seninle ayrılmasaydık, şimdi bambaşka durumda olabilirdik, senden ayrıldıktan sonra, burada kendimi çok yalnız hissettim. burda çok yalnız günlerim oldu. Bu nedenle kendimi bir boşluk içinde hissettim. Bu boşluk içindeki yalnızlığımı şimdiki nişanlım unutturdu. İnan tek yardımcım o oldu. Onun bu konuda hiçbir suçu yok.

-Nişanlınla tanıştım o çok iyi bir insan, bu yıl da üniversiteyi bitirecekmiş.

- Evet, üniversiteyi bitirdiğinde evleneceğiz

-Ne mutlu sana tanıdığın sevdiğin bir insanla evlenip mutlu olacaksın.. Evet ben sana onun verdiği mutluluğu veremezdim. Evet, ben sana ne verebilirdim ki? Lokantanın kirli tabaklarıyla kirli bir önlüğünden ve aldığım üç beş yüz lira ile kuru bir ekmek ve az bir katık taşımaktan başka bir işe yaramazdım.. Zaten işten de ayrılmıştım bunları bile yapamazdım ki... Sana mutluluklar dilerim, umarım şansın ve baktın açık, tüm güzellikler seninle olur..

-Niçin o kadar karamsarsın, seninde bahtın açık, şansın bol olur..

Son kez ellerimiz birleşti, kaderin kör bıçağı bütün bağlarımızı kesip koparmıştı, Az ilerde bekleyen nişanlısının arabasına doğru yürüyordu.. Gidiyordu artık gidiyordu o olmayacaktı hayatımda.. Söyleyin, nolur söyleyin ağlamayıp da ne yapabilirim. Siz hiç bu sahneyi bu çaresizliği yaşadınız mı..? ? ? ? İŞTE BUYDU ÇARESİZLİK. İşte bu...

O ise nişanlısının az ileride bekleyen arabasına binerek uzaklaştı...

Ben ise, kendini bilmez bir halde, ÇARESİZLİK içerisinde yeni bir hayata başlamak umuduyla, Kurtuluş Parkının yavaş yavaş yaprakları dökülen korukluğuna doğru yürümeye başladım....


( yzm. trh. 1987)

06 Temmuz 2010 13-14 dakika 31 denemesi var.
Yorumlar