Dulda

Bundan on-on beş yıl önce, çocukluk arkadaşımla Antalya'da karşılaştım. Dükkanın önünde hoşbeş ediyorduk. Uzun yıllar görüşememiştik. Sohbetimizin büyük bir kısmı, çocukluk dönemimizde köyde yaşadığımız anılardan; geri kalan kısmı ise evlilik ve iş hayatından ibaretti.
Evlenip ayrılmış; biri kız, diğeri erkek iki çocuğu varmış. Kız çocuğu annesiyle, erkek çocuğu ise “özürlü” olduğundan (onun deyimiyle) devlet sahiplenmiş(!) ve başka bir şehirde yurtta kalıyormuş.
Gözleri yaşarmıştı. Konuyu değiştirmek istedim; köye gidip gitmediğini ve bir gün geri dönmeyi düşünüp düşünmediğini sordum. Daha önceleri anne ve babasının vefat ettiğini, Facebook'taki köyümüzün sayfasından öğrenmiştim. Abilerinden birinin köyde yaşadığını biliyordum. Annesinden ve babasından kalan bahçeleri, evleri olmalıydı.
O da bana dönerek, "Durumumu biliyorsun, gurbet ellerde adeta bir yaşam savaşı veriyorum. Tabii ki babadan kalma yerlerimiz var. 'Köydeki ev bana kalır, diğerleri de diğer yerleri alırlar' dedim. Bunun için memlekete gittim; bacılarımla, kardeşlerimle konuştum," dedi.
Ben devam ettim: "Abin köydeydi, değil mi? Bildiğim kadarıyla vicdanlı bir adamdı." Dememe kalmadan, hiddetle abisinin adını anarak, "Ondan hiç bahsetme bana!" dedi.
Şaşırmıştım. Çünkü bildiğim kadarıyla abisine saygısı vardı, onu severdi. Şaşkınlık içinde, "Allah, Allah!" dedim.
Bana unutamayacağım, o unutulmaz cümleyi söyleyip,içini dökmüştü; "Ona 'Abimdir, atamdır, koca çınardır, alır beni duldasına...”dedim. Bu umutla yanına gittim, altına sığındım. Biliyor musun, adam yapraklarını döktü ya!..”
Söylenecek şey yok! Söz üstüne söz yakışık kalmaz!..
Amel Defteri/ Dursun Akbalık
Çok teşekkür ederim..Selam ve saygılarımla..