Duyulmayan Sesler Anlaşılmayan Sözler

Afazi, tıpta beynin konuşma merkezine zarar gelmesiyle oluşan, kişinin konuşma ya da dili anlama yetisinin bozulması durumudur. Kişi kelimeleri bilir, ama onları bir araya getiremez; konuşur ama anlatamaz, duyar ama anlayamaz.

Bu bireysel bir rahatsızlıktır — ancak bazen toplumlar da aynı hastalığa yakalanır. İşte o zaman ortaya çıkar toplumsal afazi: bir milletin kelimeleri bildiği hâlde birbirini anlayamadığı, anlamak istemediği, dilin var ama anlamın yok olduğu bir hâl.

Toplumsal afazinin en sinsi biçimi, kavram kargaşasından doğandır. Çünkü kavramlar, bir toplumun düşünme araçları ve zihinsel haritasıdır. Onlar olmadan fikir üretmek, tartışmak ya da ortak bir zeminde buluşmak mümkün değildir. Fakat kavramların anlamı kaybolduğunda, toplumun zihinsel koordinatları da dağılır. Bir kelime, bir gün birine göre “özgürlük”, diğerine göre “başkaldırı”, bir başkasına göre “tehdit” anlamına gelir. “Adalet” herkesin savunduğu ama kimsenin aynı şeyi kastetmediği bir kelimeye dönüşür. O noktada dil hâlâ vardır, ama düşünce ölür.

Kavram kargaşası, toplumsal hafızayı sessizce eriten bir zehirdir. Çünkü insanlar artık neyi savunduklarını, neyi eleştirdiklerini, hatta neyi inşa ettiklerini bile bilmez hâle gelir. Kelimeler konuşmayı değil, saklanmayı sağlar. Düşünce, yerini slogana bırakır. Böylece diyalog değil, monolog hâkim olur. Herkes kendi yankı odasında konuşur, ama kimse kimseyi duymaz. Dil, bir köprü değil, bir duvar olur. Ve toplum, kendi kelimeleriyle kendini susturur. Oysa her sağlıklı toplum diliyle düşünür. Düşüncenin berraklığı, kelimelerin berraklığından doğar. Kavramlar yerli yerinde olmadığında, düşünceler de istikametini kaybeder. Bu yüzden toplumsal afaziden kurtulmanın ilk adımı, kelimelere yeniden anlam kazandırmaktır. “Özgürlük”, “adalet”, “vicdan”, “saygı”, “insanlık” gibi kelimeleri slogandan arındırıp içlerini bilgiyle, deneyimle ve ahlakla doldurmadıkça, konuşmalar sadece gürültü üretir.

Toplumların çöküşü bazen sessizlikle değil, anlamsız bir konuşkanlıkla gelir. Belki de en tehlikeli sessizlik budur: Herkesin konuştuğu ama kimsenin bir şey söylemediği sessizlik. Bu sessizliğin adı, kavram kargaşasından doğan toplumsal afazidir.

Türkiye’de kavramların anlam kaybı en çok siyasal ve toplumsal dilde hissedilir. Çünkü bizde kelimeler yalnızca düşünceyi değil, tarafı da belirler. Bir kelimeyi nasıl kullandığın, hangi anlamı kastettiğinden çok, hangi mahalleye ait olduğunu gösterir. Böylece dil, düşüncenin değil, aidiyetin göstergesine dönüşür.

Bir zamanlar herkesi buluşturabilen kelimeler artık bölünmenin simgesi hâline geldi. “Demokrasi” bir kesim için özgürlüğün diğer adıyken, bir başkası için disiplinsizliğin bahanesi oldu. “Milliyetçilik” kimine göre ülkesine sevgi, kimine göre dışlayıcılığın maskesi…“Kadın hakları” diyenle “aile değerleri” diyen birbirini duymuyor; “laiklik”, “halk”, “ahlak”, “devrim”, “milli irade” gibi kavramlar ortak bir zeminde değil, ayrı evrenlerde yaşıyor.

Artık mesele fikir ayrılığı değil, anlam ayrılığı. Bu yüzden iki insan aynı kelimeyi kullansa bile bambaşka şeylerden söz ediyor. Kelimeler köprü olmaktan çıkıp, mahalle sınırlarına çekilmiş birer bariyere dönüşüyor. Her mahallenin kendi sözlüğü, kendi doğrusu, kendi hakikati var. Ortak dil çözülünce, ortak yaşam da kırılıyor.

Bu dilsel kopukluk, toplumsal bir iletişimsizliği doğuruyor. Bir tarafın “adalet” dediği şeye diğeri “intikam” diyor; birinin “özgürlük” dediği ötekine “tehdit” gibi geliyor. Oysa bu kavramlar bir ülkenin omurgasıdır — bizdeyse artık tarafsız bir anlamları kalmadı. Her kelime, üzerinde yürünemez hale gelmiş bir mayın tarlası gibi. Kimse karşısındakinin ne dediğini duymuyor, çünkü her kelime önce hangi mahalleden geldiğine göre yargılanıyor.

Bu da tam anlamıyla siyasal bir afazidir: Toplum konuşuyor ama anlaşamıyor, tartışıyor ama duyamıyor. Ses çok, ama anlam yok. Kelimeler aynı, ama dünyalar farklı.

Bir ülke ortak kelimelerini kaybettiğinde, sadece siyaset değil, birlikte yaşama ihtimali de yara alır. Çünkü bir arada yaşamak, önce birbirini anlamaktan geçer. Birbirini anlamak da, kelimelere yeniden güvenmekle mümkündür.

Belki de bugün Türkiye’nin en derin sessizliği, kimsenin susmamasına rağmen kimsenin birbirini anlamıyor oluşudur. Ve bu sessizliğin adı, siyasal ve toplumsal afazidir.

03 Kasım 2025 3-4 dakika 3 denemesi var.
Beğenenler (3)
Yorumlar